“Derdini söyleyen derman bulur”
Kaliforniya üniversitesinin özgül fobiler için yaptığı bir araştırmada çarpıcı sonuçlar elde edilmiş. Star Gazetesi haberi şu şekilde vermiş (Kaliforniya Üniversitesinin İnternet adresinde de var…); “tam olarak sebebini anlamasalar da örümcekten korkanların sadece korkuyu hissetmek yerine, hissettiklerini cümlelerle ifade etmelerinin fark yarattığını vurguladı. Bilim adamları, sonuçlardan yola çıkarak, bu yaklaşımın tecavüz mağdurları, aile içi şiddete maruz kalanlar ya da savaştan dönen askerlere faydalı olup olmayacağını araştırdıklarını belirtti.” Kimi atasözlerimiz farklı anlamlara çekilip asıl mecrasından uzaklaştırılıyorsa da “derdini söyleyen derman bulur” sözü bu çalışmada anlamını bulmaktadır.
Bu sonuç bir başka bakışla pozitif psikoloji ve meslek dışı şarlatanların elinde adeta paçavraya dönen “olumlamaların” da pabucunu dama atmış oldu. Pozitif psikolojiyi bihakkın uygulayanlara sözüm yok. İşin esasında zaten, pozitif psikoloji sorunu yok saymaz. Üstelik sadece Pollyanna’cılık yapmak da değildir.
Kendini psikoterapist sanan bazılarının eğip bükerek kendilerine yonttukları uygulama modelleriyle olumlamaların kişileri aslında nereye götürdükleri bu çalışma ile bir kez daha tescillenmiş oldu. “Yok canım ne var bunda?...” ya da “her şeye iyi bak geç o da mı dert” ve hatta “ben korkmuyorum, ben korkmuyorum” nakaratlarının en azından bu çalışma gerçeğinde, sorunların çözümü için doğru bir yaklaşım gibi görünmediği söylenebilir. Sorun varsa o sorunu bütün çıplaklığı içinde görmek ve kabul etmek ama hemen sonra mutlaka çözüme odaklanmak en gerçekçi yaklaşım gibi görünmektedir. Çözüm, sorunu yok saymak ya da palyatif yöntemlere başvurmakla sağlanamaz. Bu konuda yeni uygulamaları ile farkındalık terapilerinin etkinliği her geçen gün artmaktadır.
Danışanlar geldikleri ilk seanstan sonra psikolojilerinde oluşan iyileşme karşısında çoğu zaman şaşırıp, nedenini anlamaya çalışırlar. Yine bu ve bu konuda daha önce yapılan çalışmalar sorunu görüp paylaşmanın (dile getirmenin) tedaviye yönelik ne denli olumlu yansımaları olduğunu gösteriyor.İlk seansta, aslında seansa sorun olarak getirdikleri hiçbir şeyin sorun olmaktan çıkmadığı, halen oracıkta bütün canlılıklarıyla durdukları o kısa süre içerisinde, gerçekten neler değişti de bu danışanlar rahatlama hissettiler acaba?... Bir danışanımın “…daha önce gittiğim doktorlar da dinleyip, anlattıklarıma değer verselerdi sanıyorum sorunumu çözmüş olurdum…” sözü aslında her şeyi açık seçik ortaya koyuyor. İşte bu yüzden her hastaya gereken sürede zaman ayrılmalıdır. Bu zamanı ayırmadığınızda onun gerçek sorununa nasıl vakıf olabileceksiniz? Bu yüzden, sorun üzerinde gerçekçi bakış açısıyla konuşmanın, sorunun farkında olmanın, fakat soruna odaklı kalmayarak çözüm için hedef belirleyip bu konuda elimizdeki verilerle, “ şimdi ben ne yapabilirim?” sorusuna cevap aramanın en doğru yaklaşımlardan biri olduğunu düşünüyorum.
Şüphesiz sadece terapiler değil, danışmanlıklar da çok önemlidir. Tedavinin sadece hekime ait bir uygulama olduğu zaten tartışmasız bir gerçektir. Ama danışmanlık adı altında yapılan bazı uygulamaların düpe düz tedavi olduğunu biliyoruz. Hekim ya da uzman psikolog olmayanların böyle bir işe kalkışmaları yasal olmamanın yanısıra insani de değildir. Halk olarak bu konuda her geçen gün bilinçlenmenin arttığını görüyoruz. Bundan bir süre önce bu köşede ele aldığım; “ilaçla Tedavi Efsanesi” konulu yazıma gelen mailler bunun en açık göstergesidir. Mail kutuma gelen yazılar, facebook ve twitter gibi sosyal medyada yazılanlar bu halkın artık gerçekten bilinçlenmeye başladığını gösteriyor.
Yeri gelmişken; danışmanlık ya da terapi, adı ne olursa olsun bu konuda eğitim almamış ve uygulayıcı konumunda olmayanlara müracaat etmeyiniz. Hiç kimse doğal terapist değildir. Hekim de olsa, psikolog da olsa bu konuda ekstra psikoterapi eğitimlerinden geçmiş olmalıdır.