02.09.2019 - 18:15 | Son Güncellenme:
AA
Çelik, Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında parti genel merkezinde, Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısı devam ederken gazetecilere açıklamalarda bulundu, soruları yanıtladı.
Çelik, toplantıda, Teşkilat Başkanlığının sunumunun değerlendirildiğini aktardı. Adli yıl açılış törenini hatırlatan Çelik, bu konuda bazı spekülasyonların gerçekleştirildiğini, "bazı baroların protestosu" gibi ideolojik angajmanla yapılmış yaklaşımlar görüldüğünü belirtti. Çelik, Türkiye için önemli olan bir toplantının gerçekleştirildiğini dile getirerek, yasama, yürütme ve yargının temsilcilerinin önemli konuları ele aldığını söyledi.
AK Parti Sözcüsü Çelik, adli yıl açılış töreninin ardından da "Tören Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde neden yapıldı? Bu yargı bağımsızlığına halel getirmiyor mu?" şeklindeki tartışmaları sürdürme tavrının devam ettiğini anlattı. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ndeki birimlerin, devletin tüm birimlerinin toplantılarının yapılması ve ihtiyaçlarının karşılanması için düzenlenmiş bir yapı olduğuna işaret eden Çelik, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nin milletin evi olduğunu vurguladı.
Çelik, "Buradaki toplantıların bu şekilde bir tartışmanın konusu olması, mekan tartışması düzeyinden ideolojik tartışmaya bağlanan, hiçbir şekilde mantığı olmayan yaklaşım olarak ortaya çıkıyor." değerlendirmesinde bulundu.
"Son derece önemli toplantı"
"Türkiye'nin geride bırakması gereken dar ideolojik bakış açısı çeşitli vesilerle gündeme geliyor." diyen Çelik, şöyle devam etti: "Yargı bağımsızlığı, tarafsızlığı dediğimizde, savunma makamının kendi gündemine hakim olması, hak ve kabiliyetlerinin geliştirilmesiyle ilgili konular gündeme geldiğinde, esas olarak en büyük sorunlardan bir tanesinin bu ideolojik yaklaşım olduğunun altını çizmek isteriz. Böyle bir günde son derece önemli toplantı, önemli bir değerlendirme platformu olarak ortaya çıkmıştır."
Çelik, yeni adli yılın adalet duygusunun daha ileri noktalara taşındığı dönem olması temennisinde bulundu.
"Hiçbir mantığı yoktur"
Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Avn'ın "Osmanlıların Lübnanlılara devlet terörü uyguladığı"na yönelik açıklamalarını hatırlatan Çelik, bu ifadelerin dar bakış açısıyla ortaya konduğunu ve yakışıksız olduğunu vurguladı. Çelik, açıklamalarını şöyle sürdürdü: "Bu ifadeleri tümüyle reddediyoruz, protesto ediyoruz. Lübnan Cumhurbaşkanı, Osmanlı'nın Lübnanlılara devlet terörü uyguladığı şeklinde bir ifadede bulunuyor. Bunun son zamanlarda ülkelerinin müfredatlarında, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı olumsuz yaklaşımlar ortaya koydukları söylenen birtakım ülkelere sinyal gönderme şeklinde yaklaşım mı olduğunu merak etmekteyiz. Çünkü bu derece mesnetsiz ve ön yargılı açıklama yapılmasının hiçbir mantığı yoktur. Ne Lübnan-Türkiye ilişkilerine faydası vardır ne de tarihi gerçeklerle uyuşmaktadır." Lübnanlı bazı tarihçilerin, önemli siyasetçilerin bu açıklamaya tepki gösterdiğini anımsatan Çelik, açıklamalarda Osmanlı döneminde devlet terörünün söz konusu olmadığının vurgulandığını aktardı.
Çelik, Osmanlı döneminde Hristiyan kadınların hak ve hukuklarının korunması için atılan adımlarla ilgili de örnekler verildiğini, Lübnan Cumhurbaşkanlığı makamının Taif Anlaşması uyarınca Lübnanlı Hristiyanların temsil ettiği makam olduğunun hatırlatıldığını dile getirdi. Cumhurbaşkanı Avn'ın, Osmanlı döneminde kilise inşa edildiğini, kiliselerin tamir edildiğini bilmesi gerektiğini vurgulayan Çelik, bu gerçeklerin bilinmemesinin söz konusu olmadığının altını çizdi.
