Her transfer ayında aynı kelimeler ‘al al al…’
Her transfer döneminde benzer cümleler ‘katkısı olmadı, tutmadı, sat sat sat…’
‘İyi de birader nereye kadar? Dağ olsa tükenir, deniz olsa kurur!
Her yıl kulüp yöneticilerimizden benzer hikayeler ‘borcumuz çok, üstesinden gelmemiz zor!
Sonuç değişmiyor ama aldıkça alıyoruz, harcadıkça doymuyoruz! Böyle de bir alışkanlığımız var hani!
Beklentileri karşılamayan, daha doğrusu çuval dolusu para verilerek alınan bazı oyuncuların yan gelip yattığı yetmezmiş gibi gönderilirken cebine harçlık koyarak uğurladıklarımız da oluyor arada bir…
Anlayacağınız planlı, programlı çalışma olmayınca, bilimden uzaklaşınca, nokta değil de montaj transferler yapılınca sonuç kaçınılmaz oluyor.
Biz, yara gün geçtikçe derinleşiyor diyelim, siz ‘açılan delik transfer aylarında büyüdükçe büyüyor’ diyebilirsiniz. Hal böyle olunca kanayan yaraya ne ilaç fayda eder ne de açılan deliği kapatacak yama bulunur!
Doğal olarak biz de her transfer döneminde yayımladığımız hikâyeyi bir kez daha hatırlatmak zorunda kalıyoruz.
Buyurun ‘Bizim köylü Hasan Ali’nin hayat hikayesine bir kez daha göz atalım…
O, 50 yaşlarında, yarım akıllı, elbisesi çok dikişli, ağzında birkaç sağlam dişi, kafasında bir tutam saçı kalmış, kendi halinde yaşayan biriydi köyümüzde…
Üç-beş kişinin sığabileceği büyüklükte çatısı teneke kaplı, ahşap katlı bir barakada ayakkabı tamir ederdi beldemizde…
“Sen ne iş yaparsın?” diye soranlara da “Deliğe göre yama yapıyorum” lafını anında yapıştırırdı bizim köylü Hasan Ali…
Hünerli ellerinden geçen ayakkabılar yenisinden sağlam olurdu. Kazandığı parayı “Allah bin bereket versin” diyerek, önce sağ, sonra sol yanağına sürer, daha sonra da büzüştürerek sarı mendilinin içerisine sokuştururdu…
Gemici düğümü atılan o mendil eve gidilince çözülürdü ancak. Mendilde büzülen paralar özenle katlanılarak evin gizli bölümünde saklanırdı…
Fındık toplama mevsimlerinde önüne gelen bahçeye kafasına göre dalar, kimseden izin almadan başak ederdi.
Anlayacağınız bizim köylü Hasan Ali’nin pasaportu her yerde geçerdi!
Vakfıkebir/ Yalıköy’de inen her yolcu onunla karşılaşıyor, daha doğrusu o herkesi karşılıyor “Hoş geldiniz…” cümlesini yalan nedir bilmeyen dilinden, sağlam kalan birkaç dişinin arasından; ilk onun ağzından duyardı.
Kural tanımayan şoförlere, emekliliği yaklaşan trafik polisi gibi “Hızlı gitmeyin!” uyarısını yaparken, işaret parmağı havada iki ileri-bir geri giderdi…
Kafasındaki yün şapkayı da balıkçılar hediye etmişti. O dönem, limanı olmayan köyümde kayıkçıların dalgalı havada işi çok zordu. Azgın dalgalar ‘IMF’ gibiydi, takılınca peşini bırakmıyordu takaların…
Bazen saçı olmayan kafasındaki fesi çıkartıp, takanın içinde can derdinde olanlara, dalganın durumuna göre kıyıya gelip-gelmemelerini ellerini sallayarak yardımcı oluyordu.
Hasan Ali, köyümüzün maskotu, neşesi, kısacası her şeyi idi.
Trabzonspor’un şampiyon olduğu 70’li/80’li yıllarda, elinde bordo-mavi bayrağı, kutlamalarda, konvoylarda her daim yerini alırdı hem de en ön saflarda…
1982 Yılında avucunun içerisinde büzüştürdüğü sarı mendili ve ceketinin cebinde bir avuç fındıkla yoldan karşıya geçerken, bir trafik magandasının kurbanı olup köyümüzü öksüz bıraktı Hasan Ali…
Aradan onlarca yıl geçmesine rağmen eksikliği hala hissedilir köyümde, beldemde, ilçemde…
Hasan Ali’nin can verdiği karayolu bugün otoban, balıkçıların kıyıya selametle gelmeleri için yıllar evvel büyük bir liman yapıldı.
Yalıköylülere de bir akrabasının dükkânında büyükçe bir fotoğrafı ve yıllardır dillerden düşmeyen “Deliğe göre yama yaparım” sözü kaldı yadigâr. (Rahmet ve hasretle…)
Dememiz o, kulüplerimizi yönetenler, yıllardır har vurup harman savuracaklarına, bizim köylü Hasan Ali’nin deyimiyle ‘Deliğe göre yama’ yapmış, bir başka ifadeyle ayaklarını yorgana göze uzatmış olsalardı da gelinen noktada ‘ödemelerde zorlanıyoruz, bu şartlarda üstesinden gelmemiz zor’ diyerek dert yanarlar mıydı?...