Duymuşsunuzdur Orhan Veli’nin bir şiirinde geçer; “Hiçbir şeyden çekmedi dünyada nasırdan çektiği kadar…”. Hipnoz da üzerine atılan gizem ve mitlerden çekti yıllarca. Bu efsunlu sis perdesi hipnozun gerçek etkisini maalesef gölgede bıraktı. Kime sorsanız hipnoz nedir diye, önce yüzünde müstehzi bir gülümseme belirir ve sonra da size köstekli saat ve zombiye dönmüş bir zavallıyı tanımlar. Neyse ki hipnoz, son zamanlarda kanıta dayalı yaklaşımların kullanılması ve özellikle ortak ya da bütünleştirilmiş çalışmalarla, gizem ve mitlerin oluşturduğu bu sis perdesinden kurtulmayı başarmıştır.
Üzerindeki büyülü sis perdesi hipnozu sadece halktan değil, bu konuda çalışma yapabilecek insanlardan da koparmış oldu. Bilim adamları ve klinisyenlerin konuya uzak kalmaları psikoloji ve tıp dışındaki insanların bilinçsizce davranışlar sergilemelerine zemin oluşturmuştur. Oysa geçen yüzyılın başlarında ünlü Freud’dan Hilgard’a kadar psikoloji ve psikoterapi tarihinin önemli şahsiyetleri bu konu üzerinde kafa yormuşlar ve terapilerinde hipnoza yer vermişlerdir. Şimdi yine hipnozun emin adımlarla hak ettiği yere ulaşmakta olduğunu söyleyebiliriz. Bir bakıma hipnoz için iade-i itibarda bulunulduğundan söz edilebilir.
Son yılları içine alan kanıta dayalı çalışmalar, hipnozun psikoterapilere olumlu katkıları olduğunu göstermektedir. Bu durum bakışların tekrar hipnoterapiye çevrilmesine neden olmuştur. Bazı çok esaslı terapi yöntemlerinin bütün başarılarına rağmen kimi hastalarda hedeflenen sonuçları vermemesi, bütünsel yaklaşımı zorunlu hale getirmiştir. Kendisi bir terapi yöntemi olmamakla birlikte hipnoz, esaslı bir yardımcı olarak dikkat çekmektedir. Psikoterapilerde etkin rol oynayan hipnoz, bütünsel yaklaşım bağlamında ilk akla gelebilecek yardımcı yöntemlerden biridir. Son yıllarda birçok psikoloji laboratuarında araştırma konusu olarak hipnozun kullanılıyor olması şaşırtıcı değildir. Tüm çalışmalar hipnozun birçok psikolojik sorunda iyi bir tedavi bileşeni olduğunu kanıtlamakla birlikte, ağrı ve şişmanlık tedavisi gibi bazı tıbbi sorunlarda da işe yaradığını göstermektedir.
Anksiyete bozukluklarından depresyon ve kişilik bozukluklarına kadar bir psikolojik sorunda önemli bir tedavi yöntemi olarak Bilişsel Davranışçı Terapiler uzun yıllardan beri kullanılmaktadır. Psikoterapiler bağlamında üzerinde en fazla çalışma yapılan psikoterapi türü olarak BDT dikkat çekmektedir. Üstelik başarılı sonuçlar da veriyor olmasına rağmen niçin hipnozla BDT’yi bütünleştiriyorsunuz diye bir soru akıllara gelebilir. Konuya ilişkin yapılan metaanalitik çalışmaların sonuçları bu soruya verilebilecek en güzel cevaptır; hipnoz hem psikodinamik hem de bilişsel davranışçı psikoterapilerin etkinliğini artırmaktadır (Kirsch, 1990; 1995; Alladin, 2013).
Amaç hastaya daha fazla yardımcı olmak, daha kısa sürede, daha kalıcı bir tedavi sonucu elde etmekse, öyleyse bu hedefi gerçekleştirebilecek her yöntem terapilerde kullanılabilir. Takdir edersiniz ki bu kullanım, “ben yaptım oldu” mantığı ile elbette gerçekleşmemektedir ve gerçekleşmemelidir. Bu bütünleşmenin bir alt yapısı, felsefi bir temeli olmalıdır. Nitekim bu konudaki çalışmalarıyla dikkat çeken bilim adamları, BDT ile Hipnozu birleştirerek hastaların terapilerinde kullandıklarında yüz güldürücü sonuçlar almışlardır. Hem bir klinisyen hem de akademik camianın saygın insanları olmaları hasebiyle yaptıkları çalışmalar dikkat çekici bulunmuş ve geniş kabul görmüştür. Hem BDT hem de hipnozun kendi içindeki sınırlılıklarına dikkat çeken araştırmacılar, birlikte kullanım sayesinde eksikliklerin giderilerek ayrı ayrı etkiden daha fazla toplam bir etkinliğe ulaşmışlardır.
Son dönem çalışmaların sonuçları, gelecek yıllarda psikoterapilerdeki bütünleşmenin artarak devam edeceğini göstermektedir.