Sirkeci vapur iskelesi önü. Her zamanki kadar kalabalık ve hareketli. Vapura yetişmek için koşanlardan biri; kaçırdığı vapura mı yoksa soluk soluğa kaldığına mı dertleneceğine karar veremezken, iskelenin sol köşesinde çok tanıdık bildik ve ne yazık ki alışık olunan bir görüntüye takılır gözü.
Yedi belki sekiz yaşında bir çocuk yere bağdaş kurmuş önüne atılacak paraları bekliyor.
Hikayesi, kimliği, nedeni ömür boyu tartışılabilecek kadar uzun ve hüzünlü olabilir ama on saniyeliğine çantadan çıkartıp bir paket sütlü çikolata uzatıldığında tüm bu konular ipleri kesilmiş renkli balonlar gibi gökyüzüne uçuveriyorlar. Gerçeklerden hızla uzaklaşan balonları takip eden gözler, tekrar yer yüzünün kızarmayan suratlarına geri dönene kadar.
Döndüğünde görülen ise çocuğun bağdaş kurduğu yerde yırtılmadan, zarifçe ve yapışkanlarından -itinayla- açılmış, buruşturmadan bırakılmış çikolatanın boş ambalajı oluyor.
Çocuk ?
Yok, gitmiş. Oturduğu yerde açtığı kesin paketi.
Hepsini bir çırpıda yedi mi? Paylaşmak için sevdiği birisine mi götürdü? Sevindi mi? Beğenmedi mi? Tahmin etmek imkansız.
Yeniden aynı yere gelir mi? Tahmin etmek zor değil!
Gelemez !
Çünkü çocukluk uzun sürmüyor. Hayatın ilk tanışma sürümü konuyu kavrayamayacak kadar kısa.
Hayatın gelişkin versiyonlarını kullanmaya başladığımızda ise; içinde hangi yeni özellik olmalı diye beklentiler içine girerken, bedelsiz elde edilen özelliklere ilgisizleşiyoruz.
Kimseye haddim değil şunu yapın bunu yapın demek. Fakat çikolatada mutluluk veren endorfin var ya işte o; aşık olduğumuzda bedenimize sevinç salan kimyasallardan biri. Mutluluk hormonu olarak da biliniyor.
Çoğaltmak için aşık olmayı beklemenize gerek yok diyebilirim sadece.