04.11.2019 - 18:10 | Son Güncellenme:
AA
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, "Barış Pınarı Harekatı, Kuzey Suriye'de bir terör koridoru hatta bir terör devleti kurmayı hedefleyen amaçları ortadan büyük oranda kaldırmıştır. Bu terör koridoruna çok ciddi bir darbe vurulmuştur ama teyakkuz halimiz devam etmektedir. Teröristlerin niyetlerinden kolay kolay vazgeçmeyeceğini biliyoruz." dedi.
Kalın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde yapılan Cumhurbaşkanlığı Kabine Toplantısı devam ederken açıklamalarda bulundu, gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.
Cumhurbaşkanlığı Kabine Toplantısı'nın 17'ncisinde Barış Pınarı Harekatı başta olmak üzere bölgesel gelişmelerin ele alındığını bildiren Kalın, "Cumhurbaşkanımız, özellikle hem sahada hem masada yürütülen başarılı diplomasi sayesinde elde edilen neticelerin, Türkiye'nin güvenliği ve bölgenin istikrarı açısından büyük önem arz ettiğini kendileri özellikle altını çizdiler. Bundan sonra da önümüzdeki süreçte büyük zorluklarla beraber önemli fırsatları da içermektedir." ifadesini kullandı.
Kalın, Barış Pınarı Harekatı'nın sağladığı fırsatlar çerçevesinde çalışmaların yoğun bir şekilde devam edeceğini, Suriye dosyasının karmaşık, büyük bir dosya olduğunu, şu ana kadar teröristlerden temizlenen bölgenin genişliği düşünüldüğünde hem Türkiye'nin sınır güvenliği hem de Suriye'de yaşayanların istikrarı açısından önem arz ettiğini vurguladı.
Gerek siyasi sürecin ilerletilmesi, gerek anayasa Komisyonunun çalışmalarını devam ettirmesi ve gerekse Suriye'de meşru, demokratik ve kuşatıcı bir yönetimin iş başına gelmesi için seçimlerin yapılması noktasında yapılacak çok şeyin olduğun söyleyen Kalın, şöyle devam etti:
"Ayrıca terörle mücadelenin sadece noktasal bir süreç olmadığını, devam edegelen bir süreç olduğunun altını çizmek isteriz. Barış Pınarı Harekatı özellikle kuzey ve kuzeydoğu Suriye'de, sınırımızın hemen güneyinde bir terör koridoru, hatta bir terör devleti kurmayı hedefleyen amaçları büyük oranda kaldırmıştır. Bu terör koridoruna çok büyük bir darbe vurulmuştur ama teyakkuz halimiz devam etmektedir. Zira teröristlerin niyetlerinden, eylemlerinden kolay kolay vazgeçmeyeceklerini biliyoruz."
"Çalışmalarımıza ara vermeden devam edeceğiz"
Suriye üzerinde oynanan oyunların da devam etiğinin farkında olduklarını vurgulayan Kalın, "Dolayısıyla Cumhurbaşkanımız bu noktalara da dikkat çekmek suretiyle bundan sonraki askeri, istihbari ve diplomatik çalışmalarımıza ara vermeden devam edeceğimizi ifade etmiştir." dedi.
Çeşitli bakanlıkların sunumları olduğunu belirten Kalın, özellikle Adalet Bakanlığının hukuk davalarının hızlandırılması ve yargıya güvenin artırılması konusunda yaptığı reform çalışmasının Kabine ile paylaşıldığını belirtti.
Adalet Bakanlığının konuyla ilgili çalışmasının devam edeceğini ifade eden Kalın, daha önce Yargı Reformu olarak ortaya konan belgenin Türkiye'de hukuk sisteminin daha etkin işlemesi yönünde önemli reformları içerdiğini ifade etti.
Adalet Bakanı Abdulhamit Gül'ün, vatandaşın yargıya güveninin artırılması noktasında hazırlanan taslağı Kabine'de paylaştığını bildiren Kalın, "Güvenlik" başlığı altında Milli Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığının sunumları olduğunu söyledi.
Bu sunumlarda özellikle Suriye merkezli olmak üzere ama Irak ve diğer bölgelerdeki terörle mücadele konularına yoğunlaşıldığını belirten Kalın, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun da sunum yaptığını ve diplomatik süreçlerle ilgili kabineyi bilgilendirdiği ifade etti.
