16.04.2021 - 17:02 | Son Güncellenme:
İnsan vücudunda yaşayan tüm mikroorganizmalar yani bakteriler, virüsler, mantarlar mikrobiyota olarak adlandırılmaktadır. Mikrobiyotamız parmak izimiz gibi benzersizdir, kişiye özeldir. Genetik özelliklerimizin yanı sıra doğum şekli, beslenme şekli, erken yaşamda çevresel faktörler ve antibiyotik kullanımı mikrobiyota gelişimimizde kritik öneme sahiptir.
Uzun yıllar mikroorganizmaların zararlı ve hastalıklara neden olduğu kanısı kabul görmüş olsa da insan vücudunda 100 trilyona yakın dost bakteri yaşamaktadır. Bu dost bakteriler sağlıklı kalmamızda büyük bir önem taşımaktadır.
'Dost bakteriler ve zararlı bakteriler denge halinde olmalı'
Bağırsaklarımız dost bakterilerin sayıca ve çeşitlilik açısından en fazla bulunduğu ortamdır. Vücutta dost bakteriler ve zararlı bakteriler denge halinde ise, kısacası bağırsak sağlıklı ise diğer vücut sistemlerimiz de sağlıklıdır.
'Tüm vücudu etkileyen problemler ortaya çıkabilir'
Modern yaşam tarzı, aşırı hijyen, Batı tarzı beslenme alışkanlıkları, artan sezaryen doğum, anne sütü yerine formula ile beslenme, antibiyotikler bağırsak mikrobiyotamızı olumsuz yönde etkileyerek dost/zararlı bakteri oranını değiştirebilir. Bu faktörler dost bakterilerin sayısı ve çeşitliliği azaltırken zararlı bakterilerin sayısını da artırabilir. Sonuç olarak sindirim sistemi, bağışıklık sistemi, hormonlardan düşünce ve duygularınıza kadar tüm vücudunuzu etkileyen problemler ortaya çıkabilir. Daha ciddi sağlık sorunlarının oluşmasını önlemek için bağırsak mikrobiyotamızın dengesini tekrar sağlamanız gerekebilir. Özellikle ilk 3 yaşta mikrobiyota dengesizliği ileri yaşamda astım, alerji, obezite ve diyabet riskini artırıyor.
'Dengede tutmak için probiyotik ve prebiyotikler önemli'
Dost bakteriler yani probiyotikler Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımına göre yeterli miktarda alındığında insan sağlığına yararlı etkileri olan, canlı mikroorganizmalardır. Bu faydalı mikroorganizmaları besleyen, çoğalmalarını sağlayan sindirilemeyen bileşiklere ise prebiyotik denilmektedir.
Probiyotiklerin, bağırsak duvarının bütünlüğünün korunmasında, sızdıran bağırsak sendromunun önlenmesinde, gıdaların sindiriminde ve emiliminde, zararlı bakteri sayılarının azaltılmasında, bazı vitaminlerin üretiminde, bağışıklık sistemimizin gelişimi ve desteklenmesinde, duygu ve davranışlarımızın düzenlenmesinde olumlu etkileri olduğu gösterilmiştir.
Doğum şekli bebeğin sağlıklı gelişimini nasıl etkiliyor?
İnsan vücudunda çok bilinen iki cins bakteri bulunuyor: Lactobasiller ve bifidobakteriler. Bebekler büyük oranda bu yararlı mikroorganizmaları, normal doğum sırasında anneden almaktadır. Sezaryenle doğan bebekler doğum kanalından geçmediği için maalesef bu yararlı/dost bakterileri alamazlar ve bu bebeklerde astım, alerji, obezite gibi kronik hastalıklara yakalanma riski artar.
'Anne sütü mucizevi bir probiyotik ve prebiyotik kaynağıdır'
Bebeğin sağlıklı mikrobiyota gelişimi için en az normal doğum kadar önemli olan diğer bir etmen ise bebeğin anne sütü almasıdır. Yaşama sağlıklı başlaması için, tüm bebeklerin doğumdan hemen sonra emzirmeye başlatılması, ilk 6 ay sadece anne sütü verilmesi ve 6. aydan sonra uygun besinlerle beraber emzirmenin 2 yaş ve ötesine kadar devam ettirilmesi önerilmektedir. Birçok dost bakteri içeren anne sütü mucizevi bir probiyotiktir. Aynı zamanda bakterileri besleyen prebiyotikleri de içermektedir. İlerleyen dönemde ise bebeği kanser ve kronik hastalıklardan korur.
Tıbbı gereklilik durumunda sezaryen kaçınılmazsa ve bebek anne sütü alamıyorsa, bebekler dost bakterilerin yüzde 90-95 ini oluşturan bifidobakterileri alamazlar. Bu bebeklere hekime danışarak probiyotik takviyesi verilebilir. Hekim önerisine göre klinik çalışmalar ile etkisi kanıtlanmış belli türler eczaneden alınabilir.
