13.11.2020 - 10:31 | Son Güncellenme:
Duygu Bay - PembeNar Özel
Hepimizin zaman zaman içine çekildiği sorular bunlar. İkili ilişkilerin, kadın-erkek dünyasının sırrına henüz erişilemedi, deneye yanıla mümkününü bulduğumuz bu yolculukta Psikiyatrist Dr. Bahar Tezcan yeni kitabı Terapi Odasında İyileşen İlişkiler ile tam da bu sorulara yanıt veriyor. “Bize iç dünyasını açanlara gizlilik borçluyuz. Kitapta kurgu olmayan tek karakter Psikiyatr, yani benim,” diyor. Haydi başlayalım…
Yeni kitabınız Terapi Odasında İyileşen İlişkiler raflarda yerini aldı. Vakalarınızın kurgu olduğunu belirtiyorsunuz. Fakat hepimiz biliriz ki tüm kurgular ilhamını gündelik hayattan alır. Sizin karakterlerinize bir AVM’de, toplu taşımada ya da bir kafede rastlama olasılığımız var mı?
Evet, vakalarım kurgu ama hayatın içindeler. Yani gerçek kabul ettiğimiz bu dünyanın her yerinde, bu hikayeler ve benzerleri bir gün bir yerlerde yaşanmıştır ve yaşanacaktır. İnsana dair tüm psikolojik süreçler daima vaka öykülerinin ve edebiyatın konusu olmuştur. Kurgu olduğunu özellikle belirtme sebebim, bu hikayelerdeki karakterleri yazarken bana terapi nedeniyle başvuran kişilerin yaşam öykülerini kullanmadığımın altını çizebilmekti. Çünkü hastalarımızın hikayelerini anlatma davranışının etik ve yasal olduğunu düşünmüyorum. Bize iç dünyasını ve sırlarını açanlara gizlilik borçluyuz.
Tanık olduğumuz ilk ilişki prototipi anne ve babamızla kurduğumuz ilişki. Gelecek ilişkilerin formüllerinin burada yattığını söylüyorsunuz. Geçmişten azade olmak mümkün değil mi? Peki bunları nasıl çözeceğiz?
Geçmiş, ne azat edilmeyi beklediğimiz bir hapishanedir ne de şimdiyi ve geleceği şekillendirmemize bir engeldir. Geçmiş, ancak üzerine basıp yukarı çıkacağımız bir merdivenin ilk basamağıdır. Yani onu inkar ederek ya da onunla savaşarak değil, orada bize neler olduğunu kavrayarak, yüzleşerek yola devam edebiliriz. Bu nedenle çok kıymetli bir bilgi bankasıdır. İlişkilerimizin ilk modeli olan anne-baba-çocuk ilişiklerinde nasıl bir rol üstlendiğimizi anlamak sonraki ilişkilerimizde seçtiğimiz roller için bir kalıp oluşturur. Orada ilk öğrendiğimiz sevme ve sevilme dili, bağlanma yetenekleri biz onları anlayıp çözümleyene kadar sinsice hayatımızı yönetir. Orada olanlara cesurca bakmak, anlamlandırmak çok mühimdir. Ve bir suçlu aramak yerine, mağdur hissetmeden, mevcut ilişki modellerimizi şekillendirmenin sorumluluğunu almak çözüm haritamızın ana yolları olabilir.
İlk kitabınızda “Beni Göreceksin” adlı vakanızda, narsist bir erkekle ilişkide çakılan bir kadını oturtuyorsunuz koltuğa. Bu aslında çok rastlanır bir örnek, neden kadınlar olarak hep zor ve kendiyle problemlerini çözememiş erkeklere kapılırız?
İkinci kitabımda da benzer bir vakaya yer verdim. Çünkü oldukça yaygın rastlanan bir ilişki modeli maalesef. Üstelik sadece kadınlar değil erkekler de zor kişiliklere çekim hissedebiliyor. Zoru seçen kişi, zora alışık olduğu için buna yönelir. İlişkilerin çatışmalı olduğu bir aileden geliyordur, sağlıklı sevgiyi öğrenememiştir, sorunlu kişilikler ona tanıdık gelir ve tanıdık olan hikayelerde bulunmak insana kendini güvende hissettirir. Kendini sevmeyi ve saymayı öğrenememiş olan kişi başkasından bunları beklemesi gerektiğini hesaba katamaz. İnsanın yaralandığı yerden gidebilmesi için önce bu yarayı hak etmediğine inanması gerekir.
