Gonca Kocabaş / Milliyet.com.tr - Zeynep Erkaragülle, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü mezunu. Üniversitedeyken 1 yıl Amerika’nın çeşitli eyaletlerinde bulunup, yarı zamanlı olarak çalıştı ve burada geziler yaptı. Üniversite sonrası ise 10-12 yıl civarında profesyonel çalışma hayatı oldu. Aynı zamanda doğaya, ekolojik hayata, kadim bilgilere erişmeye ve öğrenmeye, bitkilere olan merakı ve sevgisi nedeniyle İstanbul’dan taşınmanın ve kırsalda, mümkünse medeniyetten olabildiğince uzakta bir hayat kurmanın araştırması içine girdi. Bu sırada bir oğlu oldu. 2014 yılında, oğlu 2 yaşındayken radikal bir karar alarak Aydın'ın Soğucak Köyü’ne taşındı. Burada birçok bitkiyi yetiştirmeye başladı.
DOĞADAN BİTKİ TOPLAYARAK YAĞ ELDE ETMEYE BAŞLADI
Genel olarak bitki yetiştiriciliği hakkında bilgisi vardı fakat tecrübelerini burada kazanmaya başladı. Bitkilere kimyasal vermeden böcek, sülük, bit gibi zararlılardan koruyarak yetiştiricilik yapıyordu. Hemen hemen her gıdayı evde kendi imkanlarıyla üretiyordu, kimyasallardan uzak bir hayat sürdüğü için mutluydu fakat buradaki yaşamını devam ettirebilmek adına bir iş yapması gerekiyordu. Düşünme döneminde 3,5 yıl İzmir’de bir Avrupa Birliği projesinde çalıştı. Bu çalışma döneminde İzmir’e taşındı. İzmir ona İstanbul’dan çok farklı gelmedi, kırsalda yaşadığı hayata özlem duyuyordu. Aynı zamanda ailevi ve evliliğiyle ilgili sorunları olduğu için işten ayrılarak Muğla’ya kardeşinin yaşadığı köyün yakınındaki Bayır Köyü’ne oğluyla beraber taşındı. Aradığı yer işte tam da burası oldu. Tıbbi bitki yetiştiriciliğini doğadan, çevreden, eğitimlere katılarak ve yetiştiricileri ziyaret ederek öğrendi. Doğadan bitkiler toplayarak yağ elde ederek sabun, merhem, ruj gibi ürünler yapmaya başladı.
'1 GÜNDE KAZANACAKLARI PARAYI HESAPLIYORLARDI'
"Aslında kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde yaşamama rağmen birçok ürünüm satılıyordu" diyen Zeynep Erkaragülle, zamanla internetten de işlerini tanıtmaya başladı. İşleriyle ilgili daha büyük adımlar atmak için yaşadığı köyün imkanları yetersizdi. Ulaşım, kargolama, arazi fiyatlarının yüksek olması, su problemlerinin olması nedeniyle bazen boşa çaba harcadığını da hissediyordu. Birçok şey istediği gibi gitmiyordu. Bölge turistik bir bölge olduğu için yaz aylarında büyük bir yığılmayla baş etmeye çalışıyordu. Hiçbir anlamda kapasitesi özellikle de suyu yeterli değildi. Yazın bu yığılmalar nedeniyle birçok iş askıya alınıyordu. Kışın ise çalışacak insan, makine, araç bulmak zor oluyordu. Bir şeyleri yapmak için kendini hep birilerin beklemek durumunda hissediyordu. Bunun dışında yazın çok sıcak olması birçok işini de ertelemesine neden oluyordu. Kahvaltı bile yapamadan, yemek yemeden havanın serinlemesini beklemek, sabah 05.00-06.00 gibi sıcaktan terleyerek uyanmak yorucuydu.
Ona göre herkesin turistik tatil beldelerine yerleşmesi bu bölgelerdeki birçok dengeyi bozmuştu. Yerleşik halk, yabancı insanları bölgede çok istemiyordu, bölgenin tercih edilmesi her şeyin değerinin çok üzerinde satılmasına neden oluyordu. Orman elde edilen kekik, defne, keçiboynuzu, adaçayı gibi bitkilerin toplanması da halkı rahatsız ediyordu. "Ayrıca yerel halk kiraya verdiği mülkünün kiracısını, tatil dönemleri yaklaşırken çıkarmak için bir bahane aramaya başlıyordu. Çünkü yaz aylarında 1 günde kazanacağı paranın hesabını yapıyordu" diyen Zeynep, “Bölgede tarım ve hayvancılık turizm nedeniyle neredeyse terk edilmişti. Bazı köylerde su sıkıntısı çok yoğundu, özellikle yaz aylarında köyler arasında tankerlele su taşınarak günler kurtarılıyordu. Ayrıca herkesin tercih ettiği bölgelere daha çok göç olması ekolojik olarak doğru değildi. Böylece aklıma daha iyi bir fikir geldi. Kimsenin gitmek ve yaşamak istemediği, tercih etmeyi düşünmediği dedelerimin, atalarımın toprağı olan Kastamonu Tosya’daki Çifter Köyü'me taşınmaya karar verdim” diyerek şunları söyledi:
“Dışarıdan bakıldığı zaman güzel ve cazip. Ancak içine girip yaşamaya başlayınca insanı bitirip tüketen, harcayan ve yoran bu güzel köyden, Anadolu kırsalındaki ücra bir köye ata toprağıma geldim. Sonrasında yaptığım işe devam etmek ve bu işte profesyonel olabilmek adına yapabileceklerimi araştırdım. Bölgede yetişebilecek tıbbi bitkileri yetiştirmek üzere arazi arayışına girdim. Bu süreçte bir akrabamız kendi tarlasını kullanabileceğimi söyleyerek bana yardımcı oldu. 14 dönümlük bu araziye lavanta, biberiye, adaçayı, nane, kekik, aynısefa, altın otu, sarı kantaron, bazı soğanlı bitkiler, aronya dikimi gerçekleştirdim.”
