Kolay değil sularla çevrili bir kara parçasında ömür sürmek. İnsanları sevmeyi, kimseden korkmamayı gerektirir. Ve kendi kendine yetebilme yeteneği...
Sivil mimarinin en güzel örnekleriyle kaplı evleri, kiliseleri ve manastırları olan Zeytinliköy (Aya Todori), Bademliköy (Gliki), Tepeköy (Ağridya), Dereköy (Sinudi), Kaleköy (Kastro), Aydıncık (Kefaloz) arasında dolaşıp durduk. Sorunları da, çözümleri de dinledik. Şimdi isterseniz biraz da tarihin derinliklerine dalalım.
Tarih boyunca çeşitli istilalara uğrayan Gökçeada, 1453’de Osmanlı topraklarına katılmış. Kısa bir süre sonra Venedikliler’in işgaline uğrayan Ada, Osmanlılar tarafından tekrar ele geçirilmiş. 1912’de Yunanlılar tarafından işgal edilen Gökçeada, Lozan Antlaşması’ndan sonra yeni baştan, ancak değişik bir statüyle Türk hakimiyetine geçmiş ama bunca yıl sonra bile, yerleşik halkın ancak bürokrat kesimini Türkler oluşturmuş. Bu bürokratlardan Ada’da kalmak isteyenlere devletçe ev, arazi olanakları sağlanmasına rağmen, ilk resmi iskan olarak 1947’de Gökçeada’ya getirilen Sürmeneliler, Ada’da yanlızca dört hanelik Türk toplumunca karşılanmış. Bugün bu dört haneden “Tokgöz" ailesi yaşamını Ada’da sürdürmeye devam ediyor. Sürmeneliler’den, on beş hane olarak geldikleri 1947 yılından bugüne dört aile kalmış.
Kendine yetmeyi bilmek
1964’de gencecik bir delikanlı iken Gökçeada’ya öğretmen olarak tayin edilen Erol Saygı ise bir gelmiş, pir gelmiş. Bir daha da adadan ayrılamamış. Dilleri, dinleri farklı olan bu insanlarla öylesine güzel günler geçirmiş ki. Hem Rumlar ona dostluk elini uzatmış, hem o sanki “suç kendisindeymiş" gibi onlara devamlı defne dalı vermiş.
Özellikle ileri yaşta olmasına rağmen Kosta Terzi ve eğer “İslamda manastır yaptırma geleneği olsaydı; bir manastır yaptırır; adını `Aziz Foka Manastırı’ koyardım" dediği doktor Dimitri Fokas’la da çok yakın dostluklar kurmuş. Yıllardır Zeytinliköy’de yaşayan Erol ve Sennur Saygı çifti, şimdi arada bir gittikleri İstanbul’dan bile vazgeçmişler.
Gökçeada’nın 1964 yılından bu yana önemli bir değişim içinde olduğunu, yeni köyler, yeni kurumlar ve oluşmakta olan yeni bir Adalılar toplumunun ortaya çıktığını söyleyen Erol Bey, adalı olmanın inceliklerini anlatırken, belli ki eski günlerin özlemiyle dolup, taşıyor:
- Tarihin ilk dönemlerinden beri “Adalı" olmak bazı özellikler gerektirir. Göreneklerden dostluk ilişkilerine, kişisel çıkarlardan komşuluğa dek her şey, “Adalılaröda bambaşka bir anlam taşır. Adalılar, günler boyu esen rüzgarı, beklenen geminin gelemeyişini, asırlar boyu denizden dönmesini bekledikleri yakınlarına kavuşamamanın acısını hep birlikte hissettiler. Özellikle elektriksiz, telefonsuz dönemlerde birbirlerini çok iyi anlamayı öğrendiler. Dünyanın tüm adalıları kendi kendilerine yetmeyi bu yüzyıla dek sürdürdüler. Düşününüz ki, doğumdan - ölüme her türlü acı ve sevinç hep birlikte yaşanmış. Adalı olmak; bir “özveri" işidir. Adalı olmak; herkesi sevmek, kimseden çekinmemektir. Adalı olmak kolay değildir.
1964’ten başlayarak “yenilenen" Gökçeada halkının, değişik yörelerden, değişik gelenek ve göreneklerle bir araya gelmiş bir toplum olduğunun altını çizen Saygı artık çok endişeli.
- Şimdi kaynaşmaya, “Adalı" olmaya çalışıyorlar. Nasıl ki, asırlar içinde oluşan “Adalı" kişiliği kolay kolay yitirilmiyorsa, üç - beş yılda da “Adalı" olmak" kolay iş değildir.
İmroz “Mutlular Adası"!
İmroz’un “mutlu bir ada" olduğunu söyleyen Azra Erhat ise “Mavi Yolculuk" kitabında Gökçeada’yı şöyle anlatıyor:
“Limana çıkıp, güzelim bir plaj, temiz beyaz evler, tepeye tırmanan bir köyceğiz ve iki dağ arasında alabildiğine uzanan yemyeşil bir ova görünce çok şaşırdık. Plaj cıvıl cıvıldı, bir otel, kabinler, çardak altında lokantalar. Bir de ne görelim; yolcu getirip götüren minibüsler. Öyle canlılık ki, Ayvalık’tan beri görmemiştik böylesini. Meğer İmroz’da neler varmış da biz bilmiyormuşuz! Hemen denize girdik. İhtiyar Barba Manol, kahveci Kozma kırk yıllık dostları gelmiş gibi karşıladılar bizi. İstanbul’dan gelme bir sürü madama ile hoşbeş ettik. O akşam tek başıma Tepeköy’e çıktım, güneşin batışını görmeye. Bir köy ama bizde eşine rastlanmayan bir köy, düzenli, temiz; topaç gibi çocuklar pembe beyaz, tavuklar besili. İki Rum kızı yıkık kalenin dibine oturmuş, manzara seyrediyorlar. Köy halkı akşam evine dönüyor. Kolunda mandolinle bir delikanlı, yanındaki kızla şakalaşa şakalaşa tırmanıyor yokuşu.