“Değişim, ‘Bir yerlerde yanlışlık var,’ demek yerine, ‘Bir yerlerde yanlış bir şeyler yapıyor olabilirim,’ demekle başlayabilirdi ancak.” diyorsunuz kitabınızda. Değişmek sizce insanın elinde mi, bu kadar kolay varmak mümkün mü farkındalığa?
Değişim daima mümkün. Bunun ne kadar kolay ya da zor olacağı yürümeniz gereken yolun uzunluğu ile ve yoldaki engellerle belirlenir. Ama çok zor olsa bile sonunda kazanacaklarımız buna değer. Bir başka etken ise kişinin olaylarla ilgili sorumluluğunu alabilmesi, bunlara kendi katkılarını anlayabilmesidir. Olaylar üzerinde denetim kurabilmek için değiştirebileceğimiz kısımlara odaklanmalıyız. Başkalarının yaptıklarını sadece anlayabiliriz ama kendi eylemlerimizi değiştirerek hikayeye yön verebilme gücüne de sahibiz.
Bağlanmak öğrenilen bir şey mi? Orta sınıfa mensup erkeklerin yeni kalkanı “ıssız adam sendromu” oldu? Sizce neyi ıskalıyor bağlanmakta bu kişiler?
Bağ kurabilen canlı yaşamda kalabildi. Demek ki evrimsel ve içgüdüsel bir süreç. Ancak bu bağlanmanın sağlıklı ya da patolojik olup olmayacağı kişiye öğretilen bağlanma stili ile ilgili. En temel ve belirleyici öğreti anneden gelir. Babayla da şekillenir. Dönemin kültürel faktörlerinin de yaşanacak ilişki modellerine etkisi yadsınamaz. Issız adam olduğunu belirten çoğu kişi emin olun bunu o sırada birlikte olduğu kişiden uzaklaşmak için bir bahane olarak kullanıyor ki bu çok trajikomik. Ancak bu sendromun gerçek mensupları yani gerçek ıssızlar, bizim kaçıngan bağlananlar olarak nitelediğimiz kişiler. Bu bireyler bir ilişkide yakınlaşma ve bağ kurma başladığında, hatta olasılığı bile olduğunda kendilerini huzursuz hissederler ve hızla uzaklaşırlar. Adeta yutulma korkusu yaşarlar. Onlar için mesafe güven demektir.
Yeni bir ilişki biçimi çıktı modern çağın nimetleriyle birlikte: dijital flört. Artık insanlar çeşitli aplikasyonlarla hiç tanımadığı insanlarla eşleşip ilişki kuruyor, bir haliyle yalnızca dijital üzerinden kurularak da kalabiliyor. Personalarımızı bir ekranın arkasına hapsetmek bize neden güvenli geliyor sizce?
Yarattığınız kimlik ile bir ilişkiye giriyorsunuz böyle durumlarda. Bir nevi dublör kullanmak gibidir bu. Yaralanacak olan gerçek benliğiniz değil, sahte kimliğinizdir. Bu durumda risk almak çok kolay hale dönüşür. Bu, acı çekmeye karşı verilen en büyük savunmadır.
İkinci kitabınız “Terapi Odasında İyileşen İlişkiler” de Psikiyatr Bahar adında kendinizden yola çıktığınızı düşündüğümüz bir karakter de var ve danışanlarına eşit mesafeden yaklaşıyor ama bir vakada kendi aldatılma hikayesini de paylaşıyor. Kendinizi okura açmak size neler hissettirdi?
