R.Hakan Kırkoğlu

R.Hakan Kırkoğlu

pembenar@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Hayatta kesinlik ve kontrol arayan bir bakış açısı yerine yeniden Montaigne’e yönelebiliriz

Sevgili okurlar, işte yeniden Montaigne ile karşınızdayım. 16. Yüzyılda, Rönesans Fransa’sında yaşamış,  deneme türünün ilk örneğini veren, düşünür, yazar Michel de Montaigne’den bahsediyorum. Daha önceki yazımda, onun evrensel düşüncelerinden, insan psikolojisinin derinlerine inen felsefi bakış açısından ve özellikle de “Nasıl Yaşanır ya da bir soruda Montaigne’nin Hayatı” adlı biyografisinden (Sarah Bakewell) söz etmiştik. Bu kitap, Emre Ülgen Dal başarılı çevirisi ile Domingo yayınlarından çıkmış. Montaigne’nin ilginç hayatı ve kişiliği, biyografi kitabının ilerleyen bölümlerinde hayata bakış açımızı değiştiren pencereler yani farklı felsefeler nedeni ile çok daha dikkat çekici bir hal alıyor. Özellikle Descartes öncesi ve sonrası dönemde, başka bir deyiş ile, ruh ve bedenin artık ikiye ayrıldığı dualist felsefe sonrasında, Montaigne’e bakış açısının da değiştiğini görürüz.

Haberin Devamı

Bakewell, Montaigne’nin insanoğlunun kibrini törpülemek ve ahlaki dersler de aktarmak adına hayvan hikayelerinden yararlandığını ifade eder. Bu hikayelerde Montaigne bir bakıma insanoğlunun evrende üstün olmadığını, hayvanlarında belirli yetenekleri ile insanlarından daha üstün  olabildiklerini anlatmakta idi. Bu hikayeler hem eğlendirici hem de ders verici olabiliyordu. Ancak Montaigne’den sonra, özellikle 17. yüzyıl ile birlikte gelişen düşünceler ve hatta din adamları dahi Montaigne’nin bu hayvanlarla insanları karşılaştıran düşüncelerinden hiç haz etmediler. Bakewell bu açıdan, Descartes öncesi ve sonrası dönemin birbirinden ne kadar ayrıştığını ve hatta Descartes’ın insanlarla hayvanları birbirine ne kadar zıt gördüğünü yazar. Descartes bir hayvanla gerçek anlamda bakışamazdı der. Hayata çok daha evrensel bir gözle bakan Montaigne ise bunun tam tersini deneyimleyebilmekte idi. 17. Yüzyıl ile birlikte gelişen ruh ve bedeni bir birbirinden tamamen ayıran felsefi bakış açısı aslında insan psişesinde büyük bir boşluk, bir uçurum yaratmış, mutlak bir kesinlik ihtiyacının adeta bir kölesi haline gelmişti.

Haberin Devamı

Kediden dersler

Aksine, Montaigne ise Denemeler’inde kedisi üzerinden hareket ederek, onun bilinci ve varoluşu ile doğrudan bir bağ kurabildiğini (Ruhun sadece akılda yerleştiği düşüncesi ile -yani maddeyi tamamen şuursuzlaştırarak- Descartes hayvanları bir otomat yani makine olarak görmekte idi) hatta “Ben kedimle oynadığım zaman, benim onunla zaman geçirmemden çok onun benimle eğlenmediğini nasıl bileyim? “ diye sorarak, her canlının bu dünyayı farklı algıladığı evrensel bir bakış açısını ortaya koymakta idi.

Sözün özü, hayat karşısında kesinlik isteği, aşırı belirleyici (determinist) ve ruhu (animayı) yani maddeyi harekete geçiren canlı gücü sadece maddi nedenlere indirgeyen bir felsefe (ki Kuantum fiziği bu görüşleri yeniden sorgulamamıza neden olmuştur) hayatımızda büyük bir boşluk hissi yaratmıştır. Montaigne’nin kedisi örneğinde ise, çok daha evrensel, bütünleyici, insan ve doğa arasında daha güçlü bir bağ kurabilen, belki günümüzde, sadece insanın evrenin merkezi olmadığını bize hatırlatan, ve kuşkusuz daha açık uçlu bir sorgulama ile hayatı anlamamızı kolaylaştıran bir yol bulabiliyoruz.