İnsanca yaşıyorlar
Akşam Barba Manol’un lokantasında yemeklerimizi serdiğimizde, yanımızdaki masalar doluydu. Kadınlar oturmuş nakış işliyorlar, örgü örüyorlar, şarkı söylüyorlardı. Rumca da Türkçe de ne güzel türkü okuyordu bu kadınlar. Nazlanmak yok, ne diledikse, hepsini söylediler.
İmroz neden mutlu? Mavi yolcularla bu sorunu tartışıp durduk. İmroz’da Bozcaada’da olduğu gibi sömürücü zengin yok. Köylülükten esnaflığa ulaşmış orta halli insanlar var. Bunların çoğu İstanbul’a gidip çalışıyor, Ada’da kalanlar da bağlarına, bahçelerine, tarlalarına bakıyorlar. Toprak başka yerde olduğundan daha verimli değil, ama bu insanlar geçinmenin, insanca yaşamanın yolunu buluyorlar."
Ada aynı ada, doğa aynı doğa, yeşil aynı yeşil. Su lacivert, tertemiz.
Amaaaa; neden köyler boşalmış? Neden Rumlar’ın evleri yıllardır işgal altında olmasına rağmen duyan olmamış? Neden adanın geçim kaynağı zeytin ağaçları çok ama çok bakımsız? Şen kahkahaların yükseldiği Barba Manol’un lokantasını da göremiyorum. Nakış işleyip, şarkı söyleyen kadınların seslerini de duyamıyorum; sağır mı oldum acaba? Kolunda bir mandolinle yokuşu tırmanan neşeli delikanlı da yok ortalarda. Sahi, İmroz “afedersiniz Gökçeada" neden “mutlu" sayın “büyüklerim..."
Kalimerhaba’da mezeler usta işiKaleköy’ün alt taraflarında, limanın yanı başındaki Kalimerhaba adanın en eski lokanta ve pansiyonu. Odalar duşlu tuvaletli, tertemiz. Balık taze ve bol. Şükriye ve Dilber Hanım’ın yaptığı günlük mezeler, hele rezeneli yaprak dolması çok lezzetli. Oda fiyatı kahvaltı dahil üç kişi 15 milyon lira. (Tel: 0 286 887 36 48) Kalimerhaba’nın yanındaki Kale Motel’de çok özenli. (Tel: 887 44 04. Belediyenin dinlenme tesisleri 887 31 39) Soner Yıldırım’ın limandaki apart oteli üç oda, bir salon, mutfak. Geceliği ise 20 milyon lira. (Tel: 887 33 29)Tepeköy’de Yorgo’nun pansiyonu ve meyhanesi ise muhteşem. Her odasında şömine, buzdolabı olan pansiyonun telefonu 887 35 92. I>Dereköy’de Chris ile Vasso’nun pansiyon evi müze gibi. Her oda eski nikelajlı karyolalar, resimler, biblolar, fotoğraflarla kaplı. Yemyeşil bir vadi ve köyün diğer taş evlerine bakan bahçe ömre bedel. Sadece rüzgar ve kuş cıvıltıları duyuluyor. Kahvaltı konaklayandan. Ev sahibi sabah tavuğun altından aldığı yumurtaları ikram ediyor sadece konuklarına. Adam başı 13 dolar. (Tel: 887 62 56)Kaleköy’de Yakamoz’da (Latif’in yeri) gün batımı ve mehtap keyfi muhteşem. İki kişi kahvaltı dahil 10 milyon lira. Pansiyonda kalanlara yemek yüzde 50 indirimli. (Tel: 887 20 57) Kuzulimanı’nda Palyaço Yakup’un Yeri (Tel: 887 33 49), Aydıncık’ta Emek Pansiyon (Tel: 887 23 59), merkezde Gökçe Otel (Tel: 887 34 73) de diğer konaklanacak yerler arasında.Yüzölçümü 289 kilometrekare olan Ada’nın kış nüfusu 10 bin, yaz ise 20 bin.Gökçeada’nın çevresinin uzunluğu 110 km asfalt, 50 km de stebilize karayolu var. Ada’nın batısında Limni (16 mil), kuzeyinde Semadirek (14 mil), güneyinde ise Bozcaada (33 mil) yer alıyor. Gökçeada su kaynakları çokluğu bakımından dünyanın dördüncü adası durumunda. Ada’da İş (bankamatikli), Ziraat ve Halk bankaları var. 25 yataklı devlet hastanesi ve sağlık ocağı da sürekli hizmet veriyor.
Arabalı vapur seferleri arttı
İstanbul - Kabatepe (Gökçeada) arası 330 kilometre. Keşan üzerinden Gelibolu’ya gelip, Eceabat’a yaklaşırken Kabatepe (feribot) okunu görünce hemen sağ tarafa sapın, beş dakika sonra iskeledesiniz. Bir saat 45 dakika süren arabalı vapur seferlerinin saatleri ise şöyle:
KABATEPE’DEN: 11.00 - 18.00
GÖKÇEADA’DAN: 07.00 - 16.00
Gökçeada’dan sabah saat 08.00’de kalkan Bozcaada Feribotu 4.5 saat sonra Çanakkale’ye varıyor. Çanakkale’den ise saat 16.00’da feribot kalkıyor. Özel feribot ise vatandaşın ihtiyacına göre sefer sayısını arttırıyor.
KABATEPE’DEN: 09.00 - 16.00
GÖKÇEADA’DAN: 13.45 - 19.00