"Lübnan kardeş bir ülkedir"
Çelik, "devlet terörü" ifadesini kınadıklarını yineleyerek, Osmanlı döneminde bölgenin barış içerisinde yaşadığını hatırlattı. Lübnan Cumhurbaşkanı Avn'ın, Osmanlı'nın çekilmesinin ardından bölgedeki kaynakları sömürenleri nüfus sahibi kişiler, odaklar, devletler olarak değerlendirdiğine, bunun da sömürge yönetimler karşısındaki tipik ezikliğin ürünü olduğuna dikkati çeken Çelik, şunları kaydetti:
"İlişkilerimizi zehirleyen bu tip açıklamalar yerine ilişkilerimizi daha iyiye götürecek, tarihi gerçekleri saptırmayan, mantığa ve tarihi belgelere uygun yaklaşım sergilenmesini bekliyoruz. Lübnan kardeş bir ülkedir. Hiçbir şekilde birtakım açıklamalarla, siyasilerin davranışlarıyla aramızdaki ilişkiler bozulacak değildir. Lübnan'la ilişkilerimiz, kardeşlik ilişkisine, derin tarihi hukuka, gelecek perspektifine dayanmaktadır."
Çelik, Lübnanlılara acı çektirmiş sömürge dönemlerini yücelten açıklama yapılmasını üzüntüyle karşıladıklarını da ifade etti. Açıklamanın kasıtlı ve siyasi olarak yapıldığını düşündüklerini söyleyen Çelik, Osmanlıların bölgeye geldiğinde büyük Lübnan diye bir ülkenin bulunmadığını, Osmanlı tarafından siyasi kontrol ele alındığında da savaşın söz konusu olmadığını anlattı.
Çelik, Lübnanlı makamlarla ilişkilerin daha iyiye gitmesi konusunda kararlılıklarının tam olduğunu sözlerine ekledi.
S-400'lerle ilgili yeni siyasi değerlendirmeler bulunduğunu belirten Çelik, bu konuya girenlerin NATO ülkelerindeki silahların yeknesak ve koordineli olması gerektiğinden bahisle Türkiye'yi eleştirdiklerini ifade etti.
Türkiye'nin Patriot almak isterken, Suriye'den ve Irak'tan kaynaklanan tehditler karşısında kendi hava savunma sistemini güçlendirme iradesinden bahsederken tüm süreci tafsilatlı şekilde ortaya koyduğunu anlatan Çelik, şöyle konuştu: "Patriot almak istediğimizi ama olumlu cevap verilmediğini, gerek teslimat konusunda, gerek fiyat konusunda, gerek ortak üretim konusunda, teknoloji paylaşımı konusunda olumsuz yaklaşıldığını ifade ettik. Tabii bu arada diğer konuların da altını çizdik. Bir yandan YPG'ye verilen destekler devam ederken, bir yandan Türkiye'de 15 Temmuz'daki alçakça darbe girişiminin başında olan şahsın ABD'de karakola bile çağrılıp, herhangi bir şekilde ifadesine bile başvurulmaması gibi bir durum ortadayken Türkiye ittifaklık ilişkisinin öneminin altını çizmeye, ittifak ilişkilerinin koordinasyonundaki verimliliğin önemini belirtmeye devam ediyor. Burada ittifaklık ilişkisinin ruhuna ve mantığına aykırı davranan müttefiklerimizi de uyarmaya devam ediyoruz. Dolayısıyla biz aslında ittifakın hem DEAŞ ile mücadele konusunda, en büyük kara ordusuna sahip ülke olarak hem de terörle mücadelenin diğer alanlarında ittifakın perspektifine uygun performans gösterme bakımından en önde gelen ülkelerden birisi olduğumuzun altını çizmek isterim. Ama Türkiye kendi savunma sistemini güçlendirmek için girişimde bulunduğunda bunu sanki ittifaka karşı ya da uluslararası ortaklarımıza karşı meydan okuma gibi sunanların aslında ortaya koydukları tavrın herhangi bir şekilde siyasi ya da diplomatik bir değeri yok. Bu tamamen ön yargılı yaklaşımla ortaya konulan, Türkiye'yi belirli bir alana hapsetmeye çalışan bir yaklaşım."
