Azer Bortaçina - Fotoğraflar: Murat Düzyol
Bereketin fışkırdığı Dicle Nehri'nin kıyısında binlerce dönüm pamuk tarlasının arkasında anıt gibi yükselmiş üniversite binaları. En görkemlisi de modern cihazlarla donatılmış olan tıp fakültesi. Ardından ziraat, ilahiyat, eğitim, mimarlık, mühendislik, diş hekimliği, fen - edebiyat fakülteleri, meslek yüksek okulları, spor yüksek okulu, tenis, voleybol, basketbol ve futbol sahaları geliyor.
Bir çiçek bahçesi ve ormanı andıran Dicle Üniversitesi'nin (DÜ) arazisindeki gölette Diyarbakır'ın kızgın güneşine inat öğrenciler ve öğretim elemanları balık tutuyor. Olimpik havuz ise yüzme yarışı yapan kızlı erkekli gençlerle dolu. Diyarbakır'ın dişi taşlı o güzelim bağ evi de cıvıl cıvıl. Kimi tertemiz masalarda gözlemesini yiyiyor, çocuklar da etrafta koşturuyor. Üniversiteye ait Dicle kıyısındaki balık lokantası çölde vaha gibi. Alabalık havuzlarının etrafı mahşeri kalabalık, önceden rezervasyon yapmayan bu güzellikten mahrum kalıyor.
27 bin dönüm arazide kurulan, 11 fakültesi, beş yüksekokulu, 13 meslek yüksek okulu, 10 araştırma merkezi, üç enstitüsü olan Diyarbakır'daki DÜ'deyiz. Cumhuriyete ters düşecek, laikliğe toz konduracak, Atatürk ilke ve inkılaplarından sapacak hiçbir konuda taviz vermeyen DÜ Rektörü Prof. Mehmet Özaydın'la konukevinin bahçesinde sohbet ediyoruz:
"DÜ 14 bin 300 öğrenci, bin 263 öğretim görevlisi, iki bin çalışanıyla büyük bir kasaba hüviyetinde. Merkeziyetçilikten kaçtığımız için sadece DÜ'de kurulu değil öğretim yuvaları. Şırnak, Mardin, Ergani, Çermik, Çümbüş, Siirt, Bismil'de de yüksek okullar açtık. Siirt'te de eğitim fakültesi var."
Güneydoğu'yu bilmeyen, kültürünü özümsemeyen, buraları yokluk bölgesi sanan insanımız nedense yörede hizmet vermeyi kendine yediremiyor. Gelmek istemiyor, tayinini başka yere çıkartmak için torpil mekanizmasını çalıştırıyor. Oysa bir görse modern hale gelen Diyarbakır ve başka yöreleri. Ücretler inanılmaz düzeyde, büyük kentin tüm olanakları var. Peki neden kaçıyor bu insanlar?
Özaydın "Hele gelip bir görsünler, o zaman düşünceleri değişir" diyor. Ücret konusunda rektörün gözleri parlıyor:
"Üniversiteler içinde en yüksek ücreti DÜ ödüyor. Devletin desteğiyle üniversitemizdeki yardımcı doçent Batı'daki beş yıllık profesörün maaşını alır. Yani son rakamlarla eline 500 milyon lira para geçiyor. İş bununla da bitmez, bir o kadar da döner sermayeden para alır.
Profesörler ise bugünkü koşullarda 750 milyon liraya yakın
maaş alıyor. Döner sermayeyle rakam 1.5 milyara çıkar. Özel muayenelerde limiti kaldırdık, isteyen profesör 15.00'ten 22.00'ye kadar hasta kabul edebilir. Muayenehaneden kazanılan paranın
yüzde 65'i hekime, gerisi hastaneye kalır. Böylece profesör her ay 2.5 milyar lira hatta daha fazlasını kazanabilir. Yardımcı doçentler aynı fakültede görevli eşiyle iki milyara yakın para kazanıyor."
Özaydın bu mucizenin nasıl gerçekleştiğini şöyle anlatıyor:
"Kalkınmada öncelikli bölgelerde çalışan öğretim görevlilerine, devlet memurlarına, maaş artı ödenek veriliyor. Döner sermayenin kaynağını genişlettik. 1995'te döner sermayemizin getirisi ayda 36 milyar liraydı. 1996'da döner sermayenin aylık getirisini 140 milyara çıkardım. Şimdi aylık getiri 1.5 trilyon lira. Daha çarpıcı bir rakam vereyim. DÜ'nün 1999 bütçesi 13 trilyon 870 milyar. Döner sermayenin getirisi 16.5 trilyon."
Üniversitede en büyük sıkıntının
yarım gün çalışmak olduğunu belirten Özaydın, verimli olabilmek için tüm üniversitelerin tam güne geçmesinin şart olduğunu söyledi.