Kuşaklararası travma aktarımı, psikolojik travma aktarımı çalışmalarıyla ortaya çıkıyor. Psikolojik travma çalışmaları ilk olarak 1960 yıllarında Yahudi soykırımı sonrasında çocuklar üzerinde yapıldı. Çocuklar üzerindeki ana etken ebeveynlerinin soykırımdan etkilenip etkilenmemesi olarak ele alındı. Soykırım sonrasında soykırımı gören çocuklarda tehlike anında stres olmaya daha yatkınlık, hormonal olarak kortizol ve glukokordikoid hormon seviyelerinin daha yüksek olduğu gözlendi. Soykırımı gören ve görmeyen çocuklar karşılaştırıldığında da genetik dizilimler arası benzerlikler gözlemlendi.
İlk psikolojik travma çalışmaları genellikle savaş, soykırım, terörizm ve doğal afetleri yaşayanlar üzerinde yapılsa da zamanla çalışmanın konusu aile içi şiddet ve çocuk istismarı oldu. Çalışmalar sırasında her travmanın kuşaklar arası aktarılmadığı ve travma aktarımını etkileyen faktörler olduğu gözlemlendi.
Travma aktarımını etkileyen faktörler;
-Ebeveynlerin çocuklarını yetiştirme tarzı,
-Ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişki,
-Ebeveynler tarafından çocuklara travmanın işlenme şekli,
-Çocukların aktarılan travma bilgisini nasıl deneyimleyeceği, travma aktarımını etkileyen faktörler arasında yer alıyor.
Toplumsal ve bireysel travmalar yaşayan insanlar kendinden sonraki kuşaklara bu travmayı aktarabiliyor. Peki, bireyleri değiştiren ve hatta oluşturabilen kuşaklar arası travma nasıl aktarılır? Çocukluk dönemi, çocuğun değerlerini ve kişiliğini oluştururken ailesini rol model aldığı zaman dilimidir. Çocuğun ailesini rol model alarak dünyayı algılaması ve iletişim kurmasının yanında sosyal öğrenme yoluyla da çevrenin travmaya verdiği tepkileri öğrenir. Çocukluk döneminde çocuğun, ailesiyle sağlıklı ilişki kuramaması ve ona travma tepkilerinin işlenmesi, çocuğun bizzat travmayı yaşamasa da travma semptomlarına sahip olmasına neden olur.
Örneğin, bir bireyin ilişkisinin bitişinde kendisinin yetersiz oluşu hissettirilmiş olduğunu düşünelim. Bu kişi kendisine yapılan olumsuz davranıştan dolayı karşılaştığı olaylara, yeni bir ilişkiye daha kapalı, kontrolcü, şüpheci ve hassas yaklaşım gösterir. Bu birey bir gün ebeveyn olduğunda aşırı kontrolcü, şüpheci ve otoriter yaklaşım gösterirken ilgi ve sevgi göstermeyi ihmal edebilir. Aynı zamanda bu birey çocuğuna çok fazla bağımlılık duyarak, durmadan sevgi ve ilgi gösterimi isteyebilir. İleri zamanlarda çocuk ebeveynin yetiştirme tarzından dolayı kendisi de çocuklarına ve yakınlarına bu şekilde bir davranış sergileyebilir. Bu şekilde ebeveynin yaşadığı kuşaklar arası travma aktarımına neden olur.
-Diğer kuşaktaki bireylerde sebebi belli olmayan sinirlilik hali, acı, kaygı ve yas durumları,
-Rüyalarda kötü olayları tekrar tekrar görme,
-Geçmiş kayıplarda kendi sorumlu tutma,
-İletişim kurma problemleri,
-Strese daha yatkın olma,
-Bireyin kimliğinde ciddi zedelenmeler olarak gözlenir.
Bireyler tarafından yaşanılan veya bireye aktarılan travmaların farkına varılmadığı ve çözümlenmediği müddetçe travma semptomları bir döngü olarak bireye ve çevresine zarar vermeye devam eder.
Kuşaklararası travma aktarımı üzerindeki çalışmalar hem psikolojik hem de biyolojik olarak gerçekleşiyor. Biyolojik çalışmalar üzerinde tartışmalar devam etse de travmanın genetik olarak çocuğa aktarıldığı görülüyor. Çocuklara genler aracılığıyla travma miras edilmesine epigenetik deniliyor. Epigenetik değişim kavramı, kişinin genetik diziliminde bulunan ancak aktif olmayan çeşitli çevre koşulları ve deneyimlerle genlerin aktiflik biçimini değiştiriyor. Epigenetik değişim mutasyon anlamına gelmiyor. Travmalar genler yoluyla aktarılıyor mu? sorusu için yapılan çeşitli çalışmalar var. Bu deneylerden biri şöyle:
Fareler üzerinde yapılan bir deneyde fareler öncelikle kiraz çiçeği kokusuna maruz bırakılmış. Kiraz çiçeği kokusuna maruz bırakılan farelere hafif bir şekilde elektroşok verilip ardından da kiraz çiçeği kokusunu koklamamaları üzerine eğitilmişler. Kiraz çiçeği kokusu almaması için eğitilen farelerin diğer nesilleri kiraz çiçeği kokusu aldıklarında stres seviyelerinin arttığı ve stres belirtileri gösterdiği görülmüş. Travmanın genetik aktarımı üzerine yapılan çalışmalardan bir diğeri de uzun süredir kıtlık sorunu çeken bireylerin çocuklarının, kıtlıkla karşı karşıya kalmasalar dahi vücutlarının herhangi bir kıtlık durumu için kalori tutmaya ve kilo almaya meyilli olma gibi tedbirler aldıkları görülmüş.
Yapılan son çalışmalara göre, travma gibi baş etme mekanizmasının da kuşaklararası genlerle aktarıldığı görülmüş. Ailesi kıtlık, deprem, sel veya savaş görmüş bireylerde çocukların stres ve durumla baş etme stratejileri aktarılıyor. Travmalarıyla sağlıklı bir şekilde baş eden ebeveynlerin çocuklarının da yaşadıkları durumlarda stresle baş edebilme ve durumu işleyebilme kapasitelerinin yüksek olduğu gözlemleniyor.