28.04.2020 - 17:11 | Son Güncellenme:
AA
Çelik, Kovid-19 salgınına karşı alınan tedbirler kapsamında video konferansla gerçekleştirilen AK Parti Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısı devam ederken, parti genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın coşkuyla kutlandığını belirten Çelik, "TBMM, iki kere gazi olmuş bir meclistir. Dünyadaki bütün meclislerden farkı, her meclis belli bir kurtuluş savaşının sonunda kurulmuşken bizim Meclisimiz bundan önce kurulmuş, İstiklal Savaşı'mıza, Kurtuluş Savaşı'mıza kumandanlık etmiş bir meclistir. Bu bakımdan dünya meclisleri arasında müstesna bir yere sahiptir." diye konuştu.
Meclisin İstiklal Savaşı sırasında Polatlı'dan top sesleri duyulurken görevine devam ettiğini hatırlatan Çelik, "Aynı ruhun yaşadığını 15 Temmuz'da da gördük. 15 Temmuz'da hain teröristler tarafından yüce Meclis bombalanırken her partiden milletvekillerimiz Meclisi terk etmemiş ve Mecliste ölmeyi göze alarak hain darbe girişimine karşı direnmiştir. Cumhuriyetimizle, demokrasimizle, yüce Meclisimizle gurur duyuyoruz." ifadelerini kullandı.
Çelik, 23 Nisan günü İstanbul'da 7 tepeden 7 kıtaya bir konserle dünyaya seslenildiğini anımsatarak "Sanatçılarımız İstanbul'un 7 tepesinden insanlığı temsilen 7 kıtaya seslendiler. Türkiye dünyanın her tarafına bu koronavirüs günlerinde güçlü bir destek verirken aynı zamanda bu barış çağrısını, insanlık çağrısını da Ulusal Egemenlik Bayramı'mız günlerinde gerçekleştirmiş oldu." dedi.
Tüm vatandaşların ramazan ayını tebrik eden, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü'nün de kutlanacağını hatırlatan Çelik, "Bütün emekçilerin bayramını onlarla tam bir dayanışma içerisinde şimdiden tebrik ediyoruz." diye konuştu.
Çelik, 27 Nisan'ın AK Parti hükümetine karşı verilmek istenen bir muhtıra teşebbüsünün yıl dönümü olduğunu belirterek "27 Nisan, Türk siyasi tarihinde bir dönüm noktasıdır. İlk defa bir Cumhuriyet hükümeti, verilmek istenen bir muhtırayı, tebliğ edilmek istenen bir muhtırayı kabul etmemiş, tebellüğ etmemiş ve aynen iade etmiştir. Bu, Cumhuriyet tarihinde, Türk siyasi tarihinin demokratikleşmesi, sivil siyasetin tahkim edilmesi bakımından bir dönüm noktasıdır." değerlendirmesinde bulundu.
Türkiye'de kötü ve antidemokratik olan bir muhtıra geleneğinin söz konusu olduğunu anımsatan Çelik, "Adeta askeri bürokratların seçilmiş hükümet karşısında her türlü hiyerarşiden bağımsız bir şekilde, antidemokratik usullerle davranması Türkiye'de belli kesimler tarafından takdir edilen, alkışlanan bir tabloydu. Maalesef Türkiye'nin enerjisini tüketmiş, Türkiye'yi geriye götürmüş son derece yanlış uygulamaların adresi olmuştur." dedi.
"Seçimlerin göstermelik olduğu bir düzen tesis edilmişti"
O dönemde Türkiye'nin Milli Güvenlik Kurulu toplantısından Milli Güvenlik Kurulu toplantısına nefes almaya çalıştığını anlatan Çelik, "Geçmişte Türkiye'deki ekonomik krizlerin, siyasi krizlerin arkasında bu yapı, bu antidemokratik model söz konusudur. Vatandaşımız oyunu veriyordu ama oyunu vererek iktidara getirdikleri, bir müddet sonra antidemokratik güçler tarafından iktidar edebilme, muktedir olma kabiliyetlerini kaybediyorlardı. Dolayısıyla Türkiye'de seçimlerin sadece göstermelik olduğu bir düzen tesis edilmişti." diye konuştu.