"Barış Pınarı Harekatı, önemini hala koruyor"
Gençlik ve Spor, Tarım ve Orman ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler bakanlarının da sunum yaptığını belirten Kalın, şunları kaydetti:
"Barış Pınarı Harekatı, sadece bizi değil dünya siyasetini de doğrudan ilgilendiren bir konu olması hasebiyle önemini hala koruyor. Bildiğiniz gibi Sayın Cumhurbaşkanımız bu harekatın amacını iki başlıkta özetlemişti. Birincisi, sınırlarımızı terör unsurlarından tamamen temizlemek ikicisi de mültecilerin evlerine gönüllü, güvenli ve onurlu bir şekilde dönmelerini sağlayacak şartları oluşturmak. Bunun ilk aşaması büyük oranda gerçekleşmiş durumda Tel Abyad ve Resulayn arasında yaklaşık 154 kilometrelik alan, 30 kilometre derinliğine terör örgütleri unsurlarından temizlenmiş bulunuyor. Tabi sınırda YPG terör örgütünün çıkmayı reddettiği yerlerde zaman zaman bir takım hadiselerin yaşandığını, saldırıların olduğunu biliyoruz."
"Terör örgütü gerçek yüzünü ortaya çıkarttı"
Barış Pınarı harekat bölgesinde bir askerin şehit olduğunu anımsatan Kalın, "El yapımı bir patlayıcının patlatılması sonucunda bir uzman çavuşumuz şehit oldu, kendisine Allah'tan rahmet, ailesine ve milletimize başsağlığı diliyorum. Bu tür provakasyonlar ve tuzaklara karşı da teyakkuz halinde olmaya devam ediyoruz." diye konuştu.
Özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bulunduğu bölgelerde sivillerin zarar görmemesi, herhangi bir insani krizin yaşanmaması ve saldırıların önlenmesi için de gece gündüz mücadeleye devam ettiğini vurgulayan Kalın, şöyle devam etti:
"Bu terör unsurlarının kalleş yüzü her seferinde tekrar tekrar ortaya çıkmakta. Nitekim evvelsi gün hem Tel Abyad'ta pazar yerinde YPG'nin yaptığı saldırı da bu terör örgütünün gerçek yüzünü bir kez daha ortaya çıkartmış bulunmaktadır. Buna rağmen terör örgütünün kara propaganda yapmak suretiyle ülkemiz aleyhine bir takım faaliyete devam ettiğini de görüyoruz. Bizim için hayretamiz olan Batılı ülkelerin, terör örgütünün propagandasına bu kadar kulak vermeleri. Belki cümleyi tersinden kurmak lazım. Belki de hayret etmemek lazım. Kendi besledikleri, destekledikleri terör unsurları mevzide, sahada alan kaybettikçe, darbe yedikçe kendilerinin öfkesinin, paniğinin arttığını da görüyoruz.
Barış Pınarı Harekatı'na verilen tepkilerin dozunun da doğrudan rahatsızlıkla ilgili olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz. Son 15-20 gün içerisinde yaşanan hadiseler bu gözlemimizi de teyit etmektedir. Örneğin sivillerin katledildiği, Kürtlerin hedef alındığı, özellikle Hristiyan azınlıkların Türk Silahlı Kuvvetleri ya da onların desteklediği birimler tarafından taciz edildiği, kaçırıldığı yahut öldürüldüğü yönünde propagandanın halen devam ettiğini ve belli çevrelerde de etkili olduğun görmeye devam ediyoruz. Özellikle Tel Tamir kasabasıyla ilgili son günlerde aslı astarı olmayan bir takım haberlerin yapıldığını görüyoruz. Şunun altını bir kez daha çizmek istiyorum; Tel Tamir kasabası bizim harekat alanımızın dışında. Normalde burada bir çatışma olmaması gerekirken, buraya YPG'nin mevzilenmek, konuşlanmak suretiyle hem bizim askerlerimize hem de Suriye Milli Ordusu'na taciz atışları yaptığını, askerlerimiz ve istihbarat birimlerimiz tespit etmiş bulunuyorlar. Bu saldırıların amacı bir karşı mukabeleyi harekete geçirmek.
Bu saldırılar neticesinde bizim cevap vermemiz, bunun neticesinde de bütün dünyaya, 'Bakın Türkler ve onların desteklediği Suriye Milli Ordusu, buradaki Hristiyan azınlığı hedef alıyor' diye bir propaganda oyunu oynamaya çalışıyorlar, biz bu oyunu gördüğümüz için gerek Amerikalılara gerek diğer ilgili muhataplara bu konuyu bütün detaylarıyla anlatmış bulunuyoruz. Kiliseleri dahi kullanarak yer yer bu atışların yapıldığını ve bir tahrik unsuru olarak kullanıldığını ifade etmek istiyorum."