"Bu kadar farklı silah sistemi kullanılırken..."
Çelik, NATO üyesi AB ülkelerinde 154, ABD'de 27 ayrı silah sistemi kullanıldığına dikkati çekerek, bununla ilgili olarak hem NATO içerisindeki koordinasyonun artması hem silah sistemleri içerisindeki uyum açısından ortaya çıkan tablonun AB üyesi ülkelere her yıl 25 milyar avro maliyeti olduğunun AB Komisyonu yetkililerince belirtildiğini anlattı.
Çelik, "Bütün bu tablo ortadayken, bu kadar farklı silah sistemi kullanılırken sadece Türkiye'nin farklı bir silah sistemi alması sanki bütün bir tabloyu bozuyormuş gibi bir yaklaşımın gerçeklerle de uyuşmadığını belirtmek isterim." dedi.
AB üyesi ülkelerde Fransa'da Rafale, İsveç'te Gripen ve İtalya, Almanya, İspanya ve İngiltere tarafından kullanılan Eurofighter olmak üzere üç ayrı savaş jeti bulunduğunu aktaran Çelik, ABD'nin de en son F35'le gündeme geldiğini söyledi.
Çelik, şöyle devam etti: "Yine Amerikan ordusundan AB üyesi ülkelere karşı 19 farklı tipte tank kullanımı söz konusudur. Yani silah sistemleri arasında sanki tam bir uyum varmış da ülkeler arasında sadece Türkiye bunun dışına çıkıyormuş gibisinden bir yaklaşım doğru değil. Bu kadar farklı silah sistemi NATO içerisinde mümkündür. Üstelik Türkiye'den önce S-300 alan ülkeler arasında Yunanistan, Bulgaristan gibi ülkeler söz konusudur. NATO üyesi ülkeler vardır içlerinde. Bütün bu tablo varken Türkiye'yi bu tabloyu bozuyormuş gibisinden, sanki ortada temelden güçlü sağlam bir konsensus var da Türkiye bunu bozuyormuş gibisinden bir yaklaşım tamamen propagandadan ibarettir, gerçeklerle hiçbir alakası yoktur. Hiç kimse savunma ilişkileri açısından Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu bu sistemleri almasını ittifaka karşı bir tutum gibi yansıtmamalıdır. Hiç kimsenin de diğerini bu koordinasyon konusunda eleştirecek durumu yoktur."
Çelik, Türkiye'nin balistik füze tehdidine karşı hava ve füze savunma sistemini takviye etmek üzere arayışlarının doruğa çıktığı dönemde, 2013-2015 arasında Gaziantep'te ABD, Kahramanmaraş'ta Almanya, Adana'da Hollanda'ya ait patriot sistemlerinin görev yaptığını ancak bunların bir süre sonra ülkelerine götürüldüklerini hatırlattı. Gelen patriotların geçici bir çözüm olduğunu ancak Türkiye'nin karşı karşıya olduğu tehdidin geçici olmadığını belirten Çelik, Türkiye'nin karşı karşıya olduğu tehdidin tam tersine artarak ve güçlenerek devam ettiğini bildirdi.
Çelik, şunları söyledi: "Bu çerçevede ortaya çıkan bu analizler tamamen yanlış temele dayanan analizlerdir. Türkiye'nin NATO içerisindeki gücünü, işlevini ve NATO'nun tüm dünyada ortaya koyduğu misyon içindeki vazgeçilmez rolünü eleştirenlerin önce kendi durumlarını kritik etmelerinde fayda vardır. İkide bir Türkiye'nin NATO ile ilişkilerini bir kritik konusu yapmak, eleştiri konusu yapmak, baştan aşağı propagandadan ibaret, son derece yanlış bir yaklaşımdır. Çünkü Türkiye'yi çekip aldığınızda Türkiye'nin misyonunu yerine getirecek bir şekilde, bu derece performans gösteren, terörle mücadeleye bu kadar katkı sağlayan herhangi bir ülkeye ait değildir, bu eleştirileri getirenler ya da kendi ülkelerinden baktıklarında bu misyonu ortaya koyacak geçmişleri ve performansları yoktur."