"Bütün bu kötülüklerin dönüm noktası 1960 ihtilalidir." ifadesini kullanan Çelik, son derece yanlış işlerin yapıldığı süreçleri Cumhuriyet tarihi boyunca pek çok alanda gördüklerini belirtti. Bu zihniyetin her kesim ve her ideolojiden vatandaşı mahrum eden bir zihniyet olduğuna işaret etti. Çelik, şunları söyledi:
"İlk defa bütün bir tarihimiz boyunca böyle bir muhtıra teşebbüsüne hükümetlerimiz döneminde, 27 Nisan'da cevap verilmiştir. Eğer o kabul edilseydi bizim hükümetlerimiz de kadük hale gelecekti, kötürüm hale gelecekti. Bu, 27 Nisan muhtırası olarak tarihe geçecekti. Ama hükümetimiz tarafından kabul edilmediğinde muhtıra olması istenen bir şey kağıt parçasına dönüşmüştür. Neticede sivil siyasetin güçlenmesi, reformların yapılması, Türkiye'deki vesayetin ortadan kaldırılması bakımından bir dönüm noktası olmuştur. O gün nasıl direnildiyse muhtıra teşebbüsüne, oradan 15 Temmuz'daki hain darbe girişimine karşı direnişe kadar adım adım, kademe kademe demokrasimizin, sivil siyasetimizin güçlendiği bir tarihi hep birlikte yaşadık, hep birlikte ifa ettik. Dolayısıyla 27 Nisan sıradan bir gün değildir, Türk siyasi tarihi açısından demokrasinin kendisi üzerinde vesayet kurmak isteyen güçlere karşı en tok, en net ve en cesur karşı koyuşlarından bir tanesidir."
Koronavirüsle ilgili dünya çapındaki tartışmaları yakından takip ettiklerini ve bunun, insanlığın karşılaştığı en büyük tehditlerden biri olduğunun rahatlıkla ifade edilebileceğini aktaran Çelik, şunları kaydetti:
"Bütün bu kötü boyutlarının yanı sıra insan olmaya dair değerlerin daha çok keşfedildiği, dünyanın geleceğine dair sorumluluğumuzun daha çok konuşulduğu günlerin ortaya çıkmasına da vesile olmuştur. Ölümler oluyor, acılar oluyor, bunlardan büyük bir üzüntü duyuyoruz ama aynı zamanda doğanın kendini toparlaması, iklimin dengeye gelmesi, çeşitli coğrafi görünümlerin belirginleşmesi, insan hayatına dair daha anlamlı söylemlerin ortaya çıkması bakımından, dünyanın kendini tamir etmesi bakımından da üzerinde çokça düşünülmesi gereken bir süreç bu. Tabii ki dünyada çatışmalar, ideolojik tartışmalar devam ediyor ama bir yandan da gündelik hayatın insanlık için ne kadar değerli olduğu her gün yaptığımız ve aslında farkına varmadığımız şeylerin insanlığımızı belirlemek ve geleceğe taşımak açısından ne kadar kıymetli olduğunu da altı çizilen bir dönem. Dolayısıyla bir yandan krizler var, bir yandan büyük bir meydan okumayla karşı karşıyayız ama bir yandan da insanlık üzerine tefekkürün dönüm noktalarından bir tanesi içerisinde bulunduğumuz da ifade edilebilir."
Dünyanın, sağlıkçıların ve çeşitli grupların verdiği mücadele açısından "yeni vatanseverlik" diye bir kavramı konuştuğunu belirten Çelik, "Bizim kültürümüzde, inançlarımızda, siyasi tasavvurumuzda vatanseverlik, resmi-gayri resmi, resmi-sivil, askeri-sivil gibi ayrımlara tabi değil. Bu ülke için, insanımız için, insanlık için iyilik üreten herkesin vatanseverliğinin altını çiziyoruz. Bu açıdan baktığımızda dünyanın yeni keşfettiği şeyler bizde aslında olağan olarak görülen şeyler. O yüzden de dünyanın takdirini çekiyor." diye konuştu.
