Uçağın tekerlekleri yere değdiği an korkum geride kalmış genç bir öğrenci olarak en büyük hayalimi gerçekleştiriyor olmanın mutluluğuyla dolmuştu içim. Hayatının merkezinde sinema ve hatta Fransız Sineması olan bir genç olarak filmlerine hayran olduğu Goddard’ın, yazdığı her şeyde kendimden bir şey bulduğum Camus’nün şehrindeydim artık. Dayım beni havaalanından alır almaz gözlerimi bir kamera, beynimi de bir hafıza kartıymış gibi kullanıp Paris’in her ayrıntısını kaydediyordum zihnime. Hiçbir ayrıntıyı kaçırmaya tahammülüm yoktu. Koca bir yaz tatili boyunca yaşanmayı bekleyen daha nice anı sıraya girmişti. Arşınlayacağım sokaklar, müzeler, civar köyler…
Valizlerimi eve bırakır bırakmaz hemen sokağa atmıştım kendimi. Seine nehrinin sağ ve sol kıyılarını birbirine bağlayan ve adını Napoleon’un o meşhur zaferinden alan Austerlitz köprüsü önünde durduğumda günlerce hayalini kurduğum an başlamıştı benim için. O dönem altın çağını yaşayan mp3 oynatıcımın play tuşuna basıp Attila İlhan’ın o görkemli sesini dinlemeye başladım. Elbette içinde bulunduğum anın anlam ve önemine uygun “Kaptan” şiiri yankılanmaya başladı kulaklarımda. O gün, Paris yılın en uzun gününü yaşıyordu. Akşamın 10’u olmasına rağmen güneş hâlâ, Seine kıyısında yazın tadını çıkarıp tango yapan Parislilere kıyak geçiyordu. Unutmak ne mümkün, Türkiye, tam o saatlerde Bihter’in intihar sahnesine kilitlenmişti.
Aradan geçen yıllar zarfında hemen hemen her sokağına bir anımı bıraktığım Paris’i, Goddard’ın filmleri ve Attila İlhan’ın “Kaptan” şiiriyle öğrendim. Parisliler böyle muazzam bir şiirin varlığından haberdar olup gururlanıyorlar mı bilemiyorum ama bu kente dair bir destan aransa bu kesinlikle Kaptan’dır. Belki biz anlatamadık, fark etmelerini sağlamadık veya belki de dikkatlerinden kaçtı.
Işıklar Kenti’ni şereflendiren bu mısraların sahibinin doğum günü bugün. Bu yazının yazılma nedeni de o. İyi ki geçmiş bu diyarlardan ve iyi ki bize aşkımızı veya özlemlerimizi ifade edeceğimiz şiirler miras bırakmış. O yaza dair yaptığım en büyük şey Kaptan şiirinde adı geçen her sokak ve her mekâna gidip fotoğraflamak olmuştu. Bir yıl sonrasında da “Sen Beyaz Bir Kadınsın” şiirini tatbik edermişçesine şiirde tasvir edilene yakın bir kadın için felsefe okumuştum, iktisat okumuştum. O dönem öğrendiklerimse bugünüme dair kazanımım oldu.
Neler hissetmişti bu şiiri yazarken Attila İlhan? Hangi sokaklarda yürürken kafasında kurgulamıştı o satırları? Evet, elimizde biraz ipucu var. La Fayette caddesinden geçmişti bir gece yarısı, Montmartre’da yürümüştü, Austerlitz Garı’nda trene binmişti ve muhtemelen sonu iyi bitmeyen bir aşk macerasının sarsıntısını yaşıyordu. Bu yaşanmışlıklardı o şiirlerin en büyük ilhamı.
Attila İlhan 10 Ekim 2005’te ayrılmıştı aramızdan. Benim Milliyet’e stajyer olarak adım attığım günde. İlk görevim yayımladığı kitapları tespit etmekti. Hayatımın birçok anında bunun gibi izleri var. Rumelihisarı’nda her geçişimde Yahya Kemal, Münir Nurettin Selçuk ve Ahmet Hamdi Tanpınar ile birlikte andığım dört isimden biridir Attila İlhan. Elbette şu mısralarla…
"görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa korkudan ölür"