Fazilet Şenol / Milliyet.com.tr - Ali Gökaslan, 1994'te Uygur Türkü olarak Ürümçi'de doğdu. Üniversiteye kadar olan eğitimini Çin'de ailesinden uzak bir şekilde geçirmişti. Babası ticaretle uğraştığı için varlıklı bir ailede büyüdü. Yaşadığı talihsizliğe kadar kendini baba parası yiyen, pek bir sorumluluğu olmayan biri olarak tanımlayan Gökaslan'ın hayatı 18 yaşında üniversite okumak için Türkiye'ye geldiğinde tek bir günde altüst oldu. İşte "Ailemin tüm varlığı gitti, tüm sorumluluk üstüme kaldı ama şimdi iyi ki diyorum" diyen Ali Gökaslan'ın sıfırdan kurduğu hayatının hikâyesi.
'TÜRKİYE'YE GELDİĞİMDE ŞAŞIRDIĞIM ÇOK FAZLA ŞEY OLDU'
Küçüklüğünden beri yurt dışına çıkma hayalleri kuran Ali Gökaslan, üniversiteyi Çin'de okumak istemiyor, babasına sürekli olarak onu yurt dışına göndermesi gerektiğini söylüyordu. Ailesi ise yurt dışına çıkmasını istemese de sonunda sözünü ailesine geçirebilmişti. 2012 yılında Uygur Türklerine vize kolaylığı gelmesiyle birlikte yolu İstanbul'a düştü. Bunun dışında Türkiye'yi seçme sebebini, "Türkiye'yi seçmemizin en büyük nedenlerinden biri Uygur Türkleri olarak Türkleri çok severiz ve genetik olarak birbirine en yakın soylardır. Küçüklüğümüzden beri 'Kurtlar Vadisi' gibi Türk dizileriyle, Türk yemekleriyle, Türk bayrağıyla ve Türk kıyafetleriyle yakından ilgileniyorduk, seviyorduk da" diyerek açıklayan Gökaslan, İstanbul'da işletme bölümü okumaya başladı.
Türkiye'ye geldiğinde ilk şaşırdığı şeylerden birinin baklavanın ucuz bir yiyecek olması olduğunu ise şu sözlerle aktardı:
"Türkiye'ye geldiğim zaman şaşırdığım çok fazla şey oldu çünkü televizyondaki bir diziden tanıdığımız bir Türkiye vardı. Türk mutfağını seviyordum. Öğrenciyken baklava yemek için 2 saat sıra bekliyorduk. Çünkü o zaman Türkiye'de baklava 10 liraydı, biz Çin'de Türk lirasıyla yaklaşık 300-400 liraya 2 dilim yiyorduk. Buna çok şaşırmıştım. Onun dışında 'inşallah' bizim için bir yemindir. Ancak burada inşallah kelimesiyle dolandırılıp çok paramı kaybettim. Mesela insanlar 'inşallah' diyor, ben tamam yemin etti diye borç veriyordum."
'AİLEMİN TÜM VARLIĞI BİR GECEDE GİTTİ'
İlk yurt dışı tecrübesini attıktan sonra etrafı inceleyip Türk arkadaşlar edindi ve burada bir hayat kurdu. İşletme bölümünü bırakıp iç mimarlık okumaya başlamıştı. Mimarlıktan da çift anadal yapıyordu. İki bölüm birden okuyan Ali Gökaslan o dönemki halini, "Ailemden finans desteği aldığım için şımarık bir yapım vardı. 'Babamın parası var, çalışmaya gerek yok' diyen, tek derdi gezip tozma olan şımarık biriydim. Kendimce her şeyin en iyisini almaya çalışırdım" diyerek anlattı. Ancak dedesinin rahatsızlanmasıyla birlikte babasının eve geri dönmesi ve yurt dışı politikaları da değişince ailesiyle iletişimi bir günde kesildi. "Ailemin tüm varlığı bir gecede gitti. Onlarla iletişimim kopunca hayatın sert yüzüyle karşılaştım" diyen Gökaslan o günleri şöyle anlattı:
"Bir anda beş parasız kaldık. Babam evde 20 bin dolar para bırakmış. Ben o parayla ya ticaret yapacaktım ya da okul okuyacaktım. Ben okumayı tercih ettim. Süreç zordu, bir anda boşluğa düşüyorsunuz. Çalışmak nasıl bir duygu bilmiyorum, kız kardeşim var, ona sahip çıkmam lazım. Bir uyandım, anne-baba olmuşum farkında değilim. Kız kardeşim de okuyordu. İlk başta o sorumluluk beni çok ezdi, ne yapacağımı şaşırdım. Ancak şimdi 'iyi ki' diyorum çünkü kendimi ve potansiyelimi keşfetmeye zorladı, kim olduğumu öğrenmemi sağladı. Hayatın sert yüzüyle karşılaştım. Çalışmam gerektiğini, çalışmanın sadece para kazanmak değil, insanı insan eden şeylerden biri olduğunu öğrenmiş oldum."
