24.01.2012 - 10:35 | Son Güncellenme:
Tanıştıralım; Albert Einstein, Wolfgang Amadeus Mozart gibi dehalar!...
Türkiye’de “Dahilerin Hastalığı: Disleksi” konferansını düzenleyerek bu konuya dikkat çeken, Disleksi Uzmanı Psikolog İnci Özkoray disleksinin beynin sembolleri farklı algılaması ile oluştuğunu ve kalıtımsal olduğunu belirtiyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre dünya nüfusunun % 15’inin disleksi ile yaşadığını vurguluyor.
Disleksi Uzmanı Psikolog İnci Özkoray; konuşma seslerini zihinde düzenleyebilmenin, sözcük listesini tekrarlayabilmenin, bir resim serisini adlandırmanın ilk bakışta çok basit eylemler olarak gözükebildiğini, fakat disleksi olan çocuklar için bunun zorlu bir mücadele olduğunun altını çiziyor. Bu zorlukların disleksinin üç temel belirtisini oluşturduğunu ve okumayı engellediğini belirtiyor. Disleksi hakkında yeni bir araştırma yapan Fransız araştırmacı Franck Ramus’un “NEURON” Dergisi’nde yayınlanan yazısına dikkat çekiyor.
Disleksi Uzmanı Psikolog İnci Özkoray araştırmaya göre; “Şimdiye kadar, disleksinin farklı belirtileri arasında bağlantıların anlaşılamadığını “ belirtiyor. “ Bu keşif patalojinin üç boyutunu tek bir sebep ile açıklayabilir, bu da sol işitme korteksinin fonksiyon bozukluğudur.” diyor. Yapılan araştırmada harflerin seslere dönüşme güçlüğünü daha iyi anlayabilmek için, 23 disleksi sorunu yaşayan 44 yetişkin gruba, 10 – 80 Hz arasında değişen ses dinletiliyor ve bu esnada beynin çalışması kaydediliyor. Sonuç olarak; disleksi olmayanlarda ses korteksinin normal çalıştığı, disleksilerde ise sol korteksin 30 Hz civarında daha az hassasiyet gösterdiğini tesbit ediliyor. Özkoray; beynin sol bölgesi dil analizinde uzmanlaştığını, sol korteksin bazı frekansları analiz etmekteki güçlüğü beynin kelimeyi ünitelere bölerek harfleri bir araya getirmesini engellediğini söylüyor. Bu nedenle resimlere hızlı bir biçimde ad verememe, kısa süreli kelimelerin tekrarlarında zayıf bir hafıza ortaya çıktığını sözlerini ekliyor.
Disleksi Uzmanı Psikolog İnci Özkoray; “bu araştırmanın ışığında görüyoruz ki okumayı öğrenmede işitsel hafıza, işitsel farklılıkları ayırt etme ve işitsel örüntüler büyük önem taşıyor” diyor. Gelecekte bu alanda en işlevsel eğitim kurumlarının anaokulları olacağı söylüyor. Okulöncesi dönemde verilen işitsel ve görsel algılama oyunlarının, yönelme oyunlarının, resimleri mantık sırasına göre dizmenin ve adlandırmanın, sabır, sevgi, hoşgörü ve kararlılık eşliğinde disleksinin erken tanısında anahtar olacağını sözlerine ekliyor.