Bu süreçte aile içi şiddetin artmasının Çin'den İngiltere'ye kadar hassasiyetle üzerinde durulması gereken bir mesele olduğunu ifade eden Çelik, Türkiye'de bu konulardaki şikayetleri ve süreçleri yakından takip ettiklerini söyledi.
Koronavirüsten önce büyük devlet kavramının uluslararası ilişkilerin merkezinde yer aldığını anlatan Çelik, "Artık büyük ve akil devlet kavramı merkezi bir rol ifade etmeye çalıştı." dedi.
Gücü, askeri kapasitesi, ekonomisinin büyüklüğü ne olursa olsun bu virüs salgınında olduğu gibi insan hayatını koruyamıyorsa, buna yönelik kriz yönetimine ve sağlık alt yapısına sahip değilse büyük devlet olmanın bir anlam ifade etmediğini dile getiren Çelik, "Bu şekildeki büyük devletler ancak iri devlet olarak adlandırılabilir. Dolayısıyla büyük devlet aynı zamanda akil olan devlet anlamına gelmektedir." ifadesini kullandı.
Bütün bir kapasitesini insanlık için kullanabilen devletlerin, büyük devlet olduğunu, iri devletlerin bu kriz karşısında nasıl dağıldığının, bocaladığının, savrulduğunun görüldüğünü aktaran Çelik, "Ülkemizse hem krizin yönetimi bakımından hem insanımıza sahip çıkma bakımından hem de insanlığa sahip çıkma, ihtiyaç duyduğu malzemeleri götürme bakımından büyük ve akil devlet olmayı, bu kavramı en çok hak eden devlet olarak öne çıkmaktadır." değerlendirmesinde bulundu.
Çelik, NATO Genel Sekreterinin dayanışma kapsamında atıfta bulunduğu tek şeyin, Türkiye'nin yaptığı yardımlar olduğunu kaydetti.
Aynı zamanda bütün dünyanın kendi başının derdine düşmüşken unuttuğu Filistin'e bir tek Türkiye Cumhuriyeti'nin bu ilgiyi gösterdiğini belirten Çelik, "Cumhurbaşkanımız Filistin Devlet Başkanı Abbas'la da konuşarak bu konuları ele almıştır. Orası da Türkiye Cumhuriyeti'nin ilgi sahasının merkezindedir. Filistin'den dünyanın her yerine kadar bütün ihtiyaç duyan insanlığın, büyük ve akil devlet olarak adresleyebileceği birinci ülke Türkiye olarak öne çıkmaktadır." dedi.
Türkiye aleyhine ne zaman kötü haber olsa bunu içeriye tercüme etme, hatta bu kötülükleri içeride siyasallaştırma konusunda kadrolu kesimler bulunduğunu dile getiren Çelik, şimdi aynı kesimlerin yabancı basının Türkiye'yi öven yaklaşımları ve haberleri karşısında suskun kaldıklarını söyledi. Çelik, "Kendi ülkesine karşı bu derece hastalıklı bir yaklaşım içinde olanların maalesef yalan haberiyle uğraşmak önemli bir vaktimizi almaya devam ediyor." ifadesini kullandı.
Cibuti'deki 3 Yunan vatandaşının Türkiye'ye getirilmesi için başvuru yapıldığını, Dışişleri Bakanlığının devreye girmesiyle Türk Hava Yolları ile bu kişilerin Türkiye'ye geçirildiğini anlatan Çelik, Yunanistan Dışişleri Bakanının bundan bahsederken "Cibuti Dışişleri Bakanlığı ve AB'nin destekleriyle kendi vatandaşlarının ülkelerine getirildiğini" söylediğini aktardı.
