eytinliköy, Tepeköy derken bu kez yolumuz bizi, aşkın ve dayanışmanın yoğun olarak yaşandığı, 14 kilometre uzaklıktaki Dereköy’e (Sinudi) sürüklüyor. 1965’de Trabzon’dan getirilen halkın yerleştirildiği, özensiz evlerle kaplı Şahinkaya Köyü’nü geçip, Dereköy’e ulaşıyoruz. Sanki hayalet bir köy. O güzel taş evlerin nerede ise tümü terkedilmiş! Oysa 60’lı yıllarda bin 800 hanenin olduğu, üç bin kişinin yaşadığı köyde dört zeytinyağı fabrikası, elbise ve ayakkabı atölyeleri, on bakkal dükkanı, iki gazino, 20 kahve, bir de sinema varmış.
Rumlar gittikten sonra bazı evler doğulu vatandaşlarımız tarafından işgal edilmiş! Belli ki geçen sene onarılıp, kapısına kilit vurulan iki katlı evin camları yerle bir. Açık kapıdan içeri girince duvarlarda kurşun izlerini görmek de mümkün. Köyün üç yıl önce açık olan iki kahvesi şimdi sımsıkı kapalı. Köyün bir ucundaki beyaz boyalı, taş eve doğru yürüyoruz. Aman tanrım, bir lokum ev. Yalçın bir tepenin üzerinde kurulan evin önünde muhteşem bir ağaç. Eski küp ve testiler, birçok objeler, bol çiçek, ocak da var bu güzel bahçede. Ev sahipleri Chris Katragis (59) ile Vasso Kaçali (38) bizi sevgiyle bahçelerine konuk ediyorlar. Vasso kendi elleriyle yaptığı gül reçelini (hayatımda bu kadar güzel bir reçel yemedim) suyla birlikte ikram ediyor, ardından sohbet başlıyor. Chris 12 yaşında İstanbul’a göçmüş. Okumuş, tornacı olduktan sonra da önce Kanada, sonra da ABD’ye gitmiş. 28 yıl New York’ta yaşamış. Ardından Alaska’ya çalışmaya gitmiş ama bir yıl dayanabilmiş bu buz topraklara. 1990’da ise doğduğu baba toprağı Bademli’ye gelmiş. Tornacılığı bir tarafa bırakıp, bu kez Gökçeada’da din eğitimi aldıktan sonra merkez kilisede papazlık da yapmış. 1996’da tekne ile açıldığı denizde motoru bozulunca üç gün üç gece aç susuz oradan oraya sürüklenmiş. Yunanistan onu aramak için F - 16 uçağı çıkarmaya çalışırken, Türk hükümeti de, “Bizim vatandaşımızı, biz kurtarırız" demiş. Hakikaten de yarı ölü bir halde bulmuş onu Türk komandoları. O tarihten sonra da kiliseye veda edip, annesinin evini onardıktan sonra Dereköy’e yerleşmiş. Vasso ise ilginç bir kadın. ABD’de ruh sağlığı danışmanlığı yapmış. Chris’le tanıştıktan sonra o da Gökçeada’daki evine dönmüş. Şimdi prinç yatak, antika eşyalar, resimler ve çeşitli objelerin yer aldığı odalardan ikisini pansiyon olarak veren Chris de, Vasso da çok mutlular. Ağustos ayında evlerine konuk olacak dostlarını büyük bir özlemle bekliyorlar.
Mafya adımını atmış
Her yıl ortalama 20 bin turistin geldiği Gökçeada’da, iki bin yatak, irili ufaklı 156 pansiyon var, ama esnaf kan ağlıyor. Belediyenin isteği üzerine İller Bankası şimdi de Kaleköy’ün en güzel koyuna, çizgileri ada mimarisine hiç yakışmayan üç yıldızlı, 128 yataklı dev bir otel yapıyor. Ancak aynı koyun 730 metre ötesine de arıtmasız olarak kanalizasyon deşarj ediliyor!
1995’in ağustos ayında Meryem Ana Panayırı için dünyanın her tarafından köylerine akın eden Rumlar kendi aralarında eğlenirken, belediye de aynı tarihlerde “bir milyar lira" karşılığında İbrahim Tatlıses’i konser vermesi için Gökçeada’ya davet etmiş. Geçen yıl Gölcük depreminden bir gün önce de adada “film festivali" başlamış. Ertesi gün, depremde binlerce kişi ölmesine rağmen belediye film gösterimine devam edince halk öfkelenmiş, ama dinleyen kim. Panayır için adaya akın eden Rumlar ise deprem nedeniyle kendi aralarındaki eğlenceye bile nokta koymuşlar. Halk, laiklik karşıtı bazı öğretmenlerin lisede
eğitim verdiğini, cuma günleri derse girilmeyip namaza gidildiğini de iddia ediyor. Uyuşturucu ve hayat kadınlarının da adaya girdiği öne sürülüyor. Gökçeada’ya büyük yatırımlar yapan (Yıldız koyuna 250 kişilik lokanta ve diskotek inşa ediliyor. Tatil köyü de sırada) İdris Özbir’den (Kürt İdris) rahatsız olanlar çoğunlukta. Halkın bir kesimi Ada kimliğini oluşturacak bürokratların özel olarak seçilip, (bir zamanlar Gökçeada’da kaymakamlık yapan İstanbul eski valisi, DYP’li Hayri Kozakçıoğlu gibi) Gökçeada’ya atanmasını istiyor. Rum evlerinin doğudan gelenler tarafından işgal edilmesi karşısında ise çok utanıyorlar.