Türkiye'nin hem kendi topraklarında hem de bölgedeki bütün azınlıkların ve diğer etnik grupların can ve mal güvenliği konusunda en büyük hassasiyeti gösterdiğini ve göstermeye devam edeceğini belirten Kalın, Barış Pınarı Harekatı'nın başarısını gölgelemeye yönelik kara propaganda faaliyetlerine karşı herkesin çok dikkatli olması gerektiğini söyledi.
'Terör örgütüyle mücadele devam edecek'
Terör örgütüyle mücadelenin devam edeceğini ve Barış Pınarı Harekatı'nın ikinci hedefi olarak mültecilerin evlerine gönüllü bir şekilde dönmelerini sağlayacak çalışmaların yapılmasının da önem arz ettiğini söyleyen Kalın, bu çerçevede Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın BM Genel Kurulu'ndaki konuşmasında eylem planını paylaştığını anımsattı.
Kalın, Erdoğan'ın cuma günü Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres ile görüşmesinde konuyu tekrar gündeme getirdiğini ifade etti.
BM Mülteciler Yüksek Komiserliğinin bu konuda bir çalışma yapması için de sürecin başladığını dile getiren Kalın, Türkiye'nin mültecilerin güvenli, gönüllü ve onurlu şekilde geldikleri yerlere dönmelerini sağlayacak BM çatısını prensip olarak kabul ettiğini hatırlattı.
"Mülteci meselesi sadece Türkiye'nin meselesi değil"
Uluslararası aktörlerin sorumluluk alması ve külfet paylaşımını hayata geçirmesinin büyük önem arz ettiğini vurgulayan Kalın, "Mülteci meselesi sadece Türkiye'nin meselesi değil. DEAŞ'la mücadele, diğer terör örgütleriyle mücadele sadece Türkiye'nin meselesi değil. Küresel bir kriz haline gelen mülteci meselesinin aynı zamanda küresel bir işbirliğini icbar ettiği de izahtan varestedir. Dolayısıyla burada Türkiye'ye dönük bu tür eleştirileri dile getiren ülkelerin öncelikle külfet paylaşımı konusunda ne yapacaklarına dair bir açık, net kafalarındaki fikirleri paylaşmaları isabetli olacaktır." değerlendirmesinde bulundu. Kalın, Türkiye olarak çalışmanın hayata geçirilmesi için çabalarını yoğun bir şekilde devam ettireceklerini söyledi.
Anayasa Komitesi'nin toplanmış olmasının memnuniyet verici bir adım olduğunu ve iki önemli belge kabul edildiğini vurgulayan Kalın, şunları kaydetti:
"Birisi davranış kuralları, ikincisi de bundan sonraki çalışmaların usul ve esaslarıyla ilgili iki belge hem muhalefetin hem de rejimin temsilcileri tarafından kabul edildi. Bu memnuniyet verici bir gelişme. Anayasa Komitesi'nin çalışmalarının bundan sonraki işleyişiyle ilgili önemli bir adım olduğunu, bir aşamanın katedildiğini ifade edebilirim ama burada da tabii yine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı olan 2254 sayılı karar çerçevesinde bu çalışmanın yürütülmesi çok büyük önem arz ediyor. Mevcut anayasanın tadil edilmesi yahut yeni bir anayasanın yazılması şeklinde bu çalışmanın da tamamlanmasını biz arzu ediyoruz, destekliyoruz, aktif olarak da bu çalışmaya zaten iştirak ediyoruz."
Bu çalışmaya paralel olarak siyasi süreci ilerletecek seçimlerin yapılmasının son derece önemli olduğuna işaret eden Kalın, bunun da BM 2254 nolu kararda ifade edilip karara bağlanmış bir konu olduğunu söyledi.
Kalın, Suriye'de demokratik meşruiyeti olan, kuşatıcı, şeffaf bir yönetimin iş başına gelmesi için de Suriye halkının özgür bir şekilde iradesini sandığa yansıtmasının büyük önem arz ettiğini belirtti.
