Güncel veriler başta İzmir olmak üzere, ilimiz ve çevre illerde boşanma oranlarının yüksek olduğunu göstermektedir. TÜİK-2015 verileri en fazla boşanmanın evliliğin ilk 5 yılında gerçekleştiğini göstermektedir. Boşanma yüzdeliği içinde ilk 5 yıla ait oran yaklaşık %36 olup, ikinci 5 yılı dikkate aldığımızda bu rakam %50’nin üzerinde gerçekleşmektedir.
Yukarıdaki veriler bize aile içinde ya da çiftler bakımından bazı şeylerin iyiye gitmediğini göstermektedir. Her şeyden önce İzmir, Denizli, Aydın, Muğla ve Antalya gibi yakın illerde gerçekleşen yüksek boşanma oranları hem psikolojik hem de sosyolojik anlamda ele alınmayı gerektiren bir durumdur. Bu yüzden aile terapileri ve danışmanlıklar bölgemiz insanı açısından ayrıca bir öneme sahiptir. Ne var ki, bu konuda diğer ülkelerden daha geride yer almaktayız. Psikologlara ya da psikiyatristlere başvuru oranları diğer gelişmiş ülkelere kıyasla maalesef çok düşük düzeyde kalmaktadır.
Öte yandan psikologlara müracaat edenlerin bu müracaatlarından ne yönde bir kazanım elde ettikleri de sorgulanmalıdır. Her terapi seansında şikayetler dinlenir, kişiler içlerinde olanları döker ve bazı önerilerle ufak bir takım değişiklikler yaşanır ve aile bireyleri mutlu ve rahatlamış bir şekilde evlerine geri döner. Ancak kısa vadedeki bu değişim çoğu zaman yeni bir kavga ile tersine döner. Tam bu noktada esaslı değişim için gerekli olan uygulamalar es geçilir, değişim potansiyeline dair katı yargılar kalıcı değişimi önleyerek onca çabanın boşa çıkmasına neden olur. Özellikle erkekler psikoterapiye çoğu zaman soğuk bakmakta; üstünü örtme, inkâr ya da yansıtma yöntemleriyle kaçınmaktadırlar. Bize müracaat edenlerin çoğunluğunu bayanların oluşturması, bayanların sorunlu olmalarından çok aksine terapi alacak kadar cesur ve sorunlarının farkında olmalarından kaynaklanmaktadır. İnkâr ya da farklı yollar orta ve uzun vadede tahmin edileceği üzere olumlu sonuçlanmamaktadır.
Aile ve çift terapilerinde beraberce başlayan süreç maalesef kimi zaman tek taraflı sonuçlanabilmektedir. Özellikle elde ettiğini düşündüğü kazanımların elinden uçup gitmekte olduğunu varsayan taraf terapiyi sabote etmeye başlar ve nihayet terapi son bulur. Terapi sürecinde oluşan farkındalık çoğu zaman bir can simidi gibi yetişse de bazen bu olumsuz son önlenememektedir. Bu yüzden hiç değilse aradaki anlaşmazlıklar bir terapist desteğine ihtiyaç duyar hale geldiğinde, yan çizilmemeli ve aile birliği açısından terapiye katkıda bulunulmalıdır.
Ailede bir sorun varsa bu asla tek taraflı olamaz. Sorunun içinde pay hangi tarafın lehinedir onu bilemem ama tek taraflı olmadığının garantisini verebilirim. Ortada bir sorun varsa, bu sorunu ötekine yüklemek son derece kolaydır. Hiç kimse yoğurdum ekşi demez. Ancak bu gerçeği değiştirmez. Sorunlar nasıl ki tek taraflı değilse çözüm de tek taraflı olmayacaktır. Aile üyelerinin ya da çiftlerin terapiye birlikte katılımı, sorunun çözülmesi bakımından mutlak bir gerekliliktir.
Aileyi oluşturan bireylerin değişim yaşaması kolay değildir. Bireysel patolojilerin varlığında bu daha zor olmaktadır. Ancak bu, değişim yaşanmayacağı anlamına gelmez. Eşlerden sadece birinin devam ettiği terapilerde olumlu sonuç elde edilemeyeceği zannedilse de kararlılıkla sürdürülen bireysel değişim, ailenin diğer fertleri üzerinde etkili olmakta ve çoğu zaman arzu edilen sonuca ulaşılmaktadır. Burada belki de terapiye hangi amaçla gidildiğinin farkında olunması gerektiğini bir kez daha ifade etmek gerekir. Bireyler ya da eşler terapiye sanki daha çok değişim için değil de haklılıklarını kanıtlamak ya da haksızlığa uğradıklarını göstermek için gelmektedirler. Bu kısır bir tartışmanın yaşanmasına yol açar. Oluşan döngüde çıkışı bulmak zorlaşır. Çift terapisine gelenler, eşlerinin değişmesini istediklerinde onlara; değişimin bizden başlaması gerektiğini, bunu başarabildiğimiz ölçüde diğerlerinin değişim yaşamasını bekleyebileceğimizi hatırlatırım.
Biz değişirsek ancak, değişikliğe yol açabiliriz.