AKSİLİKLER YAKASINI BIRAKMADI
Kız kardeşiyle birlikte İstanbul'da bir başına kaldıktan sonra akşamları kimseye söylemeden restoranlarda bulaşık yıkadı. Dersleri çok iyiydi, bölüm birincisiydi. Bu sebeple hocalarının verdiği 3 aylık projeleri 2 haftada bitiyor, kalan zamanında ise para karşılığı ihtiyacı olduğundan dolayı arkadaşlarının ödevlerini yapıyordu. Daha sonra başka mimarlarla iş yapmaya başladı. Ancak mimarlar çalıştırıp maaşını vermiyordu. Sürecin getirdiği olumsuzlukların ardından kendi işini yapmaya karar verdi. 2 bin metrekarelik bir restoranın işini aldıktan sonra eline geçen kazançla bir restoran açma kararı aldı. Galata'da bir yeri kiraladıktan sonra elindeki tüm birikimi bu dükkana yatırmıştı:
"Şunu çok iyi hatırlıyorum. Dükkanda yerlere dökülen boyaları çamaşır suyuyla elimdeki bezle siliyordum. Çünkü bir temizlik firması çağırsam yüksek fiyat isteyecekler. Ben de elimle siliyorum, ellerim kanamış artık. O gün oradayken 'İnşallah bir gün boğaz manzaralı dükkanım olur' demiştim. 'Burayı bir hallet de sonra bakarız' diyen arkadaşlarım ve kız arkadaşım gülmüştü. Pandemi başlamadan 4 ay önce açmıştım. Dükkanda kuyruklar oluşuyordu. Borçlarım vardı, kapattım. 'Kazandığım para artık cebime girecek' dediğim gün sokağa çıkma yasağı başladı. Dükkan sahibi iyi insandı, benden 3 ay kira almak istemedi. Ben kabul edemedim, hiç değilse bir buçuk ayını ödedim. Tekrar haziranda açtık, işlerimiz toplandı derken tekrar kapanma başladı. Yine sıfıra indim."
Bütün bu süreçleri idare etmek için Uzak Doğu çaylarını online olarak satıyordu. Galata'daki kafesini bu şekilde ayakta tutmuştu. Daha sonra Çapa'da restoran açmaya karar verdi. 9 ay bir ortakla işlettikten sonra iflas etti. "Orada güzel iflas ettim. Epey para kaybettim. Çünkü restoran işletmeyi bilmiyorum, insan yönetmeyi bilmiyorum, mutfağı bilmiyorum sürekli birilerine bağlı kalmak zorunda kaldım. Kuryelik bile yapıyordum. Başka ne yapabilirim derken dükkanı kapatma kararı aldım" diyen Gökaslan yılmadı ve tekrardan bir restoran açma kararı aldı.
'BİR OLMADI, İKİ OLMADI, ÜÇTE BAŞARACAĞIM'
Çevresindeki herkes karşı çıksa da kimseyi dinlemedi. "Bir olmadı, iki olmadı, üçte başaracağım dedim" diyen Gökaslan'a kimse inanmamıştı. Arabasını, laptoplarını elindeki her şeyi satıp 2022'nin ocak ayında Kuzguncuk'taki restoranı açtı. Ancak aksilikler peşini bırakmıyordu. Aksiliklerden başarıya uzanan sürecini ise şöyle anlattı:
"Sabretmeyi öğrendim. İnsanla muhatap oluyorsunuz, sürekli bir aksilik oluyor. Restoran ilk 4 ay güzel gitti, iyi para kazandım. Para kazanmaya başlayınca mutfağı sel bastı. Mutfak ekipmanlarının hepsi gitti. Yine sıfıra düştük. Burada istikrar çok önemliymiş onu öğrendim. Sonra insanların tüketim alışkanlığını keşfetmeye başladım. Uygur mutfağı çok lezzetli ve çok keyifli bir mutfak ama bunu eksik sunmak gibi bir hataya düşüyoruz. Ben de ilk başta bunu yaptım. İlk açtığım zaman kahvaltı, akşam yemeği, çay, Uygur mutfağı her hizmeti veriyorduk. İnsanlar yine geliyordu ama istediğim hedef kitleye ulaşamıyordum. Sonra sadece Uygur mutfağına döndük. Bu sefer insanlar yabancılık çekmeye başladı. Şimdi yaşadığımız bölgeden dolayı Uzak Doğu mutfağına hakimiz, hakim olduğumuz için de sushiyle farklı bir konsept yakalayalım dedik. Amacım sushiyle Uygur mutfağını tanıtmaktı, başardım da. Şimdi en yoğun tercih edilen mutfak Uygur mutfağı."
Ali Gökaslan'ın şimdiki en büyük hayali ise İngiltere'de restoran açıp Uygur mutfağını Nusret gibi başarılı girişimcilerden daha başarılı bir şekilde tanıtmak. "Gelecek için büyük hayaller kurmayı çok severim. Çamaşır suyuyla dükkan temizlerken Boğaz manzaralı dükkan istedim, öyle nasip oldu. Ben şimdiki restoranımın kontratını yaptığımda çok alıcısı vardı, üst katta Boğaz manzarası olduğunu bile bilmiyordum. Kontrat yaptıktan sonra öğrendim. O anda da aklıma geçmişte dediklerim gelmişti" diyen Gökaslan, restoranda alkol satışı olmadığını belirtti. Uygur mutfağının alkole yakın bir mutfak olmadığını, kendi kültürüyle iç içe yeni içecekler üzerine çalıştıklarını söyleyen Ali Gökaslam alkolsüz de 'fine dining' bir restoran olabileceğini kanıtlamak ve Uygurların sadece çile çeken bir millet olarak değil, başarılı da olabileceklerini göstermek istediğini söyleyerek sözlerini noktaladı.