Cibuti'den Yunanistan'a kadar bütün rolü üstlenen, bütün yardımı yapan ülkenin Türkiye olduğunu belirten Çelik, "Yunanistan Dışişleri Bakanının kendilerinin ürettiği Türkiye düşmanlığının esiri haline gelmesi, bu propagandanın esiri haline gelmesi bakımından önemlidir. Esasında Yunanistan'daki zihniyet açısından hiçbir şeyin bu insani konular söz konusu olduğunda bile en fanatik siyasi yaklaşımın üretilmesinden geri kalınmadığının bir örneğidir. Özellikle Yunanistan Dışişleri Bakanlığı başta olmak üzere, Yunanistan'daki yetkilileri insani konuları bu siyasi fanatizme defalarca yaptıkları gibi kurban etmemeleri konusunda tekrar uyarmak isteriz." değerlendirmesinde bulundu.
"Baştan aşağı yalan"
Ankara Barosunun Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş hakkında yaptığı açıklamaya değinen Çelik, "Şimdi ikinci bir bildiri yayınlayarak Baro, kendisinin İslam düşmanlığı yapmadığını, böyle bir niyetinin olmadığını söylemeye çalışmış. Fakat bunun baştan aşağı yalan olduğu yaptıkları açıklamanın satırlarına bakıldığı zaman net bir şekilde görülüyor." dedi.
Meselenin Diyanet meselesinin ötesinde anlamlar ve amaçlar taşıdığını gördüklerini ifade ederek, Baronun açıklamasından bazı bölümleri aktaran Çelik, şunları söyledi:
"Ben doğrusunu söylemek gerekirse 27 Nisan'ı da andım. İnsanlık dışı çok metin gördüm, antidemokratik çok metin gördüm, hukuk düşmanı çok metin gördüm fakat bu Ankara Barosunun yayınladığı kadar çirkin, hukuk düşmanı, insanlık düşmanı ve baştan aşağı İslamofobik nefret suçuyla dolu bir metin görmedim. Yani bu bütün bu çirkinliklerin hepsini geride bırakan, hepsinin ötesine geçen bir metin olmuştur.
Şimdi birisi çıksa laiklikle ilgili bir eleştiri açsa, Diyanetin konumuyla ilgili bir eleştiri açsa demokrasi içerisinde bunların hepsi mümkündür. Türkiye'de bu eleştiriler yapılıyor, dünyada da yapılıyor. Akademik düzeyde, siyasi düzeyde yapılıyor. Ama Türkiye'yi geçmişte laiklik anlayışını da felç ederek, laiklikçilik diyeceğimiz bir yaklaşım, bir siyasal din üzerinden felç etmeye çalışarak hem laikliğe zarar vermişlerdir hem bu toplumun değerlerine zarar vermişlerdir. Laik devlet bir barış projesidir ve biz parti olarak laik devlet projesini desteklediğimizi her zeminde söylüyoruz."
"Bu açıklamanın laikliğe vurgu yapmak amacını taşıdığının" söylendiğini aktaran Çelik, "Ne zamandan beri insanlara 'kan kokan zihniyete sahiptir' demek ya da 'kadınları yapmaya davet edecek' demek, bu şekildeki bir arkaik pozitivizm ne zamandan beri laiklik savunusu anlamına gelmektedir. Bizatihi bir kişinin inanç sistemi içerisindeki değerlerini ortaya koymasını engellemeye dönük en laiklik karşıtı metinlerden birisidir bu Ankara Barosunun yaptığı, tam bir faşist zihniyetin ürünüdür." dedi.
"O baroya üye hukuk insanlarına dönük de saldırıdır"
Herhangi bir insanlık değerinin zamanın geçmesiyle değer kaybedeceğini düşünecek kadar faşist bir kafayla karşı karşıya olduklarını ifade eden Çelik, "Esasında o baroya üye hukuk insanlarına dönük de bir saldırıdır bu çünkü temel hukuki haklara saldırıdır." diye konuştu.
