30.07.2015 - 16:45 | Son Güncellenme:
En iyi şairlerimizde kıskançlığın insanın etine batan o iğnesine değinmeden geçmemişlerdir. Milton ondan, ‘’yaralı aşığın cehennemi’’ diye söz ederken ; Dryden ona ‘’ruhun sarılığı ’’;Shakespeare ise ‘’yeşil gözlü canavar’’ adını verir. Fransız ahlakçısı La Rochefoucauld da şöyle ekler: ‘’ Kıskançlık şüphenin olduğu yerde boy verir. Şüpheden kesinliğe geçtiğimiz anda ise ya deliliğe dönüşür ya da kayıplara karışır.’’
Neresinden bakılırsa bakılsın kıskançlık patlamaya hazır bekleyen bir faciaya yönelik uygun bir tepkidir. Ancak kişi kendini korumak için neden böylesine sancılı bir zihinsel araca başvurur? Kıskançlık akli bir bozukluk da değildir. Öyleyse insanın üzerine ikinci bir ten gibi yapışan böylesi korkunç bir hissin ardında yatan nedir? Yakından bakarsak kıskançlığın özlemi duyulan pek çok temel hisse cevap verdiğini görürüz.
Her ne kadar kıskançlığın çektirdikleri kimilerini psikolojik yardım almaya yöneltse de, bu ürkütücü hastalığın kolayca tedavi edildiğini söylemek zordur. Pek çoğumuz sevdik mi kıskanç olmaz ki. Bu kendiliğinden oluverir. Kıskançlık. Kişiyi hiçbir uyarı sinyali yollamadan, kendi değer ve cazibesinden şüphe ettirmeye başlar. Kişi nirengi noktasını kaybeder ve etrafında dönen dünya aniden sönüverir.
Kız arkadaşıyla ilgili, ‘’ cep telefonuna yanıt vermedi, arayanın ben olduğumu bildiği halde!’’ şeklinde yorumlar yapmaya başlar. Kıskanç bir adam bu güçlü duygunun peşine kapılıp gitti mi, adeta dünyayla bağı kopar, buna odaklanır ve kolay kolay da vazgeçemez. Kıskançlık artık onun için hem aradığı hem de ürktüğü bir heyecan halini almıştır.
Kıskanç insanlar psikanalistler için de zorlu birer muhataptır. Analistin kendi pusulasından medet umarak hastayla birlikte onun yaşadığı tekinsizliklerin içine uzanan çelme ve tuzaklarla dolu bir yolculuğa çıkması ve sonunda hastayı, kıskançlığın onun sevgisiz kaldığı anda benimsediği bir dublör olduğuna ikna etmesi gerekir.
Kişi hiçbir şey hissettirmemektense , çaresizliğin panzehiri olarak kıskançlığı yeğler. Kıskanç erkeğin o sabuklama ve dırdırı sırasında suçlunun ne sevgilisi ne de rakibi değil de. Geçmişinde bir yerlerde kendine ve sevdiklerine güvenini ve umudunu zedeleyen bir an olduğu aklının ucundan geçmez.
Bu, hayatlarının bir yerinde insana cehennem azapları çektiren kıskançlığın kollarına düşmüş sizin ve benim gibi insanların kitabıdır. Buradaki insanlar kariyer sahibi, normal yaşamlar sürdüren ve durumlarının ciddiyetini kavramaya istekli kimselerdir. Onların hikayeleri, daima bir sevgi ilişkisinin orta yerinde patlak veren kıskançlıklarına bakılırsa bu hissin bir sevgi ölçütü ya da onun gerekli bir bileşeni olamayacağını gözler önüne sermekte.
Kıskançlığı tetikleyen şey kişinin kimliği, onun benlik algısıyla bağlantılıdır. Kıskançlığın kökleri kişinin kendisini güçlü, bağımsız ve arzulanır hissettirecek sevgi ve erotizm dolu tepkilerden yoksun kaldığı çocukluk ya da ilk gençlik çağına kadar uzanır. O halde kıskançlık, kişinin çaresiz ve küçük düşmüş hissettiği bir döneme verdiği gecikmeli bir tepki olarak da görülebilir.
Kıskanç erkek aşk ilişkisinde , tıpkı onun iktidarını devirebilecek herhangi bir kaçış girişimi ya da gizli komployu etkisiz hale getirmeye çırpınan bir fatih gibi davranır. Bu durumda elbette ki sevgilinin sözü teminat olmaz! Kıskanç kimse bir başkasına güvenemez. Şüphe eder, kuşku duyar ya da karşısındakinin maskesini düşürme çabasıyla sıradışı aldatma senaryoları kurgular.
Gün gelir ve sonunda gerçek onun bu yanılsamalar tiyatrosuna ve hatalı aşk tanımına yetişiverir. Her şeyi bilmesi ya da tahmin etmesi mümkün değildir. Sevgilisinin ona tam anlamıyla şeffaf olamayacağı da su götürmezdir. Her insanın kendi özel alanına, gizli bahçesine ihtiyacı vardır. Ancak kıskanç kimse için bu durum tahammül edilemezdir. Onun muhatabı üzerinde yüzde yüz hakimiyet kurmaya ihtiyacı vardır.