Bazı ülkelerin terörizmle mücadele konusundaki çifte standartlarını hatırlatan Kalın, ABD Dışişleri Bakanlığının 2018 yılına ait terörizmle mücadele raporunun bu anlamda kendilerinin tepkisini çektiğini söyledi. İbrahim Kalın, şöyle devam etti:
"Bu raporda PKK terör örgütü zikredilirken onun Suriye kolu olan YPG ve PYD'nin zikredilmemesi, aynı şekilde 15 Temmuz kanlı darbe girişimini gerçekleştirilen FETÖ terör örgütüne hiçbir atıf yapılmaması terörle mücadele konusunda Amerika Birleşik Devletleri'nin nasıl bir çifte standart içinde olduğunu göstermektedir. Bana dokunuyorsa terör kötüdür, küresel bir acil sorundur yaklaşımı, bana dokunmuyorsa bu başka ülkelerin sorunudur bakış açısı kabul edilmez, kabul edilemez. Daha da kötüsü bu terör örgütünü, PKK'yı bir terör örgütü olarak kabul ettikten sonra bunun Suriye kolunu desteklemek, finanse etmek, eğitmek, silahlandırmak bu terör örgütüne destek vermek demektir, bunun başka bir adı yoktur. Terör örgütünün mensubu olan bir kişiyi bir savaş kahramanı gibi, demokratik meşruiyeti olan bir aktör gibi takdim etmek, bunun Washington'a davet edileceğini ifade etmek, terörle mücadeleye büyük katkı verdiğini ileri sürmek teröre yine destek vermekten başka bir şey değildir. FETÖ terör örgütüyle ilgili olarak da hiçbir cümlenin zikredilmemesi, başka raporlarda da Türkiye'de kovuşturmalara uğramış mağdur dini bir grup gibi takdim edilmesi de yine bu terör örgütünün kimlerin maşası olduğuna dair aslında bize çok açık seçik bir fikir vermektedir."
Türkiye'nin aynı anda DEAŞ, PKK ve çeşitli kolları ile FETÖ'ye karşı mücadele eden tek NATO üyesi ülke olduğunu vurgulayan Kalın, "NATO Genel Sekreteri de bunu çeşitli vesilelerle ifade etmektedir. Bu tespitin yapılıyor olması memnuniyet vericidir fakat ainesi iştir kişinin lafa bakılmaz, pratikte ne yapılıyor? Hem 'en fazla terör saldırısına uğrayan ülke Türkiye'dir' diyeceksiniz hem de Türkiye'nin meşru ulusal çıkarları, güvenlik çıkarları söz konusu olduğunda bu konuda somut bir adım atmayacaksınız. Türkiye bu konuda bir adım attığında da Türkiye'yi işte sivillere saldırmakla, etnik demografik yapıyı değiştirmekle yahut azınlıklara yönelik saldırı yapmakla suçlayacaksınız." diye konuştu.
Bunun kabul edilebilir tarafı olmadığını vurgulayan Kalın, "Terörle mücadele eden bir ülke olarak terörizmin nasıl insanların, toplumların canını yaktığını biz gayet iyi biliyoruz. Terörün tamamının her şeklinin ortadan kaldırılması için de küresel bir işbirliği içerisinde olmamız gerektiğinin altını bir kez daha çizmek istiyorum." dedi.
Türkiye'nin DEAŞ terör örgütüne karşı en etkin mücadeleyi vermiş bir ülke olduğuna işaret eden Kalın, Fırat Kalkanı Harekatı bölgesinde 3 binden fazla DEAŞ'lı teröristi etkisiz hale getirdiklerini anımsattı.
"PKK'yı kağıt üzerinde terör örgütü olarak tanımlamak tek başına yetmez"
Binlerce DEAŞ'lının da sınırda yakalandığını, bazılarının sınır dışı edildiğini, bazılarının da Türkiye'de yargılandığını ve ceza aldığını söyleyen Kalın, yakalananları ülkelerine iade ettiklerini ancak bu kişilerin ilgili ülkelerce serbest bırakıldığını ve bir sonraki terör eylemine katıldıklarını anlattı.
Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bütün bunlar yaşanırken hala 'Türkiye'nin Barış Pınarı Harekatı yahut PKK ile mücadelesi DEAŞ'la mücadeleyi zaafa uğratıyor' iddialarını ortaya atmak bu terör örgütüne kol kanat germekten başka bir şey değildir. Bu konuda biz müttefiklerimizden terörün her türüne karşı açık, net tavır almalarını bekliyoruz. Bu ister Amerika Birleşik Devletleri olsun, ister Avrupa Birliği olsun, ister başka ülkeler olsun, PKK'yı kağıt üzerinde terör örgütü olarak tanımlamak tek başına yetmez, pratikte ne yaptığınız önemlidir. Kağıt üzerinde terör örgütü olarak tanımladığınız bir yapının çeşitli kollarına siz başkentlerinizde izin vereceksiniz, her tür gösteri yapmasına göz yumacaksınız, para toplamasına izin vereceksiniz, her tür militan örgütlenmesini görmezden geleceksiniz, hatta bunların Suriye'deki mensuplarına silah, para desteği vereceksiniz ondan sonra da 'ama biz PKK'yı terör örgütü olarak zaten tanıyoruz' diyeceksiniz, bunun kendi başına hiçbir anlamı yok, pratikte somut adımlar görmek istiyoruz."