Suriye konusu
Ömer Çelik, Suriye'de güvenli bölge konusundaki tartışmaları yakinen izlediklerini, partisinin MKYK ve MYK toplantılarında da konuyu değerlendirdiklerini bildirdi.
Türkiye'nin ABD ile ilk ortak keşif uçuşunun, Müşterek Harekat Merkezi'nin kurulmasından sonra 24 Ağustos'ta iki helikopterle yapıldığını anımsatan Çelik, şöyle devam etti: "Burada herkesin gözü önünde gerçekleşen bir tablo. Bu PYD-YPG unsurlarının bu güvenli bölgeden çıkarılması gerektiğini, bunların bu güvenli bölgeye Suriye'den gelmiş, burada misafirimiz olan kişilerin geri dönmesini sağlayacak şekilde buranın yapılandırılması gerektiğini ve güvenli bölgenin Türkiye'nin kontrolünde olması gerektiğini önemli bir şekilde, büyük hassasiyetle takip ediyoruz. Tabii Türkiye bu güvenli bölgenin müttefiklerimizle birlikte koordinasyon içinde gerçekleşmesini, Türkiye'nin kontrolünde olmasını arzu eder ama bununla ilgili geçmişte yaşadığımız oyalama süreçleri söz konusu olursa burada Türkiye'nin kendi güvenlik ihtiyaçları bakımından gerekli hazırlıkları yaptığı da açıkça ortaya konulmaktadır.
En son Cumhurbaşkanımız yaptığı konuşmada, bununla ilgili haftalara sari bir dönem içerisinde durumu takip edeceğini ve Türkiye'nin bu talepleri yerine gelirse zaten güvenli bölge kurulmuş olacak ama bu talepleri yerine gelmezse Türkiye'nin kendi adımını atabilecek kapasitede olduğunu ifade ettiler. Dolayısıyla önemli olan burada müttefiklerimizle bunu gerçekleştirmek şeklinde, koordinasyon içinde bunu gerçekleştirmek şeklindeki iradenin altını çiziyoruz.
Bu şekilde gerçekleşirse ve Türkiye'nin kontrolünde bir güvenli bölge olursa, PYD-YPG unsurları oradan çıkarılırsa tüm bunlar müttefiklerimizle beraber Suriye'nin ortak bütünlüğüne dönük olarak olumlu bir işe imza attığımızı ortaya çıkaracaktır. Nitekim Rusya'dan gelen açıklamalarda Türkiye'nin ortaya koyduğu bu yaklaşımı anlayışla karşıladıklarını, Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı terör tehdidini gördüklerini, ayrıca Türkiye'nin mülteciler yüzünden ağır yükle karşı karşıya kaldığını gördüklerini ve Türkiye'nin güvenli bölge talebinin, burası önemli bir konu, Suriye'nin toprak bütünlüğünü herhangi bir şekilde zedelemeyeceğini, Suriye'nin toprak bütünlüğüne katkı sağlayacak sonuç ortaya çıkaracağını onlar da ifade ediyorlar.
Bizim açımızdan önemli olan şey Suriye'nin toprak bütünlüğüdür ve Suriye'nin geleceğine Suriyelilerin karar vermesidir. Tabii bu arada da hiçbir şekilde Türkiye'ye dönük bir güvenlik tehdidinin orada oluşmamasıdır. Güvenlik tehdidi oluşturanların hem Suriye'nin toprak bütünlüğünü tehir ettiklerini hem oradaki fiili durumdan yararlanarak bir terör devletçiği kurmaya çalıştıklarını görüyoruz.
