Ne bir şiir dizesi, ne de bir kitap başlığı....
Nasıl derin, nasıl etkileyici, nasıl tokat gibi… Hele ki minicik bir yavrunun ağzından döküldüğünü hayal ettiğinizde...
Sabah saat 06.00. Yani aslında, bulunduğumuz coğrafi konum nedeniyle olmamız gereken saat dilimine göre saat 05.00. Hatta 1978 yılına kadar kabul ettiğimiz Greenwich ortalama güneş zamanına göre 04.00.
Derin uykuda olan minicik bir yavruyu gece karanlığında ve buz gibi bir havada uyandırıp, okula yollamaya çalışıyorum. Önce hafifçe ışığı açtım, sonra biraz daha arttırdım, yavaşça vücudu uyansın diye. Sonra hafif hafif yorganı kaldırdım üzerinden.
Ani açılan güçlü ışıkla, şiddetli bir alarm sesiyle uyanmanın yarattığı sinir bozucu etkinin önüne geçmek için hafif hafif uyandırmaya çalışıyorum onu. Ve evet böyle dedi bana;
‘Üzerimi biraz sıcağa boyar mısın anne….’
Belki resim yapıyordu rüyasında. Belli ki üşümüştü ben üzerini açınca. Uykuyla uyanıklık arasında bir yerde, işte bu sözler döküldü ağzından.
Öpe koklaya, yavaş yavaş uyandırdım onu, bir şeyler atıştırdık beraber. Ve gece karanlığında servise bindirerek okula yolladım kuzumu. Dönüp uyuyabilir miyim tekrar!!! O ve onun gibi bir çok çocuk, bir çok insan, bu insan doğasına aykırı yaşamı sürdürmek zorundayken…
Nasıl da değişiyor insan... Hiç farkında olmamıştım kış saati uygulamasının bu kadar önemli olduğunu. Hatta kızardım erkenden gün bitiyor diye. Okula gitmek zorunda olan çocukların, sabah belli bir saate işinin başında olmak zorunda olan insanların neler hissettiğini şimdi hissedebiliyorum.
Güneş doğmadan insan uyanmaz, uyanamaz, uyanmamalı…
Aşk’la yaşayalım insanca…..