Diğer devletler bu adımları atsalar da atmasalar da Türkiye olarak terör örgütünün her koluna, fraksiyonuna ve her rengine karşı mücadeleyi kararlı bir şekilde sürdürmeye devam edeceklerini vurgulayan Kalın, "Dolayısıyla Barış Pınarı Harekatı çerçevesinde bu terör örgütünün sınırlarımızdan uzaklaştırılması bu mücadelenin bittiği yahut yavaşladığımız, durakladığımız anlamına asla gelmez, bunu açık ve net bir şekilde tekrar burada ifade etmek istiyorum." diye konuştu.
"PKK, YPG romantizmi üzerinden terörle mücadele yapılamaz"
Kalın, özellikle yurt dışında yürütülen kara propaganda faaliyetlerine karşı da hem vatandaşların hem de sorumluluk sahibi yetkililerin daha büyük bir bilinçle ve sorumluluk içinde hareket etmelerini beklediklerini ifade ederek, "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, istihbaratın verdiği bilgileri alıp değerlendirmek yerine analizlerini, bakış açılarını, yorumlarını terör örgütünün sağladığı bilgiler çerçevesinde şekillendirmelerini kabul etmemiz asla mümkün değildir. Bu terörist propagandaya sadece göz yummak yahut kulak kabartmak değil bilakis onların propagandasını meşrulaştırmak anlamına gelir. PKK romantizmi üzerinden YPG romantizmi üzerinden terörle mücadele yapılamaz." değerlendirmesinde bulundu.
İdlib konusunun da Türkiye'nin üzerinde hassasiyetle durduğu bir mesele olduğuna dikkati çeken Kalın, Astana Süreci çerçevesinde İdlib Gerilimi Azaltma Bölgesi'nde sağlanan mutabakatın büyük oranda uygulandığını bildirdi. İbrahim Kalın, bu statükonun muhafaza edilmesi konusunda da Rusya ve İran ile görüşmelerin yoğun bir şekilde devam ettiğini, burada insani bir krizin yaşanmaması, yeni bir göç dalgasının olmaması için de sahada bütün imkanları aktif şekilde kullanmaya devam ettiklerini bildirdi.
İdlib Mutabakatı'nın en önemli ayaklarından birinin bölgede 12 askeri gözlem noktasının konuşlandırılması olduğunu dile getiren Kalın, bu askerler sayesinde bölgeye sıkışmış 2,5-3 milyona yakın insanın en azından görece olarak güvenli bir ortamda yaşadıklarını belirtti.
Kalın, Türkiye-Suriye sınırının Suriye tarafında Atme kampı dahil olmak üzere 100 binlerce Suriyeli bulunduğunu bildiklerini ve bunlara Türkiye'den her tür insani yardımı yapmaya devam ettiklerini dile getirerek, "Fotoğrafa böyle baktığınız zaman 3,6 milyon Suriyeli mülteciye Türkiye'de bakarken, Suriye tarafında da en az bunun kadar hatta 4 milyondan fazla Suriyeli mülteciye insani yardım noktasında katkı sağladığımızı ifade etmeliyiz. Yani toplamda baktığınızda sorumluluk alıp insani noktada yardım götürdüğümüz Suriyeli sayısının çok daha fazla olduğunu hatırlatmak isterim." ifadelerini kullandı.
Sözcü Kalın, "PKK'ya karşı, YPG'ye karşı Barış Pınarı Harekatı başladığında ortalığı birbirine katanlar bilmelidirler ki o Türk askeri sayesinde bugün İdlib'de nispi bir barış ve güven ortamı vardır. Bizim 12 tane askeri gözlem noktamız orada olmasaydı bugün belki yepyeni bir insani krizle karşı karşıya bulunacaktık. Dolayısıyla İdlib'de askerimizi alkışlayanların Barış Pınarı Harekatı bölgesinde Telabyad'da, Rasulayn'da teröristlere vurduğu darbeyi bir insani kriz yahut DEAŞ'la mücadelede zaaf olarak takdim etmelerinin bir lafı güzaftan ibaret olduğunu da burada özellikle ifade etmek isterim." değerlendirmesinde bulundu.
RUSYA İLE ORTAK DEVRİYE
Rusya ile yapılan mutabakat çerçevesinde ilk ortak devriyenin sonuçları ve ikinci ortak devriyenin ne zaman yapılacağının sorulması üzerine Kalın, Rusya ile ilk ortak devriyenin, 22 Ekim tarihli Soçi Anlaşması çerçevesinde Telebyad'ın doğusunda Şenyurt Derbesiye bölgesinde 1 Kasım'da gerçekleştiğini kaydetti.
