Güven, özgüven...
Bu iki kelime birbirinden ayrılmayan birbirine sıkıca bağlı olan ve aslında her birimizin içinde olan duyguların karşılığıdır.
Öncelikle Türk Dil Kurumu’na göre tanımlarına bakalım, daha sonra da kısaca ikisinden de bahsedelim.
GÜVEN kelimesinin Türk Dil Kurumu’ndaki anlamı, “Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat” olarak geçiyor.
ÖZGÜVEN kelimesi ise, “İnsanın kendine güvenme duygusu” anlamıyla Türk Dil Kurumu’nda yer alıyor.
Psikolojide de ‘Oral Dönem’ olarak adlandırılan temel güven dönemi, 0-12 ay arasını kapsıyor bazen de 18 aya kadar uzayabiliyor. Oral dönem denmesinin sebebi ise bu dönemde bebeklerin haz bölgelerinin ağızları olmasıdır. Bu evrede, bebek çevresinde gördüğü, eline aldığı ne varsa ağzına götürüp bu davranıştan haz alır.
Bebeğin doğduğu andan itibaren başlayan bu dönemde, güven duygusu da yer alır. Yaşanılanlara göre güven duyma veya güvensizlik olarak bebeğin zihninde kodlanır ve yaşamın ilerleyen dönemlerinde de bu duygular kendilerini gösterir.
Özellikle 0-12 ay arası anne-bebek ilişki açısından da oldukça önem taşır. Anne ile kurulan sürekli ilişki sayesinde bebeğin ‘temel güven duygusu’ gelişir. Bu sebeple de anne ile bebek arasında sevgi alışverişi çok önemlidir. Bu sevgi alışverişiyle bağlılık ve güven oluşur.
Bu dönemdeki anne bebek ilişkisinin niteliği, bebeğin gelecekteki kişiler arası ilişkilerinin niteliğini de belirler.
Oral dönemin problemli geçmesi kişinin gelecekteki yaşantılarında ilişkilerinde güvensizlik, bağımlı, aşırı isteyici olmasına neden olur. Kişide temel güven duygusu yerine, temel güvensizlik duygusunun gelişip yerleşmesi ise kişinin sonraki yaşantılarında kendine ve başkalarına karşı güvensiz olmasına ve olumsuz tutum geliştirmesine yol açar. Bu durumda kişiler arası ilişkilerde bozukluklar görülür.
Bu dönemin başarılı geçmesi, bebekte temel güven duygusunun gelişmesini ve yerleşmesini sağlar. Bu duygunun gelişmesi ilişkilerinde olumlu ve güvenli bir tutum göstermesinde önemlidir.
Çocuk 6-11 yaş aralığına geldiğinde, yaptıklarıyla övünür, başkalarının gözüne girmeye çalışır. Çevresindeki insanlardan ilgi ve destek bekler. Okul ve ev ortamında bu desteğin verilmesiyle kendini güvenli, yetenekli, becerikli hisseder. Beklediği beğeni ve desteği bulamazsa ilişkilerinde çekingen, bağımlı ve yetersiz biri olabilir.
Özetle, güven ve özgüvenin temelleri doğduğumuz andan itibaren atılır. Bundandır ki psikologlar da çocukluğa inerek sorunlara çözüm arar. Çocuklukta ne yaşanılıyorsa erişkinlikte de onların etkileri ile yaşama devam edilir. Sorunlu ve güven kırıklıkları ile dolu bir çocukluk geçirmiş bir kişi ileriki yaşlarında da kimseye güvenemeyecek duruma gelebilir hatta kendisine bile… Bu durumda da kendine olan güvensizlik olan özgüven eksikliği devreye girer. Kişinin kendine güvenmemesi, kendini yetersiz bulması da özgüven eksikliğinden kaynaklanır.
Özgüven eksikliği de çocukluk çağında anne babanın tutumu ve daha sonrasında çevre faktörünün etkisiyle bireyin yaşamış olduğu hayatı boyunca onu etkileyecek olan bir çeşit travmadır.
Anne baba çocuğuna ‘yapabilirsin, başarabilirsin’ gibi sihirli sözcükler yerine çocuğunu aşağılayacak ‘yapamazsın, beceremezsin, anlamazsın, başaramazsın” gibi kelimeler kullanırlarsa çocukta yetersizlik duygusu ve güven kırıklığı oluşur. Kendisine bir görev verildiği zaman, “ben zaten yapamam” diyerek bir kenara çekilir. İşte özgüven eksikliğinin temeli böyle ortamlarda atılır. Halbuki aile ‘yapabilirsin’ diyerek çocuğu teşvik etse ve her zaman, her durumda yanında olsa, çocuk olmaz denilenleri dahi oldurabilir.