Probiyotik ihtiyacımızı nasıl karşılayabiliriz?
Mikrobiyotamızın çeşitliliği beslenme tarzımız ve gıdalarımızın çeşitliliği ile ilişkilidir. Yapılan bir çalışmada günlük diyetlerinde laktobasilleri içeren yoğurt yiyen Bulgaristan ve Kafkasya’da yaşayan insanların uzun ömürlü oldukları saptamıştır. Yoğurt, kefir, ekşi mayalı ekmek ve turşu gibi gıdalar vücudunuza fayda sağlayan birçok dost bakteri içermektedir, fakat bu gıdalardaki probiyotik miktarını günlük kullanımda ölçmek pek mümkün değildir. Her gün lif bakımından zengin, dengeli beslenmek dost bakteri sayısını uygun seviyelerde tutmaya yardımcı olur. Araştırmalar, tıbbi bir durumun tedavisinde veya önlenmesinde sadece bu gıdaların tüketimi yeterli olmadığını göstermektedir.
Piyasada birçok probiyotik ürün bulunmaktadır ve tabii ki tüm probiyotikler aynı değildir. Bu ürünlerin içerdiği mikroorganizma cinsi, mikroorganizma sayısı, üretim teknolojisi birbirinden farklıdır. Biz hekimler, probiyotik seçerken ürünlerin klinik faydasının gösterilmiş olmasına, tıbbi duruma uygun bakterilerin, uygun dozda verilmesine dikkat ederiz. Ayrıca kullanım kolaylığı da anneler açısından önemli. Çocuğun yaşına göre damla, yoğurt, meyve suyuna karıştırabileceğiniz saşe veya çiğneme tableti tercih edilebilir. Üretim teknolojilerinden biri olan çift kaplama yöntemi ile elde edilen ürünler bakterileri mide asidinden koruyarak, bağırsağa daha fazla dost bakterinin canlı ulaşmasını sağlamaktadır.
Çocuklara probiyotikler hangi durumlarda önerilir?
Araştırmalarda, faydalı bakterileri içeren probiyotiklerin enfeksiyona bağlı ishallerin tedavisinde, antibiyotik kullanımına bağlı ishalin önlenmesinde, infantil kolikte etkili olduğu gösteriliyor. Bu yüzden antibiyotik kullanımı esnasında probiyotik eklemek ishali ve aynı zamanda kronik hastalıkların oluşumunu da önleyecektir. Çocuklarda probiyotik kullanımı genellikle güvenlidir ancak bağışıklık sisteminde bozukluk olan ve çoklu organ yetmezliği olan kritik hastalarda dikkat edilmelidir.
'D vitamini de bebek ve çocukların gelişiminde önemli bir rol üstleniyor'
D vitamini kanda bir hormon olarak dolaşır. Vücudumuzda kalsiyum ve fosfat düzeyini kontrol ederek kemiklerin sağlıklı gelişimini sağlar. Ayrıca sinir-kas ve bağışıklık sistemi fonksiyonlarını destekler, üst solunum yolu enfeksiyonlarını azaltır.
'Camdan gelen güneş ışınlarının D vitamini üretimine katkısı yok'
D vitamini büyük oranda güneş ışınları etkisiyle deride sentezlenir, ayrıca bitkisel ve hayvansal besinlerden de alınabilir. D vitamininin sentezlenmesi için güneş ışınlarına direkt temas gerekmektedir. Camdan gelen güneş ışınlarının D vitamini üretimine katkısı yoktur. Ülkemizde, güneşten yeterli miktarda D vitamini sentezlenmesi için her gün saat 10.00-15.00 arası kolların ve bacakların açık olacak şekilde, 15-20 dakika güneşle temas gerekmektedir.
D vitamini kaynakları nelerdir?
Somon, ton, uskumru, sardalya gibi yağlı balıklar, karaciğer, yumurta sarısı D vitaminden zengin gıdalardır.
2005 yılından itibaren bütün yeni doğanlara beslenme biçimine bakılmaksızın yaşamın ilk gününden itibaren 400 IU/gün D vitamini desteğine başlanmakta ve 1 yaşına kadar devam ettirilmektedir. Sonraki dönemlerde bu ihtiyaca yönelik mesela sadece probiyotik ya da sadece D vitamini desteklerinin yanı sıra probiyotik ve D vitaminini bir arada sunan ürünler var piyasada, anneler için pratik bir çözüm olabilir.
Bilinçsizce D vitamini takviyesi alınmamalı, aşırı D vitamini tüketiminin olumsuz yan etkilere neden olabileceği unutulmamalıdır. Aşırı tüketimiyle; kalsiyum artışına neden olarak şiddetli halsizlik, kabızlık, bulantı, kusma, idrarda kalsiyum atılımının artması, böbrek taşı, böbrek yetmezliği, kalpte ritim bozuklukları gelişebilir.