12.01.2025 - 06:53 | Son Güncellenme:
Derleyen: Gonca Kocabaş / Milliyet.com.tr - Yüzyılın en etkili düşünürlerinden biri olan Jiddu Krishnamurti, bireyin zihinsel özgürlüğüne odaklanan felsefesiyle tanınıyor. 1895 yılında Hindistan'da dünyaya gelen Krishnamurti, genç yaşta Teosofi Derneği tarafından 'Dünya Öğretmeni' olarak ilan edildi. Ancak bu ünvanı ve kendisine atfedilen tüm liderlik rollerini reddederek özgür düşüncenin savunucusu oldu.
Annesi Sanjeevamma, sekizinci çocuğunun özel olacağını hissetti ve normalde ortodoks Hindu evlerinde dua için ayrılmış olan puja adı verilen bu odada doğum yapmak istedi. Hindular için doğum anı, bebeğin başının göründüğü andır ve astrolojik hesaplamalar için de oldukça önemlidir. Bölgedeki ünlü bir astrolog olan Kumara Shrowtulu, ertesi gün çocuğun büyük bir adam olacağını ve çok büyük işlere imza atacağını tahmin etmişti.
'BAHÇEDE ÖLEN KIZ KARDEŞİMLE BULUŞUYORDUK'
Krishna 2 yaşındayken sıtmaya yakalandı ve bu da ateş ve yoğun burun kanamalarına neden oldu. Zayıflığı, babası ve öğretmenleri de dahil olmak üzere etrafındaki insanların kötü muamelelerine karşı onu yumuşak bir hedef haline getirdi. Öğretmenleri onu zayıf ve zihinsel olarak yetersiz bir çocuk olarak görüyordu. Babasının sık sık iş değiştirmesi ve kötü sağlığı, öğrenmede geri kalmasına neden oldu. Oldukça hayalperest olan Krishnamurti'nin zihinsel engelli olduğu düşünülüyordu.
Krishna'nın en büyük kız kardeşi 1904'te yirmi yaşında öldü. 18 yaşındayken yazdığı bir anı kitabında annesinin ölen kızını 'gördüğünü' şu sözlerle anlattı:
"Birlikte konuştular ve bahçede kız kardeşimin geldiği özel bir yer vardı. Annem kız kardeşimin orada olduğunu her zaman bilirdi, bazen beni de oraya götürürdü ve kız kardeşimi de görüp görmediğimi sorardı. İlk başta bu soruya güldüm ama tekrar bakmamı istedi, bazen kız kardeşimi görürdüm. Sonrasında ise kız kardeşimi her zaman görebildim. Çok korktuğumu itiraf etmeliyim. Genellikle annemin yanına koşardım ve bana korkmak için hiçbir neden olmadığını söylerdi. Ailemde bu şekilde gören tek kişi annem dışında bendim. Annem insanların auralarını görebiliyordu ve ben de bazen onları görüyordum."
'ANNEM OKULA GİDERKEN BENİ TAKİP EDERDİ'
Aralık 1905'te Krishna'nın annesi öldü. Aynı anı kitabında Krishna "Çocukluğumun en mutlu anıları, sevgili annemle ilgilidir. Okulda özellikle mutlu olduğumu söyleyemem çünkü öğretmenler pek nazik değillerdi ve bana benim için çok zor olan dersler verdiler. Sağlığım çok hassas olduğu için, çok sert olmadıkları sürece oyunlardan zevk alırdım. Annem 1905'te öldüğünde, kardeşlerim ve ben, bizi en çok seven ve önemseyen kişiden mahrum kaldık ve babam bizimle fazla ilgilenemeyecek kadar meşguldü, bize bakacak gerçekten kimse yoktu. Annemin ölümüyle bağlantılı olarak, öldükten sonra onu sık sık gördüğümü söyleyebilirim. Bir keresinde annem yukarı çıkarken onu takip ettiğimi hatırlıyorum. Elimi uzattım ve elbisesini yakalar gibi oldum ancak merdivenlerin tepesine ulaşır ulaşmaz kayboldu. Kısa bir süre öncesine kadar, okula giderken annemin beni takip ettiğini duyardım. Bunu özellikle hatırlıyorum çünkü Hintli kadınların bileklerine taktıkları bileziklerin sesini duydum. İlk başta yarı korkmuş bir şekilde geriye bakardım, elbisesinin belirsiz şeklini ve yüzünün bir kısmını görürdüm. Bu neredeyse her zaman evden çıktığımda olurdu” diye yazmıştı.
Krishnamurti ömrü boyunca bireylerin dogmalardan, otoritelerden ve toplumsal koşullandırmalardan bağımsız düşünmesi gerektiğini savundu. Ona göre, gerçek dönüşüm ancak bireyin kendini tam anlamıyla tanımasıyla mümkündü. "Gerçek bir devrim, bireyin zihninde başlamalıdır" diyen Krishnamurti, kendine dayalı bir özgürlük anlayışı geliştirdi. Yazıları ve konuşmalarıyla milyonlarca insana ilham veren Krishnamurti, dünya çapında seminerler düzenledi ve çok sayıda kitap yazdı. Eserlerinde sevgi, korku, zihin ve eğitim gibi konuları derinlemesine ele aldı.