Kalın, "Uzunluk olarak 87,5 kilometre, derinlik olarak 9-9,5 kilometre, genişlik olarak da 32,5 kilometrelik bir alanda 4 kirpi, 26 personel ile ilk ortak devriye gerçekleşti. Bu süreç içinde herhangi bir PYD/YPG paçavrasına rastlanmadı. Onların mevcudiyetine dair olumsuz bir tespit yapılmadı. 3 noktada tünel çalışması yapıldığı tespit edildi. Diğer teknik yönleriyle de bu ortak devriyenin başarılı bir şekilde gerçekleştiğini ifade edebilirim." diye konuştu.
İkinci devriyenin yarın yapılmasını planlandığını ve askeri makamların Rus mevkidaşlarıyla yakın temas içinde olduklarını belirten Kalın, "Diğer devriyelerin de aynı şekilde sahada bu terör örgütü unsurlarının tamamen çekildiğinin teyit edilmesini sağlayacak sonuçlarla tamamlanmasını arzu ediyoruz." ifadelerini kullandı.
Kalın, bir gazetecinin "ABD Başkanı Donald Trump'ın, ABD ziyaretini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın istediğini söylediği ve ziyaretin geri çevrilip çevrilmeyeceği" konusundaki sorusu üzerine, ziyaretin Trump'ın daveti üzerine planlandığını, bugüne kadar da bununla ilgili değişen bir şey olmadığını vurguladı.
Sözcü Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Sayın Trump bu daveti yaklaşık 3 hafta kadar önce kendisi bizzat yaptı bir telefon görüşmesinde... Daha sonra biz mevkidaşlarımızla görüşerek daveti belirledik. Sayın Cumhurbaşkanımızın bir ziyaret talebi söz konusu olmamıştır. Ziyaretin olup olmayacağına dair değerlendirmemiz şu anda devam ediyor. Bu ziyaretten amacımız Washington'a gitmiş olmak değil, tam tersine ülkemizin çıkarları doğrultusunda somut neticeler elde edebilmektir. Savunma sanayisinden terörle mücadeleye, Suriye'deki gelişmelerden ikili ticaret hacimin artırılmasına kadar Amerika Birleşik Devletleri ile yürüttüğümüz pek çok konu var. Bunlarla ilgili somut adımların atılması, neticelerin elde edilmesi bizim birinci önceliğimizdir. Ziyaretin sebebi de amacı da budur. Eğer bu hedefe ulaşabileceğimize dair tereddütlerimiz izale olmazsa, bu ziyaretin gerçekleşmemesi de mümkündür. Ama bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımız değerlendirmelerini halen yapıyorlar. Nihai olarak kararını yakın birkaç gün içinde belki vereceklerdir. Bu ziyaret talebi bizden gelmemiştir. Sayın Cumhurbaşkanımızın böyle bir talebi olmamıştır. Sayın Trump'ın daveti üzerine planlanmış bir ziyarettir. Olup olmayacağına dair değerlendirmelerimiz de şu aşamada devam etmektedir."
Yargı Reformu Paketinde "Af konusunun bugün gündemde yer alıp almadığı ve emeklilikte yaşa takılanların durumunun ne olacağı"na ilişkin soru üzerine Kalın, "Af konusunun bugün gündeme gelmediğini" söyledi.
Kalın, bugün daha ziyade hukuk davalarının hızlandırılması ve vatandaşın bu süreçte daha etkin, daha kısa süre sonuç almasını sağlayacak düzenlemelerin gündemde olduğunu, emeklilikte yaşa takılanlar meselesinin de gündemde yer almadığını ama Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının 3600 ek gösterge ile bir çalışması olduğunu, onun da bugünkü toplantıda gündeme gelmediğini kaydetti.
KHK AÇIKLAMASI
Bir gazetecinin, "Sayın Bülent Arınç'ın birkaç gündür yaptığı açıklamalar gündemde. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra KHK ile görevden atılanlar ve ayrılmak zorunda bırakılanlar için 'KHK bir faciadır' açıklamasında bulundu. Muhalefetten 'FETÖ propagandası yapılıyor' yorumları geldi. AK Parti'li Şamil Tayyar'dan da 'Savcıları göreve çağırıyorum' şeklinde açıklama geldi. Sayın Arınç'ın açıklamaları Cumhurbaşkanlığının görüşlerini yansıtmakta mıdır, yansıtmamakta mıdır?" sorusu üzerine "Öncelikle Bülent Bey'in açıklamaları, kendi şahsi görüşleridir, Yüksek İstişare Kurulu adına yapılmış bir açıklama değildir." diye konuştu.