Aslında bizim ortaya koyduğumuz bu yaklaşım demokratik değerlere de barışa da en uygun yaklaşımdır. Hem Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması, Suriye'nin geleceğine Suriye halkının karar vermesi, siyasi çözüm üzerinden Suriye meselesinin ele alınması gibi temel değerlerle uyumludur."
Türkiye'nin Doğu Akdeniz ile ilgili hak ve menfaatlerinin korunmasına ilişkin ortaya koyduğu tutuma bazı ülkelerin olumsuz yaklaşımlarının devam ettiğini söyleyen Çelik, bunun Avrupa Birliği değerleriyle uyumlu bir yaklaşım olmadığını ifade etti.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Rum Yönetimi ve Yunanistan'ın arkasında olduklarına yönelik açıklamasını anımsatan Çelik, "Bu açıklama sadece bir mahalle dayanışması açıklamasıdır. Ne oradaki gerçeklerle uyum gösteriyor ne de uluslararası hukuka uygun bir açıklamadır." diye konuştu.
Çelik, Türkiye'nin bölgedeki arama ve sondaj çalışmalarının devam edeceğini vurgulayarak, "Hem Türkiye'nin hak ve menfaatlerinin korunması bakımından hem de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin izin verdiği ruhsat sahalarında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin hak ve menfaatlerinin korunması bakımından bu çalışmalar devam edecek." dedi.
KKTC makamlarının 13 Temmuz'da ortak bir komite kurulması yönünde teklifte bulunduğunu ve bu teklifin Rum Yönetimi tarafından reddedildiğini hatırlatan Çelik, Rum Yönetimi'nin bir yandan garantörlüğün modasının geçtiğine ilişkin açıklamalar yaparken bir yandan da KKTC'nin hak ve menfaatlerini zedeleyecek adımlar atmaktan çekinmediğini söyledi.
Çelik, "Eğer gerçekten bu konuda düşündükleri şey orada çıkan kaynakların adanın tamamı için kullanılması ise adanın tamamı için bir değerlendirme perspektifine sahiplerse burada yapmaları gereken ilk iş bu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti makamları tarafından dile getirilen ortak komite kararına pozitif yaklaşım sergilemeleri olacaktır." şeklinde konuştu.
"Örgütlü bir cehalet"
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP Parti Sözcüsü Faik Öztrak'ın Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nin kaçak olduğu ve oraya yargı mensuplarının gitmemesi gerektiği şeklinde açıklamalarda bulunduklarını anımsatan Çelik, "Enteresan bir parti Cumhuriyet Halk Partisi, aydınlanmış bir despotizm ile örgütlü bir cehalet arasında gidip geliyor. Ya aydınlanmış bir despotizm ortaya koyuyor ya da örgütlü bir cehalet ortaya koyuyor." ifadesini kullandı.
Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nin bütün izinlerinin tam olduğunu vurgulayan Çelik, bu izinlerle ilgili olarak herhangi bir şekilde yargı süreçlerinde herhangi bir sorun olmadığının defalarca ifade edildiğini dile getirdi. Çelik, "Eleştiri getirdiği konuların bir çoğunun zaten olmadığı, olanların da pozitif bir şekilde yargı süreçleriyle sonuçlandığı biliniyor. Fakat sürekli olarak Meclis'te de bunu geçmişte gündeme getirdiler grup başkanvekillerimiz belgelerle cevap verdiler daha sonra yanlış gündeme getirdikleri konuların üzerine maalesef yatarak konuyu tekrar unutturmaya çalıştılar." değerlendirmesinde bulundu.
Çelik, konuyla ilgili dokümanları basın mensuplarıyla paylaştı.
"Cumhurbaşkanlığı Külliyesi milletin evidir. Orada herhangi bir şekilde kaçak bir durum söz konusu değildir." diyen Çelik, bu konunun tamamen yargı süreçlerinde pozitif sonuçlanmış bir konu olduğuna dikkati çekti. Çelik, "Burada tabii ağır bir vizyon ve bilgilenme sorunu, maalesef adli yıl açılışını zehirlemek için ortaya atılan bir takım yalanlar söz konusudur." diye konuştu.