KİTAPTAKİ KARAKTER MARKASININ ADI OLDU
Zeynep Erkaragülle, en çok ilgisini çeken şifalı bitkiler üzerinde durmaya karar verdi. Elindeki yetişmiş bitkilerle yapılabilecek her şeyi yapmaya başladı. Öncelikle maserasyon yöntemiyle yağlar üretti. Bu yöntem çok büyük makineler teçhizatlar gerektirmiyordu. Sonra tütsüler yapmaya başladı. Daha sonra sabunlar üretti. Zamanla elindeki bitkilerden koku keseleri, çiçek demetleri, banyo tuzları, bitki çayları gibi ürünler elde etti. Üretimimin ikinci yılında distilasyon makinesi alarak hasat zamanında ürünler arasına tıbbi bitki yağlarını ve bitki hidrosollerini de eklemiş oldu. Daha öncesinde ise ufak bir sıkım makinesi alarak sabit yağlarda elde etmeye başlamıştı. Bu süreç sonunda çok geniş bir ürün yelpazesi oldu.
İlkokul boyunca okula gitmeyi sevmeyen, istemeyen, dersleri dinlemeyen ve anlamayan bir öğrenci olduğunu söyleyen Zeynep, “Okula devam etmek istemediğimi sık sık dile getiriyordum. Ablam ise bana sürekli olarak düşüncemin doğru olmadığını anlatmaya çalışıyordu. Bana anlatarak başarılı olamayacağını fark etmiş olacak ki benim zihniyetimi değiştirmeye karar vermişti. Her gün belirli bir saat aralığında bana kitap okuma saati yapmaya başlamıştı. Kitap okumayı da istemediğim için kitabı elimde tutarak sayfalara bakarak bekliyordum, sonra ablam bana kitabı anlatırdığında hiçbir fikrim olmuyordu. Bu nedenle de kitap okuma saatim hiç bitmiyordu ve sıkılıyordum. Bir süre bu şekilde devam ettim, hala kitabı okumuyordum. Ablam bir çözüm buldu: 'Sadece konuşma çizgilerini oku o zaman.' Sonra ben kitaplardaki konuşma çizgilerini okumaya başladım. Fakat bu defa da o diyaloglar neden geçiyor diye sebebini merak etmeye başladım, önceki ve sonraki paragraflara bakmaya başladım. Tabii ki kitabı anlamama yeterli olmadı, konular ilgimi çekmeye başlamıştı” dedi ve ekledi:
“Kitapları bu şekilde okumaya başladım. Bir gün ablam bana 'Şeker Portakalı' kitabını getirdi. Kitapta 'Zeze' adında bir karakter vardı. Ablam da bana 'Zeze' diyordu çoğunlukla. Bu kitaptaki karakterin aile ortamı ve hayatı bizimkine benziyordu. Karakterin duygusallığı beni çok etkilemişti. Zeze tamamen kendine ait bir dünyada yaşıyordu ve bir ağaçla arkadaşlık ediyordu. Daha sonra bir çok yerde Zeze ismini kullandım. Okulda ve iş hayatımda da Zeze ismiyle çağrıldığım oluyordu. Daha sonra sosyal medya hesaplarımda Zeze ismini kullandım. Sonrasında bitkilerle çalışmaya başlayınca sosyal medya hesabımın başına botanical ismini ekledim ve bu ismi marka adı olarak seçmeye karar verdim."