Diyanet İşleri Başkanlığının anayasal bir kurum olduğunu ve Anayasa ve yasalarla verilen görevin belli olduğunu dile getiren Çelik, "İslam'ın ilkelerini topluma anlatmak, açıklamak. Bunu yaparken İslam'ın emirlerini zikrettiği için her seferinde her zikrettiğinde bir toplum kesimini karşısına aldığını söylemek, 'Diyanet İşleri Başkanı İslam hakkında hiç konuşmasın, Ortodoks Patriği Hristiyanlık hakkında konuşmasın, Yahudi Hahambaşı Musevilik hakkında hiç konuşmasın' diyen faşist bir zihniyete götürür herkesi. Bu son derece tehlikelidir. Bakın zaman zaman Türkiye'de vesayetin geride kaldığına dair rehavete kapılıyoruz ama kafasını nerelerden uzattığına baktığımızda şaşırıyoruz. 12 Eylül'de anayasa lağvedildiği zaman darbecilere gidip ilk selam duran Anayasa Mahkemesinin başkanıydı." ifadesini kullandı.
Bu zihniyetin hukukla, demokrasiyle ilgili bir zihniyet olmadığını, Diyanet İşleri Başkanı Erbaş'ın yasal görevini yaptığını ve İslam'ın değerlerini zikrederken nefret suçuyla mücadele ettiğini vurgulayan Çelik, açıklamasının kimseyi hedef gösteren, şiddete çağıran, kimsenin temel hak ve hürriyetlerini askıya almaya dönük bir üslup taşımadığını, burada kimsenin vatandaşlık haklarına dönük bir saldırının da söz konusu olmadığını kaydetti.
Çelik, hukuk insanlarının üye olduğu bir kurumun böyle bir işe imza atmış olmasının, sorumluları açısından utanç vesilesi olduğunu, açıklamanın Avrupa'daki aşırı sağcıların, faşistlerin bile zihninden geçmeyecek nasıl İslam düşmanı bir metin olduğu görüldükten sonra düzeltilmesi gerekirken ikinci bir açıklamayla aynı zihniyetin sürdürüldüğünü söyledi.
Bazı CHP'lilerin, Ankara Barosunun Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'a, ramazan ayının ilk cuma günü verdiği hutbedeki bazı ifadeleri dolayısıyla yönelttiği eleştirilere destek verdiğini gördüğünü söyleyen Çelik, "Şunu düşündüm, bu arkadaşlarımız herhalde dedim bu metnin ne manaya geldiğini görmediler. Bu tartışmanın mahiyetine tam olarak vakıf değiller o yüzden bu desteği veriyorlar. Çünkü demokratik siyasette siyasi meşruiyete, demokratik meşruiyeti inanan birisinin böyle bir şeye destek vermesi mümkün değil. Fakat sonra baktım ki bazıları destek verirken Ankara Barosunun bu faşist açıklamasını etiketleyerek, ekleyerek destek vermişler. Bunun son derece ürkütücü olduğunu, son derece üzüntü verici olduğunu söylemek isterim." diye konuştu.
Çelik, uluslararası gelişmeleri ve İsrail'deki hükümet kurma çalışmalarını yakından takip ettiklerini belirterek, şunları söyledi:
"Şimdi gelinen noktada, maalesef daha ilk kararlarının Batı Şeria'yı ilhak kararı olması hem bir suçtur hem vicdana sığmaz hem ahlaka sığmaz. İki bağımsız devlet temelindeki barış çalışmalarını tamamen sabote eden, bağımsız Filistin Devleti'nin bütün varlığını yok etmeye çalışan bir yaklaşımdır bu. Uluslararası toplumun buna daha güçlü bir şekilde tepki vermesi gerekir. Bu ırkçı bir yaklaşımdır ve tamamen Filistin halkını, zaten azalmış, küçülmüş ve zayıflatılmış elde kalan son haklarından da mahrum etmeye çalışan bir yaklaşımdır. Uluslararası toplumun, İsrail'de yeni hükümet kurulması çalışmalarında ilk gündeme gelen konunun Batı Şeria'nın ilhakı olmasını güçlü bir şekilde protesto etmesi ve bunun engellenmesi için bu ilhakın yasa dışılığının sadece sözde kalmaması, birtakım eylemlere de dökülmesi için ciddi tedbirler alması gerekiyor.