Depremde film festivali!
Eşkiyanın eşraf olma mücadelesi verdiği Gökçeada’da Belediye Başkanı Halil Rüştü Akgün üzgün olduğunu ama kısa zamanda sıkıntıların ortadan kaldırılacağını söylüyor:
- Konser parasını halktan topladım ama fiyaskoyla sonuçlandı. Çok pişman oldum ama aynı hatayı bir daha yapmam. Adalarda kanalizasyonun denize deşarj olmaması lazım. Biyolojik arıtma için teklifimizi yineledik ancak henüz bir cevap gelmedi. Oysa maliyet en fazla 100 - 125 milyar lira arasında. Gökçeada Çanakkale arası 39 mil (60 km) ama vapur 4.5 saatte gidiyor. Acil durumlar için bir helikopter bile yok.
Kaleköy’ün işgal edildiğini Belediye Başkanı Akgün de doğruluyor:
- Tarım arazileri zilliyetli olabilir ama ev için aynı şey söz konusu değil ki. Rumların tapusu var ama veraset intikali yaptırmadıkları için bugün itibariyle uygulanamıyor. Zilliyetlik davasını kazanan Türk de eve yerleşiyor. Ancak 10 yıl içinde Rumlar da tapu iptal davası açabilir. Ben onların adaya sahip çıkmalarını çok istiyorum. Kurallara uygun olarak evlerini onarırlarsa bu viranelik de ortadan kalkar, Ada’ya büyük canlılık gelir.
Önceki yıllarda evini onarırken belediyenin hışmına uğrayan Dereköylü Türk vatandaşı Nikos Doldaris, şimdi Akgün’ün yakın dostu olmuş. Bütün sosyal aktivitelerin Yunanistan ayağını Nikos’un organize ettiğini söyleyen Akgün barış
haberleri de veriyor.
- İkinci amatör kümede oynayan Gökçeadaspor 5 - 10 Temmuz’da Atina’da yapılacak olan futbol turnuvasına katılacak. 13 Ağustos’ta Dereköy, 14’ünde de merkezde Türk ve Yunanlı sanatçılar konser verecek. Daha sonraki yıllarda ise iki ülke arasında gençlik kampları kurulacak. Kültür alışverişine de büyük hız vereceğiz.
Belediye Başkanı’yla sohbet ettikten sonra Kaleköy’den bir motora atlayıp, geçen yıl İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi tarafından “milli deniz altı parkı" ilan edilen Yıldız ve Mavi Koy arasındaki bölgeye doğru yelken açıyoruz. Gökçeada’nın Semadirek’e bakan arka yüzünde girintili çıkıntılı minik güzel koylar. Kimine bir balıkçı teknesi demir atmış, oltasıyla akşam bereketini toplamaya çalışıyor. Kimi ağ döşüyor, balığı bol sulara. Yalçın kayalardan şelaleler bile akıyor. Su öylesine berrak ve temiz ki, sanki denizin dibindeki uçurumlarda Poseidon’un sarayını görüyorum. Milli parktan çıkıp, Kaşkaval burnuna doğru yol alırken kayalar, başında martı taşıyan dev heykellere dönüşüyor...
Akşamın kızıllığı denize hançer gibi saplanırken, bu yaz lacivert sulara ilk kez atlamanın keyfini yaşıyorum. Yüzüyorum, yüzüyorum ay çıkıp, güneş batana kadar...
Madam’ın dibek kahvesi
Birbirinden güzel taş evler, zakkum ağaçlarıyla süslü sokaklar ve göz alabildiğine bir zeytinlik ormanı; işte Zeytinliköy. Meydandaki en eski kahve ise Madam Maria’nın. Yılların yorgunluğunu üzerinde taşıyan ama güler yüzü hiç solmayan 74 yaşındaki Madam Maria’ya, kocası Yani yardım ediyor. Kavrulmuş kahve çekirdekleri dev boyuttaki taş havanda dövülüyor. Bu zor muameleden sonra pişirilen dibek kahvesinin tadı ise inanılmaz lezzetli.Diğer kahve ise Fener Rum Patriği Barthelomes’un babasının. Şimdi kapalı olan, ancak ağustos ayındaki Meryem Ana Panayırı sırasında açılan kahvede dünyanın her tarafından gelen gençler yemekler hazırlıyor, eğlenceler tertipliyorlar.Uzun yıllar Almanya’da çalıştıktan sonra 1979’da Gökçeada’ya yerleşen Orhan Karatay’ın kahvesi yine aynı meydanda. Duvarları, dünyanın her tarafından gelen mektuplar, resimler ve fotoğraflarla kaplı kahve yaz - kış açık. O da dibek kahvesi yapıyor. Ayrıca Edremit zeytini ve zeytinyağı da satıyor. Amerikan ortodokslarının lideri Yakvas’ın doğup, büyüdüğü Zeytinliköy’de Ayios Yeorgios Kilisesi’ndeki pazar ayini, özellikle ağustos ayında dünyanın her tarafından gelen Rumlar’la dolup, taşıyor.