Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti. Hayatımın en mutlu anı değildi, biliyordum. Çünkü içimde bir burukluk yaratmıştı. Üstünden yıllar geçmesine rağmen aklıma her geldiğinde içim sızlar. Kemal mi haklıydı Füsun mu bilmiyorum, çok da bir önemi yok zaten. Sonra o kitabın yazarının diğer kitaplarını da tek tek okudum. İstanbul’u benim sevdiğim gibi seven birinin daha olmasının mutluluğunu yaşadım her seferinde. İyi ki yazılmış tüm o kitaplar. İyi ki doğmuş Orhan Pamuk.
Fakat bu, bir Orhan Pamuk değil, Kemal Basmacı, Masumiyet Müzesi ve bende hissettirdikleri yazısı olacak. Bu kişi gerçek miydi? Yoksa Orhan Pamuk’un ta kendisi miydi? Bu sorular Orhan Pamuk’a defalarca soruldu ve defalarca bunun bir kurgu olduğu söylendi. Ben buna inanmamayı tercih edenlerdenim. Belki bir gün bir mekânda karşılaşırız ve bu sırrı yalnızca benimle paylaşır, kim bilir? Benim düşünceme göre bu romanın bu denli etki bırakmasının nedeni tam da buydu. Gerçekliğine dair bu kuvvetli inanç…
Cihangir’den Tophane’ye doğru giderken o evin yer aldığı Çukurcuma Caddesi, ben romanı daha okurken ve müzeye dönüştürülen bina son halini henüz almamışken dahi, sıklıkla önünden geçtiğim bir güzergâh olmuştu. Sanki burada gerçekten 1970’lerde Masumiyet Müzesi’ne konu olan Füsun ve ailesi yaşamış da bu sırra yalnızca kitabı okuyanlar vakıfmış gibi hissediyordum. Tesadüf eseri romanı bitirdiğimden kısa bir süre sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde sadece bu roman etrafında şekillenen bir sempozyum düzenlenmişti, Masumiyet Müzesi’nin de açışından kısa bir süre öncesine tekabül eden bu etkinliği tabii ki ben de sabahtan akşama kadar dinleyenler arasındaydım. Elbette bu akademik ortamda tartışılan Kemal mi haklı? Füsun mu? Sorusundan ziyade dönemin kent yaşamı, toplumsal alışkanlıklar ve benzeri konu başlıklarıydı. Herkesin hemfikir olduğu bir konuysa bu romanın sinemaya uyarlanması arzusuydu. Sene 2017, bekliyoruz.
Kısa süre içinde etrafımda tavsiye ettiğim herkesin romanı okumaya başladığına, onlarında başkaca insanlara aynı tavsiyelerde bulunduğuna tanıklık ettim. Kemal’e acıyanlar, suçlayanlar, Füsun’un yanında yer alanlar ve buna benzer tartışmalar bir süre ana gündem maddesiydi etrafımda. Öyle ki bu yazıyı yazarken kitabın fotoğrafını çekip gönderdiğim arkadaşım “ah o kitap…” diyerek başladı söze.
Bu kitabın üzerinde birçok roman okudum. Birçoğuna dair ayrıntılar hala aklımın bir köşesinde duruyor. Ama sanırım hiçbirinin ana karakteriyle Kemal Basmacı gibi bir özdeşlik kurmadım. Kim bilir belki yeniden okusam bugünkü ruh halimle bende o zamanki etkiyi bırakmayacak. Kendime verdiğim söz doğrultusunda bir aksilik yaşanmazsa Masumiyet Müzesi’ni 40lı yaşlarımda bir daha okuyacağım.
O zamana kadar ara sıra kendimle baş başa kalmak için ya da İstanbul’u başka yerden ziyarete gelen tanıdıklarıma göstermek için ve en önemlisi unutmamak için Çukurcuma’daki Masumiyet Müzesi’ni ziyaret edeceğim. Hem de büyük olasılıkla müzeyi gezmenin en güzel vakti olan akşam saatlerinde. Hemen hatırlatayım perşembe akşamları müze saat 20.30’a kadar ziyarete açık.