Eğitim ve gelişim ailede başlar. Okulda ve sosyal çevrede devam eder. Temel sağlamsa yapının yıkılması da zor olur. Özgüvenli yetişen çocuk hayatı boyunca çok büyük bir ihtimalle öyle devam edecektir. Okul arkadaşları veya çevresi onu aşağılamaya, küçük düşürmeye çalışsa dahi bunlardan etkilenmeyecek veya çok az etkilenecektir. Tersi durumda ise çocuk içine kapanık duruma gelebilir.
Kendine güven veya güvenmemek daimi bir şey değildir. Her insanın bazen kendine güvendiği, bazen de güvenmediği durumlar olabilir. Örneğin kişi, akademik başarı, teknik beceri gibi konularda kendine güvenirken fiziki görünüşü, beden dili gibi konularda da kendine fazla güven duymayabilir. Yani kişinin içindeki güven de değişkendir.
Özgüven eksikliğinin bir nedeni de yetiştiriliş tarzıdır. Birçoğumuz ‘el alem’ denilen mahalle örgütü yüzünden yapmak istediklerimizi yapamamış, söylemek istediklerimizi söyleyememiş olabiliriz. Çünkü, ‘el alem ne der?’ Böyle yetişince de ‘ya biri bir şey derse, ya bana gülerlerse, aman öyle yapmayım, öyle söylemeyim, ya yanlış anlaşılırsam’ gibi kendimizi engelleyen cümlelerin arkasına sığınırız. Oysa hani değerli benliğimiz? Biraz bencil olmakta yarar var. ‘önce ben’ deyip söylemek istediğimiz ne varsa söylemeliyiz. Güleceklermiş, gülsünler. Beğenmeyeceklermiş, beğenmesinler. Şunu unutmamak lazım ki ne yaparsak yapalım en iyisi de olsak dört dörtlük dahi olsak bizi yargılayacak, olumsuz eleştiriler yapacak kişiler her zaman olacaklar. Mühim olan onlarla yaşamayı öğrenmektir.
Özgüven çocuklukta oluşur ve aynı şekilde devam eder. Ancak tamamıyla değişmeyen bir duygu hali değildir. Özgüvenimiz, bir anlamda da kendimizi ne kadar değerli bulduğumuzun, ne kadar değer verdiğimizin bir göstergesidir. Kişi ‘ben değişeceğim’ dediği anda kendini değiştirebilir ve geliştirebilir. Her bir birey değerlidir. Değersizliği asla kabul etmemelidir.
‘Nasıl kendimizi değiştirebiliriz?’ sorusunun cevabı da uygulaması da aslında oldukça basittir. Temelde istemek önemlidir. Değişimi gerçek anlamda kabul eder ve istersek değiştiremeyeceğimiz hiçbir şey olmayacaktır. Değişimin temelinde ise hayatımızdaki olumsuz kelimeleri ve düşünceleri atmak yatar. ‘yapamam, başaramam, ne derler, olmayacak, boşuna uğraşıyorum’ gibi olumsuz ve kendimizi kötü hissettiren sözcükleri hayatımızdan çıkarıyoruz. Her ne olursa olsun her ne yaşanılırsa yaşansın, bıkmadan, usanmadan devamlı olarak kendimize ‘ben yapabilirim, ben başarabilirim, yapacağım, başaracağım, her şey çok güzel olacak’ demeliyiz. Ve hatta bir iş yapılacaksa ‘bunu benden daha iyi kimse yapamaz’ diye kendimizi motive ederek işe başlarsak o iş tahmin edilenden çok daha iyi olacaktır.
Temel felsefe ‘olumlu düşün olumlu olsun’. İyi düşündüğün sürece iyilikler seninle olacak. İşini iyi yapacaksın, kendini iyi hissedeceksin ve kendine güvenin gelecek. Çünkü o iş her ne ise onu senden daha iyi yapabilen hiçbir kimsenin olmayacağına inanacaksın ve sonuçta gerçekten başaracaksın.
Bugün bu yazıyı okuyan herkes kendini sorgulamaya başlasın. Kimse için kendini engellemeye değmez. Önemli olan senin mutluluğun, senin isteklerin. ‘Kim ne der’ düşüncesini aklımızdan ve hayatımızdan çıkaralım. Bilelim ki ne dersek diyelim bizi desteklemeyen birileri her zaman hayatımızın bir kenarında olacaktır. Onları düşünüp geri adım değil ileri adım atmalıyız ki tüm gücümüzle varlığımızı koruyabilelim. Sizi engellemek isteyenlere aldırış etmeyin. ‘Yapamazsın’ diyenlere kulak asmayın. İç sesiniz size olumsuz da konuşsa onu da dinlemeyin ve tüm kuvvetinizle, inanmak isteyerek ve inanarak ‘her şey çok güzel olacak’ deyin. Göreceksiniz, gerçekten de çok güzel olacak. Güzel ve bol güvenli hayat sizi bekliyor. Daha fazla ertelemeyin.
Pozitif ve Mutlu Günler...