Yeni güne, mesela bir hafta sonu sabahına çok sevdiğiniz tablonun karşısında merhaba demeye ne dersiniz? Şöyle mazisi birkaç yüzyıl öncesine uzanan bir tablonun önünde mesela? Sabahleyin uyandığınızda koridorlarda dolaşıp yüzünüzü ve dişlerinizi müze tuvaletinde yıkayacaksınız. Sonrasında da bu ihtimal dışı ayrıcalığın süresi dolduğunda müze kapısından dışarı çıkıp günlük rutininize devam edeceksiniz. Size gününüzü nasıl geçirdiğinizi soran eş dosta “ne olsun işte, ben de dün gece Rembrandt tablosu karşısında müzede uyudum” diyecek, bir süre de insanları buna inandırmaya çalışacaksınız.
Ben, bir Caravaggio, Rembrandt ya da Vermeer tablosu eşliğinde bu hayalimi gerçekleştirmek isterdim. Bahsettiği şey elbette tablonun orijinalinin olduğu yer için geçerli. Yoksa odamda halihazırda Caspar David Friedrich ve Claude Monet tablolarının posterleri mevcut. Bu sanatçıların tablolarının sergilendiği müzelerden birinde bunu gerçekleştirmek bir insanın ömründe başına gelebilecek en hoş anılardan biri olsa gerek.
Bahsettiği bu güzel anı, hayal olmaktan çıkarıp gerçeğe dönüştüren bir müze var. 2013’te Amsterdam’da yeniden açılan Rijksmuseum, dördüncü yılı şerefine on milyonuncu ziyaretçisine bu imkânı sağladı. Hem de müze koleksiyonuna ait en önemli tablolardan birinin olduğu salonda.
Hollanda Altın Çağı’nın en önemli isimlerinden Rembrandt’ın “Gece Devriyesi” (De Nachtwacht) olarak bilinen tablosu önüne yerleştirilen bir yatakta geceyi geçiren şanslı ziyaretçi, 1642 yılında tamamlanan tablo dört asır öncesine bir yolculuğa çıkma fırsatı yakaladı. Bu ziyaretçi ben olsaydım gece boyu uyuzgezer numarasıyla müze içindeki tüm salonları dolaşıp Vermeer, Hooch, Goltzius gibi önemli ressamların tablolarının karşısında bir köşeye kıvrılırdım.
Birden aklıma geldi, keşke bizdeki müzelerde de bilmem kaçıncı ziyaretçisine böyle bir imkân sağlansa. Çok da hoş olurdu. Mesela kaplumbağa diyorum, terbiyecisi diyorum…