'BU İŞE GİRİP ZARAR EDEN ÇOK İNSAN GÖRDÜM'
Ata toprağına dönmesindeki en büyük nedenin tersine göç yapmak olduğunu dile getiren Zeynep Erkaragülle, “Fakat insanlar genelde turistik bölgelere göçüyordu. Ben insanların ata topraklarına göçerek oralarda bir değer katması ve eforunu oralarda harcamasının daha ekolojik ve insan doğasına daha uygun olduğunu düşündüğüm için bu kararı aldım. Ata toprağıma döner dönmez istediğim her şey daha kolay olmaya başladı. Büyüklerimizin tecrübelerinden faydalanma şansım oldu” şeklinde konuştu. "Arazi kira veya satın alınması hariç 1 dönüm başına (tıbbi bitki yetiştiriciliği için); sürüm, karık açma, dikim, fide satın alınması sulama, depo, kurutma alanı gibi giderler için 250 bin liralık bir yatırım ihtiyacı var" diyen genç girişimci, “Bunlar dışında damla sulama, malçlama, su deposu ve dinlenme tankı eklenirse 150 bin lira daha ek gider olacaktır” bilgisini paylaştı.
"Benim gözlemlerime göre herkes böyle bir iş yapamaz. Fazla sabır ve emek gerektiren bir iş" diyen Zeynep, “Sadece para için yapılabilecek bir iş değil. Bu işe girmiş olduğum zamandan beri çevremde çok fazla yetiştiriciyle iletişim halindeyim. Pişman olarak tarlasını bozan, istediği kârı elde edemeyen, ürünlerini pazarlamakta zorluk çeken, zahmetinin ağırlığı altında ezilen ve zarar eden çok kişiye rastladım. Yapılan masraflar hemen geri gelmiyor. Bir nevi kepçeyle dağıtıp çay kaşığıyla geri topluyoruz aslında. Sabredip beklemek bir yandan bu emeği ve masrafı sürekli yapmak uğraşanı yorabiliyor. Yapılan yatırımın hızlı geri dönüşünü bekleyen kişiler için tavsiye etmem. Biraz beklemek ve sabretmek gerekecek” dedi.
'DUYAN HERKES DELİLİK OLDUĞUNU SÖYLEDİ'
İlk başta duyan herkesin böyle bir işe girişmenin delilik olduğunu, çiftçiliğin zor olduğunu, Tosya’da böyle bitkilerin yetişmeyeceğini, para kazandıracak bir iş olmadığını söylediklerini dile getiren Zeynep Erkaragülle, “Beni vazgeçirmeye çalıştılar. Ancak zamanla bu fikirde samimi olduğumu iş olarak bu alana yöneldiğimi gördüler. Elde ettiğim ürünleri satışa sunmam ve bundan gelir elde edebilmem yaşadığım ilçede yaptığım işin tanınması ve ürünlerimin ilgi görmesi sayesinde çevremdekilerin bakış açısı değişti. Genellikle zoru sevdiğim yorumu yapılıyor. Kolaylıkla bir işe girip para kazanacakken böyle ağır işlerle uğraşmam insanları şaşırtıyor” şeklinde konuştu.
Bitki yağlarının binlerce yıldır beslenme, sağlık, bakım ve tedavide kullanıldığını, her yağın kendine has özelliği ve etki alanı bulunduğunu söyleyen Zeynep Erkaragülle, yağlar hakkında da şu bilgileri verdi:
"Lavanta yağı stres, anksiyete, uyku sorunları, cilt bakımı, egzama, bağırsak problemleri, saç bakımı, ağrılar, strese bağlı baş ağrısına iyi gelir. Biberiye yağı hafızayı kuvvetlendirme, odaklanma, dikkat eksikliği, beyin fonksiyonlarını artırma, fıtık ağrıları, akne ve sivilce tedavisi, mide bağırsak sorunları için kullanılır. Nane yağı migren, sinüzit, zihinsel yorgunluk, kas ağrıları, moral ve enerji yükseltme, burun ve geniz akıntısını yok etmede etkilidir. Gül yağı vücuttaki frekansı üst seviyelere çıkararak moral, motivasyon, algı temizliği sağlar. Aynı zamanda bir çok yağ gibi saç, cilt, bakımında kullanılır. Kekik yağı ağız ve diş bakımı, diş eti çekilmesi, bakteriyel problemler, göğüs hastalıkları ve nefes problemlerine birebirdir."
'YAĞLARIN SAF OLARAK KULLANIMI ÖNEMLİ'
"Bizim işletme olarak en çok önem verdiğimiz konu bu yağları saf haliyle satışa sunmak ve aromaterapinin kişilerin hayatında uygulanabilirliğini göstermek, basit formüller ile büyük sağlık farkları elde edilebileceğini vurgulamak" diyen Zeynep Erkaragülle sözlerini ise şöyle noktaladı: "Yağların piyasada çoğunlukla satışı yapılan sentetik olanları, rafinasyon işlemi görmüş veya içerisinde yapay esans bulunanları ile bizim satışa sunmuş olduğumuz yağlar arasında büyük farklar bulunuyor. Yağların saf olarak kullanımı ve bazı uygulamaları alışkanlık haline getirmek şifa anlamında, bedensel sağlık, mental olarak idrak ve zihin açılması anlamında, psikolojik rahatlama anlamında büyük faydalar sağlıyor."