'ZİHİN GEÇMİŞİN YÜKÜNDEN KURTULMADIKÇA ÖZGÜR OLAMAZ'
Krishnamurti, ruhsal bir lider olarak tanınmasına rağmen her türlü otorite ve dogmayı reddederek zihinsel özgürlüğün en güçlü savunucularından biri haline geldi. Krishnamurti’nin hayatı, genç yaşta Teosofi Derneği tarafından keşfedilmesiyle yön değiştirdi. Dernek, onun 'Dünya Öğretmeni' olacağına inanıyor ve onu bu rol için yetiştiriyordu. Ancak 1929 yılında yaptığı ünlü konuşmasında Krishnamurti, kendisine biçilen bu rolü ve Teosofi'ye bağlı tüm yapıları reddetti. Krishnamurti, "Hakikat, hiçbir otoritenin, öğretmenin ya da sistemin tekelinde değildir. Sizler hakikati ancak kendi içinizde bulabilirsiniz” ifadelerine yer verdi.
Bu açıklama, Krishnamurti’nin sadece bireyin kendi bilinci ve özgür iradesiyle anlam bulabileceği bir hayat arayışına adanmış olduğunu gösteriyordu. Felsefesini, bireyin zihinsel ve duygusal kölelikten kurtulması gerektiği üzerine inşa etmişti. Ona göre insanların büyük çoğunluğu toplumsal kurallar, gelenekler, korkular ve arzular tarafından koşullandırılmış bir zihin yapısıyla yaşamaktaydı. Bu durum, bireylerin özgürce düşünmelerini ve yaşamalarını engelliyordu. Krishnamurti şöyle diyordu: "Zihin, geçmişin yükünden kurtulmadıkça özgür olamaz.
'KENDİNİZİ ANLAMADAN DÜNYAYI ANLAMAYA ÇALIŞMAK ANLAMSIZ'
Korkunun, insanın zihinsel ve duygusal hapisanelerinden biri olduğunu savundu. Özellikle gençlerin, ezbere dayalı sistemlerden ziyade farkındalığı ve sorgulamayı teşvik eden bir eğitimle yetiştirilmesi gerektiğine inanırdı. Krishnamurti, yaşamı boyunca birçok ülkede seminerler verdi ve insanları dogmalardan bağımsız düşünmeye çağırdı. Konuşmaları sırasında, dinleyicilerine sık sık “Soru sormaktan çekinmeyin. Hiçbir otoriteye bağlı kalmayın” diyerek bireysel farkındalığın önemini vurgulardı. Onun felsefesi, yalnızca bireylerin değil, toplumların da dönüşümüne yönelikti. 1969 yılında Kaliforniya’da kurduğu Krishnamurti Vakfı, onun düşüncelerini yaymaya devam etti.
Ayrıca Hindistan, İngiltere ve ABD’de kurduğu okullar, Krishnamurti’nin eğitim anlayışını uygulamaya koydu. 1986 yılında Kaliforniya’da hayata gözlerini yuman Krishnamurti, ardında büyük bir felsefi miras bıraktı. Onun yazdığı kitaplar, bugün hâlâ birçok dile çevriliyor ve okuyucularına ilham veriyor. Krishnamurti, bireyin kendi bilincini keşfetmesiyle ilgili şu sözleriyle hatırlanıyor:
"Kendinizi anlamadan, dünyayı anlamaya çalışmak anlamsızdır. Kendini tanıyan bir birey, dünyayı değiştirebilir."
BRUCE LEE'YE NASIL İLHAM OLDU?
Aynı zamanda Jiddu'nun fikirleri, zamanımızın en gösterişli Kung-Fu dövüşçülerinden biri olan, Time dergisi tarafından 20. yüzyılın en önemli 100 insanı arasında gösterilen Bruce Lee'yi de etkilemişti. Bruce Lee'nin eşi Linda Lee, yıllar önce videoya kaydedilen bir röportajında, kocasının bir yaralanmadan kurtulurken felsefe üzerine kapsamlı bir araştırma yapmaya başladığını söylemişti. Karısına göre onu en çok etkileyen şey Jiddu Krishnamurti'nin öğretileriydi.
Krishnamurti'nin felsefesinin Bruce Lee'yi en çok cezbeden yönü, Krishnamurti'nin düşüncede kendine güvenen, cesur ve bağımsız olmaya vurgu yapmasıydı. Bu fikirler Bruce Lee'nin zihninde ve ruhunda anında bir yankı uyandırdı ve kendini bu doğrultuda geliştirmeye başladı. Bunun ardından Bruce Lee, dövüş sanatlarının ardında yatan fikirler ve felsefe hakkında yazmaya başladı. İnsan zihni ve bedeni arasındaki ilişkiye dair aydınlanmış anlayışı, Bruce Lee'nin zihinsel güç geliştirmesine ve sakatlığından kurtularak en iyi fiziksel durumuna geri dönmesine yardımcı oldu.
Kendine yardım etmekten daha iyi bir yardım olmadığına inanmaya başladı. Yeni kazandığı özgüven sayesinde, yaralanmadan önce olduğundan daha iyi bir dövüşçü oldu. Yaralandığında, doktorları tekrar dövüşüp dövüşemeyeceği konusunda şüphelerini dile getirmişlerdi. Ancak Krishnamurti'nin kitaplarında yer alan fikirler Bruce Lee'nin bir dövüş sanatları dövüşçüsü olarak zirveye ulaşmak için zihinsel gücünü geliştirmesine yardımcı olmuştu.
Bugün onun felsefesi, özellikle mindfulness, meditasyon ve bireysel gelişimle ilgilenenler arasında popüler olmaya devam ediyor. Krishnamurti’nin yaşamı, yalnızca bir filozofun değil, düşünceleriyle insanları özgürlüğe çağıran bir devrimcinin hikâyesi olarak anılıyor.