Kıskanç birini tedavi etmenin en zorlu yanı bu kişinin kıskançlık hissi olmadan hayatın nasıl olacağını tasavvur edememesinden kaynaklanır. Bu insan kıskandığı vakit, Dünyayı görme kabiliyeti zayıflar. Gözleri bağlı adeta bir kör dövüşte, sevdiğini seçmeye çalışır. Onun aksine , sevdiği canının istediğini arzulamak ve görmekte hürdür. Kıskançlığın prangasından azade olan sevgili , kıskanç kişiye büyülü bir erişilmezlikte görünür.
Bu bakışın tek taraflı olduğunu bu kişi ilgi, saygı ve sevgiden mahrum, korkunç kaderine terk edilmiş hisseder. Mahremiyete kasteden bir çift gözden ibaret kalakalmıştır. Aynı zamanda sahici bir aldatma ile yaşadığı ıstıraptan kaynaklı kendi ürettiği kurgusunu ayıracak beceriden de yoksundur artık.
Çoğunlukla da neler olup bittiğini hiç anlamaz aslında. Sadece kıskançlığın o kavurucu labirentinde perişan bir halde, bir çıkış bulma ümidiyle arzudan yana yana dolanır. Ne tam olarak sevebilir ne de tam nefret edebilir. İkisi arasında durmadan gidip gelirken , sevdiğinin hayatını taciz etmeyi sürdürür ve en sonunda sevgilisinin, onun o pek korktuğu tahminlerini haklı çıkarıp gitmekten başka çaresi kalmaz.
Diğer zamanlarda ise kıskanç kişi kıskançlığını, sanki huzurlu bir ilişki ölümle eş anlamlıymışçasına, ihtirasını alabildiğine ateşlemek için kullanılır. Bir şeylerin yolunda olmadığını hissettiğinde kıskançlığın o amansız mantığı kişiyi hissinin muhakkak doğru olduğuna ikna eder.
Kıskançlık adeta bir boşluğu doldurur. Hatta eski sevgilisi yeni biriyle beraber olduğunda birden kendini ona tekrar aşık halde bile bulabilir. Aslında bütüne bakılacak olursa kıskançlığın nadiren sahiden sevgilinin ihanetiyle tetiklendiği görülür. Kıskanç erkek kıskançlık sahnesinde genelde yalnızdır ve birlikte çalıştığı analistin bu oyuna katılmasına izin vermeye de hiç gönüllü değildir. Bir yandan delicesine kurtarılmayı arzularken, diğer yandan onu sefaletinden çekip çıkaracak eli iter.
Kıskançlığın etkili tedavisine yönelik hazır reçeteler yoktur, bunun nedeni, bu hissin köklerinin kişinin şahsi geçmişindeki belirli durumlarda gizli oluşudur. Ancak her ne kadar hiçbir geçmiş bir diğerine benzemese de bu ıstırabı çeken erkek ve kadınların hikayelerinden öğrenilecek çok şey var. Kıskançlık insanı önce şaşırtır sonra afallatır. İçindeki bu krizi dindirmek için olay mahallini durmadan ziyaret edip, işlenen ‘suça’ bir açıklama bulmaya çalışırken bir yandan da ‘şüpheliyi’ suçundan azat etmek ya da aklamak arzusuyla kıvranır.
Ancak aradığı yanıt burada ve şimdide değildir. İyileşmeye giden yol bakış açısında ciddi bir değişiklik yapmasını gerektirir. Sıklıkla rastlantısal bir olay, beklenmedik bir patlama, ya da lüzumsuz bir ayrıntıya gösterilen şiddetli tepki kıskançlığı ilk başta hizmet ettiği amaçtan saptırıp bir başka alana taşır. Bahis konusu gecikmeli bir kıskançlıksa , kıskanç hastanın tedavi seanslarının sonuç vermesi de gecikmeli olacaktır.
Ancak analistin doğru anı yakalayıp, özdeki travmayı gözler önüne sermekte tereddüt etmemesi gerekir. Analist ve hasta arasında kurulan ilişki aracılığıyla hasta, kıskançlığı sonunda kaynağına geri yollayacak dönemeç ve virajlı yollardan geçer. Kıskançlık bizi insan yapan unsurların büyük bir kısmının ardında, pusudadır. Dolayısıyla hayatımızı kıskançlığın merceğinden bakarak masaya yatırdığımızda, hayatımızın dönüm noktalarını daha iyi anlama şansını da elde etmiş oluruz.
Kıskançlık çetin bir cevizdir, sabır, kararlılık ve karşısında sağlam durmayı gerektirir. Analistin elde ettiği bulgular yazılı psikoloji kuramlarından çıkma değil, bizzat üzerinde çalıştığı sahadan toplanmadır. Analist, kıskançlık kaynaklı acılara temas ederken hastayı içinde bulunduğu çıkmazdan çıkaracak hazır bir pusula değildir. Daha çok şiddet ve tutku dolu bir dünyaya dalma riskini alıp, kıskançlığın hükmünü yıkabilmek için yolunu kaza sesini duyabileceği boş bir alan yaratma peşindeki bir işçisidir aslında.
Kıskanç aslında sevginin en gözde tuzağıdır. Ondan vazgeçmenin zorluğu da bundan doğar. Bu hikayeler açıkça gösteriyor ki hem kadın hem erkekler sevgi ya da erotik arzunun gizemleriyle baş edecek araçlardan yoksun olduklarında kıskançlığa sığınırlar. Oysa kıskançlığı geride bırakmak insanı yepyeni bir hayat ve sevme kapasitesiyle taçlandırır.