Libya'da yaşanan son gelişmelere değinen Çelik, "Dün değil evvelsi gün bu Hafter bir darbe girişimi içinde bulunmaya çalıştı. Kendisini hiçbir hukuki temeli olmayan birtakım makamlara yapıştırmaya çalışıyor. Fakat Libya halkının geleceği açısından BM'nin tanıdığı hükümetin arkasında durmaya ve onları desteklemeye Türkiye olarak devam ediyoruz. Biz bütün bu gelişmeleri kapsamlı bir şekilde değerlendiriyoruz ve ele alıyoruz." dedi.
"Son derece hassasız"
Çelik, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin (İBB) 23 Nisan'da çocuklara gönderdiği kitapçığa ilişkin şu değerlendirmede bulundu:
"Aleviliğin ayrı bir din olarak gösterilmesi hem milletimizi inciten hem doğru olmayan hem Alevi vatandaşlarımızı inciten, baştan aşağı yanlış, son derece provokatif bir yaklaşımdır. O günden beri bekledik bu konuda sağduyulu bir açıklamanın yapılmasını, bir izahatta bulunulmasını ama maalesef herhangi bir şekilde böylesine bir izahatta bulunulmadı. Etrafımız mezhepçilik belasından çok çekerken Sünniler ve Aleviler arasındaki kardeşliği aynı zamanda bölgemizdeki Sünniler ve Şiiler diğer gruplar arasındaki kardeşliğe vurgu yaparak hem bölgesel bir politika hem küresel bir politika haline getirme konusunda biz son derece hassasız. Ama Aleviliği İslam'dan ayrı bir din gibi göstermenin, Avrupa'da bazı yabancı servisler tarafından yapılan, Alevi vatandaşlarımızı Türkiye'den koparmaya çalışan ama Alevi vatandaşlarımız tarafından güçlü bir şekilde reddedilen bir politika olduğunu biliyoruz."
"Provokatif bildiri kardeşliğimize dönük bir sabotajdır"
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP Sözcüsünün İBB'nin 23 Nisan'da çocuklara gönderdiği kitapçığa ilişkin yorum yapmamalarını manidar bulduğunu belirten Çelik, şöyle devam etti:
"Alevi kardeşlerimize dönük bir provokasyondur, milletimize dönük bir provokasyondur, milletimizin kardeşliğine dönük bir provokasyondur. Başkalarının kışkırtmaya çalıştığı birtakım fay hatlarını tetiklemeye dönük maalesef son derece çirkin bir yaklaşımdır. Sayın Kılıçdaroğlu'ndan bu konuda bir şeyler duymak istiyoruz. Bu konular gündeme getirilirken kendisine bunlar sorulmakta mıdır? Kendisinin bunlarla ilgili olayı var mıdır ? Bu konuları nasıl değerlendirmektedir?
İstanbul'da gelişen en küçük olayla ilgili olarak bir açıklama yapıyorlar, en detay konuyla ilgili bir açıklama yapıyorlar, koskoca bir partinin bu konuda topyekun suskun kalması son derece yanlıştır. Özellikle Sayın Kılıçdaroğlu'nun CHP Üsküdar ilçe başkanının tacizci yaklaşımı konusunda bile televizyonlarda uzun uzadıya açıklama yaptığı ve buna mesai harcadığı, zaman harcadığı günler geçirdik. Şimdi ise gelinen noktada böylesine provokatif bir yaklaşım karşısında Sayın Kılıçdaroğlu'nun ne düşündüğünü duymak istiyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediyesinin çocuklara dağıttığı provokatif bildiri kardeşliğimize dönük bir sabotajdır."
"Çok az kaldı, işin büyük kısmını atlatıyoruz"
Daha sonra gazetecilerin sorularını yanıtlayan Çelik, 65 yaş üstü vatandaşların sokağa çıkma kısıtlamasının esnetilmesine yönelik bazı haberlerin olduğu belirtilerek, bununla ilgili değerlendirme yapılıp yapılmadığının sorulması üzerine, uygulamaya "sokağa çıkma yasağı" denildiğini ancak esasında bunun, vatandaşların sokakta hastalıkla karşılaşmasını engelleme çabası olduğunu söyledi.