Kitapta kurgu olmayan tek karakter psikiyatrist yani ben. Okurlara açık kalple ve samimiyetle yaklaşmak, yazdığım her satırı benim için daha anlamlı kıldı. Aldatma konusunda ise vermek istediğim mesaj şuydu; aldatılmış olmak özgüveninizi sarsmasın, bunun hakkında konuşmaktan utanmayın, herkes aldatılabilir, bu bir eksiğinize karşı verilmiş yanıt değildir. Süreç tüm bunlardan daha karmaşıktır aslında evet ama bunu bir benlik meselesi olarak değil bir ilişki sorunu olarak algılayın.
Aldatma demişken, yüzyıllardır çözülemeyen bir konu aldatma. Direkt sormak gerekirse neden aldatırız?
Aldatmanın her gün üzerinde konuşulan yüzlerce nedeni vardır. Ancak bence asıl mesele nedenlere odaklanmak değildir. Çünkü aldatmanın bahanesi olmaz. Sadakat her şeyden önce bir niyet ve değer meselesidir. İlişkide ya da kişiliğinizde yaşadığınız sorunlara çözüm olarak aldatmayı seçmenizin sebebi hayatı böyle kaçarak yaşamayı öğrenmiş olmanızla ilgilidir. Oysa kaçmak hiçbir şeyi çözmez, sadece soruna katkıda bulunur. Aldatmamak üzerine bir değer benimsemek ise ne kadar cesur olduğunuzla ilgilidir.
“Geçmiş onu anladığınız, size neler olup bittiğini fark ettiğinizde geçmişte kalıyor” diyorsunuz. Geçmişi nasıl anlayacağız?
Yaşadıklarımıza belli bir mesafe alarak ve adeta bir roman kurgusuna ait karakterler dizgesi okur gibi tüm yaşanmış sahneleri okumaya çalışarak. Anımsayarak, üzerinde düşünerek, mümkün olduğunca yansız, sebep sonuç süreçleri hakkında bağlantılar kurarak, neyin neden ve nasıl yaşandığının izlerini sürerek. Ama tüm bunlar için zihninizi kitaplarla eğiterek ve psikolojik düşünme yeteneğinizi geliştirerek. Zorlandığınız ve anlamlandıramadığınız noktada ise psikoterapi yardımı almaktan çekinmeyerek. Unutmak marifet değil, içinden geçtiğimiz her anıyı da sırtlanıp yola devam etmek asıl kudret.
Terapi koltuğunda bu kez erkekler de var. Erkekler sorunlarını açarken daha mı ketum oluyorlar?
Geleneksel erkeklik yasaları, erkeklere duygu ve düşüncelerini açığa vurmaması gerektiğini dayatarak onlara çok zarar verdi. Duygular zayıf kişilikle bağdaştırıldı. Ağlayan erkek utandırıldı. İlişki sorunları hakkında konuşan erkek küçümsendi. Erkeklerin dünya meselelerine dair kafa yorması gerektiği, ilişkilerin ancak kadınların meselesi olduğu söylendi. Sanki insan ilişkilerinden arınmış bir dünya meselesi varmış gibi. Bunca şartlanmanın altında kaç erkek çekinmeden iç dünyasını bir terapiste açabilirdi ki. Ama neyse ki bu tuzaklardan kurtulan, bilimin uygulama alanı olan psikoterapiye güvenen ve ilişkiler dahil her konuda konuşan erkeklerin sayısı artık bir hayli fazla. Erkeklerle uzun yıllardır bireysel psikoterapi yürütüyorum. Bu bana cinsiyetlere dair tüm mitlerden uzaklaşmamızı, erkeklerin de kadınların da çok temel bir meselede buluştuklarını gösterdi. Herkes aslında sevmek, sevilmek, güvenmek, bağ kurmak, onaylanmak istiyordu.
Okurlarınıza son olarak neler söylemek istersiniz?
Kitap yazmak büyük bir emek, duygu, tutku ve sabır meselesi. Bir kitaba ulaşmak, özümseyerek okumak ve zaman ayırmak da öyle. Umarım okurlar bu sabrı ve emeği verme cömertliğinde bulunurlar. Umarım kitabı bitirdiklerinde insan doğasının karmaşık yapısına dair aydınlanır, ilişkilerin boğulunacak değil, yüzmeyi öğrenilecek sular olduğunu kavrarlar ve yeni sorular üretebilme cesaretini hissederler.