Kalın, KHK'lerin, o günün, o olağanüstü şartların altında, içerisinde hayata geçirilen bir uygulama olduğunu belirterek, "KHK'ler 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bir tercih değil, bir zorunluluk haline gelmiş bir uygulamadır." vurgusunu yaptı.
Sözcü Kalın, şöyle devam etti:
"Zira siz böyle bir terör örgütünün böyle bir saldırısıyla karşı karşıya kaldığınızda, binlerce militanıyla devletin her yerine sızmış bir örgüte karşı mücadele etmek durumunda kaldığınızda siz de olağanüstü tedbirler almak zorundasınız. Zaten kanun hükmünde kararnamelerin temel mantığı da budur. Normal şartlar altında, normal yasal prosedürlerle yapılır. Bir kere bunun altını çizmemiz lazım. KHK'ler, durup dururken gündeme alınmış bir şey değildir.
O gece yaşadıklarımızı, ondan önce ve sonra yaşadıklarımızı hepimiz biliyoruz. O gece, Cumhurbaşkanımız ve ailesini dahi öldürmeye kasıt niyetiyle yola çıkanların hamdolsun milletimizin direnişiyle, Cumhurbaşkanımızın dirayeti ve liderliğiyle oyunlarının boşa çıkartıldığını, planlarının başlarına geçirildiğini hep birlikte gördük. Olayı orada bırakmak devlet açısından da millet açısından da büyük bir zaaf olurdu. Zira 251 insanımızı şehit eden, 1193 insanımızı gazi bırakan, sakat bırakan, yaralayan bir terör örgütüne karşı hiçbir şey yapmayalım elbette hiçbir devlet diyemezdi. O günün o şartları içerisinde de bu tedbirler uygulanmıştır. Süreç içerisinde KHK'nin aldığı kararlar çerçevesinde görevinden uzaklaştırılan, yahut mağdur olanlar varsa bununla ilgili de mekanizmalar kurulmuştur. Oralara da binlerce başvuru yapılmıştır. Bunların da çok önemli bir kısmı neticelendirilmiştir. Görevlerine iade edilenler olmuştur, edilmeyenler olmuştur. Burada her bir vakanın nevi şahsına münhasır olduğunu da akılda tutmak gerekir.
Bir genelleme yaptığınızda, 'bir faciadır' dediğinizde, 15 Temmuz darbe girişimi faciasını adeta gölgeleyen bir tutum sergiler gibi algılanırsınız doğal olarak. Bunun yerine KHK'ler ile ilgili alınan kararların hukuk zemini çerçevesinde yargı yoluna götürülmesi, başvuru yapılması yönünde neler yapılabilir, bunlar üzerinde durulmuştur ve bununla ilgili mekanizmalar da zaten kurulmuştur."
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, bu mekanizmaların işlemekte olduğuna işaret ederek, "Dolayısıyla, bunu böyle bir külli hükümle zemmetmeye çalışmak doğru bir yaklaşım değildir. Kendi şahsi görüşleridir dediğim gibi." şeklinde konuştu.
"Türkiye'yi ileriye taşıyan siyasi hareketin adresi bellidir"
"Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu'nun 'Toplumsal bir anlaşma imzalayalım' şeklinde açıklamaları oldu. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?" sorusu üzerine Kalın, şu açıklamalarda bulundu:
"'Toplumsal bir sözleşme imzalayalım' açıklaması, eğer kendi siyasi gündeminin ötesine geçebilecek derinlikte, mahiyette bir açıklama ise o zaman şunu belki hatırlatmak lazım; Sayın Cumhurbaşkanımız, çeşitli vesilelerle Türkiye ortak paydası üzerinde zaten durmaktadır ve bunu da AK Parti'nin 17 yıllık iktidar süreci içerisinde azami ölçüde de hayata geçirmiş bir liderdir. Bu süreç içerisinde tabii ki pek çok siyasi değerlendirmeler yapılmıştır, farklı kavramlar üretilmiştir ama sürekliliği olan ve Türkiye'yi her gün bir adım ileriye taşıyan siyasi hareketin adresi de bellidir, siyasi liderin ismi, kimliği de bellidir.
