Çevrenizde şimdiye dek hiç olmadığı kadar sıklıkla alerji şikayeti olan kişilerle karşılaşıyor olabilirsiniz. Gerçekten de sanayileşmiş, şehirleşmiş ve doğal yaşamdan giderek uzaklaşmış dünyamızda özellikle son 50 ila 100 yıllık sürede alerjik hastalıkların görülme sıklığı ciddi oranda arttı ve artmaya devam ediyor. Örneğin Amerika Alerji, Astım ve İmünoloji Kurumu’nun verilerine göre, dünya çapında okul çağındaki çocukların yarısı, bir ya da daha fazla yaygın alerjene karşı duyarlılığa sahip durumda. Yine Amerika’da bulunan Alerji, Astım ve İmünoloji Cemiyeti’nin 2018 yılında açıkladığı verilere göre, Amerika’ya maliyeti yıllık 18 milyar doları aşan alerji şikayeti, her yıl 50 milyondan fazla yeni kişiyi etkisi altına almayı sürdürüyor.
Ülkemizde de durum pek yüz güldürücü değil. Türkiye Ulusal Alerji ve Klinik İmmünoloji Derneği’nden yapılan açıklamaya göre, her dört vatandaşımızdan birisi, herhangi bir alerjik hastalığa sahip.
Peki nasıl oluyor da zararsız olarak görülen süt, çim, çiçek, fıstık, balık gibi masum maddeler birer alerjen haline geliyor? Çünkü giderek sanayileştiğimiz için alerjik maddelerin içine bir de çevresel toksinler eklendi; çevre gittikçe bozulmaya başladı. Doğal beslenmeden uzaklaşıp rafine, kimyasal katkılı, paketli ürünler ağırlıklı beslenmeye yöneldik. Özellikle besin alerjileri ya da gıda intoleransları büyük oranda doğal beslenmemekten kaynaklanıyor. Ayrıca bağışıklık sistemimiz yorgun olduğundan daha çok alerjiye yakalanıyoruz. Doğaldan uzaklaştık. Özellikle de bebek ve çocuklardaki alerji vakalarının artışı bu yüzden.
Alerjiler yalnızca kaşıntı, hapşırık, kızarıklık, nefes darlığı, kusma gibi sonuçlarla kalmaz; alerjilerin en korkutucu boyutu anaflaktik şoktur ki bu da ani olan ve hastanın yaşamını tehlikeye sokabilen bir durumdur. Bu nedenle alerji şikayeti hafife alınmaya gelmez.
Alerjilerden nasıl korunmalıyız?
Peki çizdiğimiz bu karamsar tablodan kendimizi kurtarmak için neler yapacağız? Öncelikle yöremize ait doğal yiyecekleri tüketecek, başlıca alerjenlerden olan buğday ve inek sütü tüketimimizi mümkün olduğunca kısıtlayacak, doğal doğuma ve ilk altı ay mutlaka anne sütüne yöneleceğiz örneğin. Boyalı yiyecek tüketmediğimiz gibi temizlikten kişisel bakıma hayatımızın her alanında doğala yöneleceğiz. Evimizin güzel kokması için kimyasal solumayacağız. Isıtma ve havalandırma filtrelerimizi düzenli temizleyecek, yaz kış her gün evimizi de ciğerlerimizi de mutlaka temiz havayla buluşturacağız. Hafta sonlarımızı kapalı AVM’lerde değil, açık havada geçireceğiz. Tek tip diyetlere paye vermeyecek, mümkün olduğunca çeşitli ve tabii ki doğal besleneceğiz. Şeker tüketmeyeceğiz. C vitamini kullanımı ile bağışıklığımızı destekleyeceğiz. Bağışıklık sistemimizi yoran tüm unsurlardan uzak duracağız. Bu unsurlar arasında aşırı elektromanyetik yüklenime ya da strese maruz kalmaktan tutun da sigaradan bilinçsiz ilaç kullanımına kadar pek çok madde var. Ancak bunları hayata geçirmek sandığınız kadar zor değil. Yeter ki karar verelim.
Eğer alerjiler çoktan kapımızı çalmış ise “Modern tıptan başka tıp yoktur” demeyip Rusya’dan Çin’e, Almanya’dan Hindistan’a vatandaşlarını bambaşka yöntemlerle iyileştiren ülkelerin bilimsel çalışmalarından, geliştirdikleri yöntemlerden de yararlanacağız. Ev akarına karşı alerjimiz olduğu tespit edilmişse altında buğday intoleransını da araştıracağız. Alerjiyi vücudumuzu yoran bir yük olarak görüp geçiştirmek ya da baskılamak yerine tedavi etmeyi yeğleyeceğiz.
Alerji ve biorezonans
Alerji tanı ve tedavisinde kullanılan etkili yöntemlerden biridir biorezonans. Hastanın parmağından alınan birkaç damla kanda aralarında türlü alerjenlerin de bulunduğu 6 bini aşkın patojeni test etmek mümkündür. Üstelik hastaya alerji yaptığından şüphelenilen herhangi bir madde yüklemesi de olmadığından risk teşkil etmez. Hastanın verileri kapsamlı şekilde incelenir, sınırlı sayıda alerjen taraması yapılmaz, son derece kapsamlı bir inceleme yapılır. Burası önemlidir. Çünkü bazen şikayetçi olunan alerjinin altında hastanın henüz farkında olmadığı başka alerjiler de tespit edebiliyoruz. Ardından kişiye özel olarak biorezonans terapi programı oluşturulur. Ortalama vermek gerekirse alerji için biorezonans terapileri haftada bir uygulanan seanslarla üç ayda sonuçlanabilmektedir.
Biorezonansın herhangi bir yan etkisi yoktur. Bu yönüyle süt alerjisi olan bebeklerden eş zamanlı olarak farklı tedaviler gören hastalara kadar herkese uygulanabilir.