Çelik, iç politika ve dış politika konularında yapılan yanlış açıklamalarla uğraşmak zorunda kaldıklarını dile getirerek, şöyle devam etti:
"Bugün orada yargı reformundan bahsediliyor, yargının önümüzdeki dönem gündemlerinden bahsediliyor ama maalesef olmayan bir ruhsat konusundan bahseden kişi her zaman olduğu gibi Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı oluyor. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanının, CHP yönetiminin ülke gündemiyle vatandaşlarımızın gündemiyle tabii ki Cumhuriyet Halk Partisi'nin tabanını oluşturan vatandaşlarımızın da gündemiyle alakası olmayan bir siyaset yapma biçimleri aynen devam etmektedir. Bütün bu söylenenler, yalandır gerçeklerle ilgisi yoktur, örgütlenmiş cehaletin yeni bir örneğidir."
Diyanet İşleri Başkanlığının 30 Ağustos'taki Cuma Hutbesi'nde Atatürk'e yer vermemesine yönelik eleştirilere ilişkin Çelik, "Diyanet İşleri Başkanlığı önemli bir kurumdur. CHP'nin Diyanet İşleri Başkanlığı ile hem kurumsal hem ideolojik bir kavgası olduğunu, bu kuruma karşı son derece temelden, kurum ne yaparsa yapsın ideolojik bir hoşnutsuzluğu olduğunu biliyoruz zaten." diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ı gerek kurumu yönetmesindeki performansı gerek PKK-FETÖ gibi örgütlerin gençlere dönük zehirleyici propagandalarına karşı yaptığı faaliyetler sebebiyle takdir ettiğini ifade eden Çelik, "Gazi Mustafa Kemal Atatürk konusunda herhangi bir tartışma yoktur. Ülkemizin kurucu önderidir. Her zaman minnetle ve saygıyla anıyoruz. Osmanlı İmparatorluğu ile Türkiye Cumhuriyeti'ni birbirine kavga ettirmeye gerek yoktur, hepsi bizimdir. Büyük bir devlet geleneğinin yüzlerce, binlerce yıllık takipçileriyiz, mirasçılarıyız. Atatürk'e saygı konusunda, Atatürk'e dönük olarak gereken ihtimamın gösterilmesi konusunda Diyanet İşleri Başkanlığının da bir problemi yoktur." değerlendirmesinde bulundu.
Çelik, zaman zaman ibadetin parçası olarak gündeme getirilen çeşitli konuşmalarda, dualarda belli bir gündeme odaklanılarak bu tip tartışmaların yapıldığına dikkati çekerek, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın konuşmalarına ve Diyanet yayınlarına bakıldığında bütün bu iddiaların boş olduğunun görüleceğini söyledi.
"Diyanet İşleri Başkanımız, görevinin başındadır"
Diyanet İşleri Başkanı Erbaş'ın Çanakkale Zaferi anma törenlerinde yaptığı duadan bir bölümü dinleten Çelik, şunları kaydetti:
"Bu devlet erkanının önünde yapılan bir duadır. Görüldüğü gibi başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bütün şehitlerimize, onların anne babalarına mevcut Diyanet İşleri Başkanımız tarafından yapılan bir duadır. Diyanet, hassas bir kurumdur. Diyanet, günlük siyasi polemiklerin dışında tutulmalıdır. Devletin bütün kurumları, Cumhuriyetimizin kurucu önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e gereken saygıyı gösterme konusunda büyük hassasiyet içindedir. Diyanetin de Diyanet İşleri Başkanımızın da bu hassasiyete sahip olduğunu görüyoruz. Bununla ilgili herhangi bir problem yoktur. Diyanet İşleri Başkanımız, görevinin başındadır, görevine devam etmektedir. Bu ay çıkardıkları dergilere bile baksanız, hem çocuk dergisinde hem büyükler için çıkarılan dergilerde bütün bu tartışmaları boşa çıkaran açıklamalar olduğunu, Diyanet İşleri Başkanımızın başka açıklamalarını da dikkatle izlediğinizde, bu eleştirileri tamamen bertaraf eden bir yaklaşım olduğunu görmekteyiz. Herhangi bir zaman dilimindeki bir konuyu çekerek, bu şekilde bu büyük kurumu sanki Atatürk karşıtlığı varmış gibi değerlendirmek doğru değildir."