Türkiye ortak paydası içerisinde yürütülen bu çalışmaların en önemli sonuçlarından bir tanesi de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olmuştur. Milletimiz, buna yüzde 50'den fazla destek vermek suretiyle de hayata geçirmiştir. Dahası Sayın Cumhurbaşkanımız kendi siyasi hayatında çok önemli bir karar almış, 50 1'i çıta olarak koymuştur. Yani, parlamenter sistemde çok daha az 30, 35, 40, yüzde 43 gibi oy oranıyla tek başına iktidar olmak varken 50 1 gibi yeni bir çıta, yeni bir hedef koymuştur. 'İttifaklar dönemi kapansın' veya 'ihtilaflar değil ittifaklar üzerinden gidelim' gibi ifadeler de kullanılıyor. Bunun da yolu açıktır. Diğer siyasi partiler de bir ittifak kurmuştur."
Kalın, demokratik kurallar çerçevesinde insanların, siyasi partilerin, vatandaşın, seçmenin farklı tercihler yapmasının önünü açacak yolların da mevcut olduğunu dile getirerek, "Dolayısıyla burada Türkiye ortak paydası çerçevesinde milli ve yerli bir bakış açısıyla ama dünyaya da kendimizi kapatmadan tarihi, kültürel mirasımızı dünyanın bugünkü kazanımlarıyla mezcederek bir perspektif geliştirmek zaten mümkündür. Bu da büyük oranda hayata geçirilmektedir." dedi.
"Türkiye, bugüne kadar hiçkimseyi kapıya koymamıştır"
Bir gazetecinin, "Sayın Cumhurbaşkanı BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'i kabul etti. Görüşmede, Güvenli Bölge'ye ilişkin olarak Uluslararası Donörler Toplantısı gündeme geldi mi?" sorusuna Kalın, "Sayın Cumhurbaşkanımız Sayın Guterres ile yaptığı toplantıda bu konuyu gündeme getirdi. Zira külfet paylaşımı noktasında hem BM'nin hem de uluslararası aktörlerin devreye girmesi bizim açımızdan da önem arz ediyor." yanıtını verdi.
Kalın, bu konunun sadece Türkiye'nin meselesi olmadığının altını çizerek, şu değerlendirmede bulundu:
"Sayın Guterres de özellikle bu külfet paylaşımı ve mültecilerin geri dönüşüyle ilgili uluslararası toplumun sorumluluk alması konusunda son derece pozitif tutum ve yaklaşım sergiledi. Bu konuda çalışmalara destek vereceğini de ifade etti. Şu anda BM Mülteciler Yüksek Komiseri ile de Dışişleri Bakanımızın bir görüşmesi olacak. Daha önce Dışişleri Bakan Yardımcımız görüşmüştü.
Dolayısıyla bu süreci BM çatısı altında nasıl ilerleteceğimize dair detaylı çalışmalar şu anda yapılıyor. Ben tekrar bu vesileyle şu hususun altını çizmek istiyorum; Türkiye, bugüne kadar hiçkimseyi kapıya koymamıştır, tam tersine biz açık kapı politikasıyla ki bu Cumhurbaşkanımızın resen kendi siyasi iradesi ve vicdanıyla ortaya koyduğu çok önemli insani bir politikadır. Biz geçtiğimiz 6-7-8 yıl içerisinde Suriye'den binlerce insanın hayatını bu politika sayesinde kurtardık.
Türkiye'de bulunmaları zaman zaman tartışma konusu oluyor ama bu insanların cehennem ateşinden kaçarak bu topraklara geldiğini akıldan çıkartmayalım. Bu sayede insanlara biz kapılarımızı, gönüllerimizi açtık ve hamdolsun bu insanlar en azından can ve mal güvenlikleri sağlanan bir yerde hayatlarını idame ettiriyorlar. Elbette eninde sonunda ülkelerine döneceklerdir."
Bunun şartlarını oluşturmak için şu anda da çalışmaların sürdüğünü aktaran Kalın, şunları kaydetti:
"Bunun gönüllü, güvenli, insan onuruna yakışır bir şekilde gerçekleşmesi için de biz çalışmalarımızı yoğun bir şekilde devam ettireceğiz. Uluslararası toplum bu konuda defalarca sınıfta kaldı. Biz tekrar çağrı yapıyoruz; bu insanlara sırtlarını dönmesinler. Bunlar en az bir Avrupalı, bir Amerikalı kadar insan onuruna layık, özgürlük, barış, huzur ve refah içerisinde yaşamayı hak eden insanlardır. Bunların hayatlarına katkı sağlayacak bir zeminin, şartların oluşması için sorumluluk herkestedir. Hem siyasi bir sorumluluktur hem ahlaki bir sorumluluktur hem de insani bir mesuliyettir. Bu mesuliyetten kaçmamaları kendi insanlıkları açısından bir zaruriyettir."