Çelik, "Biz 65 yaş üstü vatandaşlarımızın özellikle yaşları itibarıyla bu salgın karşısında daha kırılgan olduklarına dair bilim adamlarının ortaya koyduğu veriler, bir de belli bir yaş grubu altındakilerin bulaştırma konusundaki aşırı hareketliliğiyle ilgili bilim adamlarının tavsiyeleri doğrultusunda bu tedbirleri alıyoruz. Aslında bunlara 'yasak' demek doğru değil. Bunlar, sağlığı korumak için alınan tedbirlerdir." diye konuştu.
Tedbirlere sıkı şekilde uyulması halinde mayıs sonuna doğru normalleşmenin konuşulmaya başlanabileceğini dile getiren Çelik, şunları ifade etti:
"Çok az kaldı. İşin büyük kısmını atlatıyoruz, diğer bir kısmına geçiyoruz ama tedbirlerde bir gevşeme olursa, salgını artıracak birtakım kuralsızlıklar ortaya çıkarsa, bugün 'havalar güzel, evde oturmak zor oluyor' diye atacağımız bir adım, normalleşmeyi birkaç hafta, birkaç ay ileriye atabilir. Dolayısıyla bütün bunlar, önümüzdeki dönemde vakaların takip edilmesine göre değerlendirilecek konular. Şu anda en büyük vurgumuz şudur, İçişleri Bakanlığımız tarafından yayınlanan genelgelerin hepsi vatandaşımızın sağlığı korumak içindir. Bu genelgelerdeki kısıtlılıklara tam olarak uyulması, normalleşmeyi hızlandıracaktır. Normalleşmenin hızlanması buna bağlıdır. Bu gerçekleştiği zaman normalleşme hızlanacaktır."
"Konu idari ve adli makamaların sorumluluğundadır"
Çelik, Adana'da polisin kazara ateş açması sonucu hayatını kaybeden Suriyeli genç ile ilgili değerlendirmesinin sorulmasına karşılık, gencin yaşamını yitirmesinden dolayı büyük üzüntü duyduğunu, olayı duyar duymaz gencin babasını aradığını ve üzüntüsünü dile getirdiğini söyledi.
Gencin babasına, 'Siz bizim kardeşimizsiniz, evladınız da bizim evladımızdır.' dediğini, olayı bu şekilde hassasiyetle değerlendirdiklerini dile getiren Çelik, şunları kaydetti:
"Tabii bir polis memuruyla ilgili idari ve adli soruşturma yürüyor. O konuda benim bir şey söylemem mümkün değildir. Bildiğim kadarıyla en son sulh ceza hakimliğine sevk edilmişti, tutuklandı zannediyorum. Şu bizim için esastır, güvenliğimiz hukuku korumak, yüceltmek içindir. Her bir can azizdir. Tabii ki idari ve adli soruşturma titizlikle yürütülecektir. Burada herhangi bir ön yargıyla davranmak ya da örtbas faaliyeti içinde olmak zaten söz konusu değildir. Orada idarenin, güvenlik güçlerinin başında olanlar, hukuk konusunda hassas arkadaşlarımızdır. Bu kayıptan dolayı büyük bir üzüntü duyuyorum. Babasına da söyledim, 'Allah rahmet eylesin, başınız sağ olsun. Siz kardeşimizsiniz, evladınız da bizim evladımızdır, acınızı paylaşıyorum.' Kendisi de 'Ben kardeş olduğumuzu biliyorum, teşekkür ediyorum. Cumhurbaşkanımıza selamlarımı iletiyorum.' dedi. Biz tabii ki konuyu takip ediyoruz ama konu idari ve adli makamaların sorumluluğundadır. İdari ve adli açıdan şeffaf, hukuka dayalı bir soruşturma yürütüleceğinden kimsenin kuşkusu olmaması gerekir. Adana'mızın da başı sağ olsun bu vesileyle."