"Diyanet, gereken hassasiyete sahip"
Ömer Çelik, Diyanet İşleri Başkanlığının son derece önemli bir kurum olduğunu vurgulayarak, "Etrafımızda bu kadar dini istismar ederek terör organizasyonlarını teşvik eden çeşitli yapılar varken, başta DAEŞ, FETÖ olmak üzere... Din istismarıyla ilgili sosyal medyada da rastladığımız maalesef çok acı cehalet örnekleri söz konusuyken, Diyanet İşleri Başkanlığının dinin doğru anlaşılması, dini kültürün, medeni toplum hayatının, şehir hayatının gereklerine uygun bir şekilde yorumlanması bakımından ortaya koyduğu çabanın hepimiz için kıymetli olduğunun altını çizmek isterim." değerlendirmesinde bulundu.
Diyanet İşleri Başkanlığının bulunduğu konum gereği her siyasi tartışmanın içine giremediğini belirten Çelik, "Bu bahsedilen, Atatürk ile ilgili konularda gereken hassasiyete sahip bir kurumumuzdur. Gereken hassasiyete sahip bir başkanımız vardır." ifadelerini kullandı.
"Bizim aslında hakkımız"
Çelik, F35 konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun açıklamalarına ilişkin bir soru üzerine, "Bizim aslında hakkımız... F35'lerin içerisinde biz üretimin başından beri varız ama hakkımız olan bir konuyu herhangi bir şekilde bloke etmeye çalışıyorlar." dedi.
ABD eski Başkanı Barack Obama döneminde Türkiye'nin patriot almak istediğini ancak satılmadığını hatırlatan Çelik, "Hem almak istiyorsunuz hem satılmıyor hem de siz güvenlik ihtiyacınızı başka bir silah sistemiyle giderdiğiniz zaman buna karşı sizin hakkınız olan F35'lerdeki hakkınız bloke edilmeye çalışılıyor." şeklinde konuştu.
Çelik, Türkiye'nin gerek hava savunma sisteminin gerek diğer silahlarının güçlü olmasının müttefiklerinin lehine olduğunu vurgulayarak, Avrupa'nın sınırının Türkiye'den başladığını hatırlattı.
Suriye ve Irak sınırı gibi istikrarsız bir sınır, herhangi bir müttefik ülkenin sınırı olsaydı, Almanya, İngiltere ve Fransa'nın ne tür tedbirler alacağını ve ABD'nin Meksika sınırıyla ilgili hangi tartışmaları yaşadığını soran Çelik, "Türkiye'nin kendi güvenlik ihtiyaçlarını zamanında karşılamasının, aslında toplam güvenliğe katkı sağlayan, toplam güvenliği daha da pekiştiren bir yapısı olduğunu herkesin dikkatle izlemesi gerekiyor." diye konuştu.
"Çavuşoğlu'nun ifadelerinde de bir çelişki yok"
AK Parti Sözcüsü Çelik, Türkiye'nin savaş uçaklarıyla ilgili ihtiyacını F-35'lerle gidermeye çalıştığını hatırlatarak, "F-35'lerle ilgili olarak bu ihtiyacımıza bir blokaj söz konusu olursa tabii ki bu ihtiyacımızı bir şekilde başka bir yerden karşılamak durumundayız. Sayın Cumhurbaşkanımızın koyduğu çerçeve bu şekildedir. Dışişleri Bakanımızın ifadelerinde de bir çelişki yok. Kendisi de benzer konularda aynı şeyi söyledi. Önceliğimizin F-35 almak olduğu, bu önceliğimize, isteğimize rağmen bir NATO üyesi ve müttefik ülke olarak buna birtakım ideolojik sebeplerle blokaj uygulanırsa o zaman Türkiye'nin egemen bir devlet olarak kendi güvenlik ihtiyacını başka bir şekilde başka bir tedarikle gideceği ifade edilmiştir. Burada herhangi bir sıkıntı söz konusu değildir." ifadelerini kullandı.
