Babylon'da canlandı koskoca mazi
Doğduğum yıl Michael Jackson’un “Bad” albümü kırılması zor rekorlara imza atmıştı. George Michael ilk solo albümü “Faith”i yayınlamıştı. U2’nun “Joshua Tree” albümünü çalmayan mekan yoktu. Madonna yeni bir dünya turnesine Osaka’dan başlamıştı. Kalplerin bir numarası Pink Floyd, Roger Water ile süren kavgalı, mahkemeli dönemin ardından ilk albümü “A Momentary Lapse of Reason” albümünü çıkartıp uzun süren hasrete son verdi.
Elbette bunların hiçbiri benim hatırlayabileceğim şeyler değildi. Bu bahsettiklerimin kıymetini ben yıllar sonra ortaokuldan liseye geçiş döneminde idrak etmeye başladım. Gün geçtikçe kendimi VH1’nın da etkisiyle 80’lerin daha da içinde buldum. 1980’lerden sonra üretilen müzikleri dinlemenin prestij kaybı olarak değerlendirildiği bir çevredeydim. Eh belki bir nebze 90’ların başı, o da Nirvana ve Guns’n’Roses’ın hatırına. Elbette büyüdükçe yaşantımıza değişik müzik türleri de girmeye başladı. Her keşfedilen müzik için “işte bu” denen zamanlar başlamıştı. Beethoven’in 7. Senfonisi’nden daha iyi bir beste olamazdı. Tabii Mozart’ın Requiem’ini saymazsak...
İşte böyle arayışlar ve keşiflerle geçen bir müzik yolculuğunda doğduğum yıla da tekabül eden 80’ler, özel bir konumda olmayı sürdürdü. Öyle ki çalma listemde pop kültürüne ait en büyük alan o yıllara aittir. Ne mutlu ki bu kafada olan tek kişi ya da az sayıdaki insandan biri değilim.
İstanbul’un müzik hayatının olmazsa olmazlarından Babylon’un ta Asmalımescit yıllarından beri sürdürdüğü 15 yıllık bir geleneği var, “Oldies But Goldies”. Murat Abbas ve Murat Beşer’in seçtiği şarkılar ve Engin Eraydın’ın hazırladığı görsellerle düzenlenen organizasyon, bitmez tükenmez enerjisi ve her daim yoğun ilgiyle varlığını sürdürüyor. Malum, yaz sezonuna geçişte dün gece bu sezonun son “Oldies But Goldies” partisi düzenlendi. Fırsat bu fırsat üniversite yıllarında bir nevi abonesi olduğum Babylon’un, Bomonti’deki yeni yerinde de arz-ı endam eyleyelim dedik. Evet, Asmalımescit’in kalbimizdeki yeri çok başkadır. Örneğin kişisel tarihimde bin bir çabayla o dönem hoşlandığım kızı ikna edip götürdüğüm ilk konser buradaydı. Ancak Bomonti’deki yeni yerin, bu şehre yakışır “on numara beş yıldız” bir mekan olduğunu söyleyebilirim. Gelelim partiye...
Çocukluğunu ya da gençliğini 80’lerde geçirmiş olanlar kadar şimdinin üniversite öğrencileri de oradaydı. Bu farklı kuşakları orada birleştiren günümüz pop müziğinde pek yakalanamayan melodiydi. Kral Michael Jackson’ın “Billy Jean”i ile başlayan parti, David Bowie, Madonna, Queen, Los Lobos, Tina Turner, Modern Talking, Rod Stewart ve daha nicesiyle sürüp geçti. Duraksadığım tek an “Gimme Hope Jo’anna” şarkısı oldu. Tam da çılgınca dans etmelik bir melodisi olsa da Apartheid dönemi yaşanan zulümlere değindiği için her çaldığında daha başka duygulara bürünürüm. Bu arada yeri gelmişken belirtmekte fayda var; “Oldies But Goldies” partisinde, 80lerle sınırlı kalmayıp örneğin “Grease” müzikalinin de klasikleşmiş parçalarıyla kendinizden geçmeniz mümkün. Hele ki kafalarda peruklar ve renkli gözlükler varken.
Velhasıl kelam, yaz mevsimi açıkhavada onlarca güzel etkinliğe ev sahipliği yapacak. Sonra yaz bitecek ve hepimizi birazcık hüzün kaplayacak. İşte o zaman yeniden başlayacak olan “Oldies But Goldies” partileri hepimize ilaç olacak.