Yeni bitirdiğim “John Adams” mini dizisinin ardından Amerikan devlet yapısını ve tarihini konu edinen diğer dizi ve filmlere göz attığım bir dönemde, arkadaşımın tavsiyesiyle ilk sezonu birkaç hafta önce yayınlanmış olan yeni bir yapımı izlemeye başlamıştım 2013 yılında. Hikâyesi herhangi bir tarihsel olaya dayanmayan bu dizi, Francis Underwood ve onun sevgili eşi Claire'in yaşantısını konu ediniyordu. Ancak dizi konusunun ilerleyişi beni daha ilk bölümden kendisine çekmeyi başarmıştı. Evet, Netflix yapımı House of Cards’tan bahsediyorum.
Dün itibariyle beşinci sezonunun yayınlanan House of Cards, 2013 yılından beri istikrarlı bir şekilde yeni sezonunu beklediğim ve ihmal etmeden izlediğim tek dizi oldu. Çok sonraları topluca izlediğim diğer uzun soluklu diziler olan Breaking Bad ve The Walking Dead hariç tabii. Bir Netflix geleneği olarak sezonun tüm bölümlerinin aynı anda yayınlanması güzelliği sayesinde uykusuz geçen birkaç gecede bitirdiğim House of Cards sonrasında bir yıla varan bir bekleyişin içine sürüklüyor her defasında insanı.
House of Cards’ı henüz hiç izlememiş olanları hesaba katıp dizinin gidişatı hakkında bilgi vermemeye çalışacağım. O yüzden yazının ana konusunu oluşturan Francis Underwood’a dönelim. Senatörlükle başlayan bir yol hikâyesinin vardığı noktalar doğrudan Frank’in karakterinin bir yansıması konumunda. Bu açıdan bakıldığında, House of Cards’ı izleyen siyaset bilimi ve tarih meraklılarının gözünün önüne anında Floransa’yı yöneten Medici ailesinin sekreteri Niccolo Machiavelli’nin geldiğini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Kevin Spacey’nin -bence- olağanüstü bir performans göstererek canlandırdığı Frank karakteri arzu ettiği güce ulaşma yolunda önüne çıkabilecek her türlü engeli, hiçbir değere bağlı kalmadan aşma hırslıyla doludur. Yani, diğer bir değişle Francis Underwood için her yol mübahtır. Bu uğurda herkesi üzebilir, yok edebilir, her kuralı çiğneyebilir ya da her türlü karaktere bürünebilir. Netflix’in bugünkü popülaritesine erişmesinde önemli bir paya sahip olan House of Cards’ta, Frank’in kendisi dışında şu dünyada sevdiği tek insan ise Robin Wright’ın canlandırdığı eşi Claire Underwood’dur, en azından şimdiye kadar öyle görünüyor. Ama Frank bu, ne yapacağı belli olmaz malum…
Etrafındaki hiç kimsenin birbirleriyle olan ilişkilerinde sadakat göstermediği, ihanetin sıradanlaştığı böyle bir politik ortamda Francis Underwood’a, Machiavelli’nin yolundan gitmekten başka seçenek de kalmıyor gibi. Öyle ki Frank, bu açıdan bakıldığında Machiavelli’nin kaleme aldığı Prens kitabında bahsettiği “virtu” yani maharete sahip biridir zaten. Bu arada Amerika’da Underwood-Machiavelli karşılaştırması yapan bir kitabın da yayınlandığını yeri gelmişken söyleyelim. Bunun dışında küçük bir araştırmayla konu hakkında makalelerin de kaleme alındığını görmek mümkün. İçlerinden bazıları Francis Underwood’un, Machiavelli’ye pabucunu ters giydirecek türden bir adam olduğu kanısındayken kimileri de birebir benzerlik kurma eğiliminde. Muhtemelen üniversitelerde hocalar, bu konu işlenirken öğrencilerine House of Cards izlemelerini tavsiye ediyordur.
2011 yapımı, George Clooney’in yönetip başrolünde yer aldığı “Zirveye Giden Yol” filminin de yazarı olan Beau Willimon’un, o filmle aslında House of Cards’ın gelişinin sinyalini vermiş gibi. Şu ana kadar iki Altın Küre kazanan House of Cards, bu sezon ile birlikte toplamda 65 bölüme ulaşmış olacak. Daha beşinci sezon tazeliğini korurken altıncı sezonun gelip gelmeyeceği sorusu ortalıkta dolanmaya başladı bile. İzleyicilerden gelen tepkiler doğrultusunda yapımcıların bu konudaki nihai açıklamayı, önceki sezonlarda da olduğu gibi çok geçmeden yapacakları beklentisi içindeyim.
Sosyal medyada birçok kişisel hesabın profil fotosunu süsleyen Francis Underwood’un öyküsü, Kevin Spacey’nin muhteşem oyunculuğu ve olay örgüsü sayesinde daha uzun süre adından söz ettirecek nitelikte. Sanırım birçok evde yeni sezon sebebiyle bu hafta sonu planları belirlenmiş durumda. En azından benim için durum bu.