"Dengelenme durumu başarıyla devam ediyor"
Büyüme rakamlarına ilişkin bir soruyu yanıtlarken Çelik, Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı ekonomik saldırı sonrasında dengelenme durumunun başarıyla devam ettiğini ve alınan tedbirlerin sonuçlarını vermeye başladığını söyledi.
Çelik, çeşitli çeyrek dilimlerde farklı büyüme rakamlarının ortaya çıkabileceğini, önemli olanın toplama bakmak olduğunu ifade ederek, "Yaptığımız iş bütün bu siyasi saldırılara, ekonomik saldırılara rağmen doğru politikalarla bu süreci tamamen geride bırakmak sonucu doğuracaktır." dedi.
"Vakıflar yine gençlere yardıma devam edecek"
AK Parti Sözcüsü Çelik, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin (İBB) 5 vakıfla protokollerin iptali kararına ilişkin bir başka soru üzerine, CHP'li belediyelerin iş başına gelir gelmez önce belli yerlerde Türkiye'ye sığınan ihtiyaç sahibi Suriyelilerin ekmeğini kesmekle, daha sonra da gariban insanları işten çıkarmakla işe başladığını söyledi.
"CHP yazılımından keşke başka bir şey türeseydi" ifadesini kullanan Çelik, şunları kaydetti:
"Bunca zaman geçirildi. Bütün bu zaman içerisinde bütün siyasi kurumlar, siyasi anlayışlar evrim geçirdi ama aynı basamakta duran, hiçbir şekilde gelişmeyen tek yapı olarak numunelik bir örnek gösteriyor Cumhuriyet Halk Partisi zihniyeti. Kendilerince dar bir millet tanımları var. Belli kesimleri milletin asli unsuru olarak tanımlayıp diğerlerini dışarıda bırakıyorlar. Acaba bu söz konusu vakıflara yardımı kesenler, iş başına geldiklerinde bu vakıflarla, 1-2 saat olsun bunların yöneticileri ile bir konuşsaydılar. Bunların hangi faaliyetleri yaptığını, gençlere hangi hizmetleri götürdüğünü, İstanbul halkına ve Türkiye'ye hangi yararlı işleri ortaya koyduklarını bir dinleselerdi. Tüm bunları dinlemeden birtakım propoganda faaliyetlerine başvurarak, 'biz israfı kestik' ya da 'bu kaynaklar İstanbul halkına dönecek' gibisinden dar bir yaklaşımla bakıyorlar. Peki bu vakıfları yürütenler, bunların götürdüğü hizmetlere ulaşan gençler, bunlar İstanbul halkının, kendi vatandaşlarımızın bir parçası değil midir? Bu ayrımcı dili kullanmak meşru mudur? En önemlisi de biraz tutarlılık gerekiyor. Aradan 1-2-3 sene geçmiş değil. Daha birkaç ay önce söylenen sözlerle bugünkü söylenen sözler arasında maalesef dağlar kadar uçurum var. Neden bu kadar faaliyet yapan bu vakıflarla en azından bir oturulsaydı, konuşulsaydı...Hemen bir kara propoganda başladı. Bu vakıflar en zor zamanlarda 28 Şubat dönemlerinde bu yapılar vatandaşa ulaşmak, gençlere ulaşmak için her türlü fedakarlığı göze almış yapılardır. Bu faaliyetlerine devam ederler. Burada eksi not alacak olan, hiçbir şekilde bunların ne yaptığını dinlemeksizin etiketleyerek bunların yardımlarını kesenlerdir. Bunlar yine gençlere ulaşmaya devam edecekler, yine yardım etmeye devam edecekler. Baştan birileri yaptığı yanlış işin adına israfı kestim ya da birtakım kaynakları vatandaşa aktardım gibisinden yanlış spekülasyonlarla bu süreci etiketlemeye çalışırsa, yaptığı sadece kendi faaliyetlerini etiketlemek olur."