“Ah keşke kendime ve Paris’e bu kadar geç kalmasaydım”
Hüzün insanın sermayesidir derler. Fotoğraflardaki mecburi gülümsemeye dahi sirayet eden cinsten. Hangi yaşanmışlıkların eseridir bilinmez, insanın ömrü boyunca üstüne yapışan bir durumdur bu. Öyle ki kimisine yakışır hatta. Kimisine de ilham olur bu hüzün. Belki de geç kalmışlıkların tezahürüdür veyahut hiçbir yere, hiçbir şeye ait olamamanın.
“Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında”
23 Haziran, bu toprakların en saygıdeğer insanlarından biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın doğum günü. Yazdığı her cümlede, her dizede tıpkı Sabahattin Ali’de olduğu gibi hep bir hüzün ve hep bir eksik kalma hissi uyanır içimde. Sonrasında kendi hayatımla özdeşlik kurarım. Muhtemelen de bu yüzden canım sıkıldıkça Aşiyan’daki ebedi mekânını ziyaret ederim Ahmet Hamdi Tanpınar’ın. Hemen yanındaki hocası Yahya Kemal ve Münir Nurettin’i de unutmadan. Biraz daha ötedeki Attila İlhan’a da uğramak kaydıyla tabii.
1901 yılında İstanbul’da doğan Ahmet Hamdi Tanpınar, 61 yıllık ömrüne sığdırdığı eserlerle artık çok şükür sadece Türkiye’de değil, yurtdışında da okunabilmekte. Dünyaca ünlü Penguin Yayınevi bir süre önce yazarın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” romanının İngilizce baskısını yayımlayarak çok daha geniş kitlelere ulaşmasına vesile oldu. Bunu bir Türk olduğum için değil, gerçekten böyle olduğu için rahatlıkla söyleyebilirim ki dünya genelinde edebiyatımız çok daha iyi yerlere layık.
Sefa Kaplan’ın kaleme aldığı Ahmet Hamdi Tanpınar biyografisi yazarın yaşam öyküsünü anlamak için harika bir kaynak. Her şeyden önce kitap, ismiyle bile çarpıyor insanı. “Geç Kalan Adam”. Bütün bir hayat hikâyesi üç kelime ile ancak bu kadar güzel özetlenebilirdi.
Çok merak ettiği Avrupa’ya, bilhassa da Paris’e ilk kez 52 yaşında gidebilmiş olan Tanpınar’da bu durum hep bir ukde olarak kalacaktı içinde. Mektuplaşmalarına baktığımızda Adalet Cimcoz ve Sabahattin Eyüboğlu’na yazdıklarında bunu açıkça görebiliyoruz. Yolculuktan bu denli tat alan insanın bunca süre bundan mahrum kalması ne acı. Seyahati boyunca tuttuğu günlüklerde, özellikle Paris sokaklarını arşınladığı kısımlarda otel dönüşü dinlediği müziklerden de bahsetmesi o anki hissiyatını da açık ediyor.
Türk Edebiyatının bu büyük isminin çocuksu bir heyecanla Lüksemburg Bahçesi gezisi sonrası döndüğü otel odasında, Mozart’ın çok sevdiği piyano konçertosunu dinlerken hissettiklerini samimiyetle kâğıda dökmesi bize kalan ne büyük bir miras.
İyi ki doğdun büyük insan. Yazdığın her şeyi bundan yıllar sonra benden yaşça çok küçük insanlara muhakkak tanıtacağım.
“Hep burada, ömrün her merhalesinde,
Haps olmuş bir şafak gibi derinde
Zamana gülecek hüznün ve neşen.”