24.03.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
SOFRADA BAŞ BAŞA
Pınar Aksoğan: Sen, ben, bizim oğlandan çıksın artık bu mesele!
Ümit Şahin: Evet, çıkmalı; değişen yalnızca bizim iklimimiz mi?
Yıllardır Pınar Aksoğan ile çeşitli vesilelerle birlikte eylemler, kampanyalar düzenliyoruz. Beraber çalışmadığımız zamanlarda da sürekli haberleşmeye, “Gerze’de son durum ne”, “nükleere karşı neler yapmak gerekiyor” diye konuşmaya, iklim değişikliği konusundaki son gelişmelerle ilgili bir yandan birbirimizin moralini bozarken, bir yandan da gaza getirmeye devam ederiz. Ama Derya Sazak arayıp Milliyet için birlikte bir yemek yiyip sohbet etmemiz için davet edene kadar ne zamandır oturup uzun uzun sohbet etmemiş olduğumuzu fark etmemiştik. Zencefil’in güzel vejateryen yemekleri eşliğinde laf lafı açtı, iklim değişikliğiyle ilgili yeni açıklanan İstanbul manifestosundan yenilenebilir enerjiye, büyüme ve tüketim çılgınlığından yeni aktivizm biçimlerine kadar çok şey hakkında sohbet ettik. Bir araya geldiğimizde zaten hep bunları konuşuyoruz biz ama okuyucular için sıkıcı konular mıdır bilemiyoruz. Tablo ortada yalnız... Durumun farkında olmaktan, gerekirse biraz canımızı sıkmaktan ve elbette harekete geçmekten başka çaremiz yok. Bu arada Türkiye için umut verici bir barış sürecinin başlangıcı olan Nevruz’un hemen ardından buluştuğumuz için midir nedir, galiba her zamankinden daha umutluyduk. Umarım okurken sizin de umudunuz ve birlikte mücadele etmeye olan inancınız artar.
Ümit Şahin: Yakında Greenpeace’in eylemi var mı? Benim bazen böyle gazetecilik damarım tutabiliyor...
Pınar Aksoğan: Evet aslında bu soruyu hep soruyorsunuz. Biz de aslında hep eylemin olduğu gün bile gizlilik içerisindeyiz. Önceden söylemiyoruz ama var tabii. Güzel haberler var aslında; sen biraz anlatsan, dün Diyarbakır’da mıydınız? Sizin Yeşiller ve Sol açısından gelişmeleri anlat biraz, merak ediyorum.
Ümit Ş.: Nevruz sonrası hem bahar yemeği hem barış yemeği gibi oldu bu buluşmamız. Hem Greenpeace hem Yeşiller sadece çevreci değil, aynı zamanda savaş karşıtı. Ben çok umutluyum, çok memnunum olan bitenden. İyi olacağını düşünüyorum, en azından savaş bitiyor. Sen doğmadan önce başladı değil mi savaş?
Pınar A.: Evet ben doğmadan önce.
Ümit Ş.: Ben de çocukluğumdan beri savaşsız bir Türkiye görmedim.
O yüzden bunun sonuca gitmesi beni heyecanlandırıyor.
Pınar A.: Biz de çifte bayram yaptık zaten. Bir de tabiat kanunu ile ilgili haber çıksa diye bekledik, tabiat kanunu ile ilgili güzel bir haber gelir mi bunun ardından?
“Yerel çevre hareketleri çok umut verici”
Ümit Ş.: Ama biliyorsun kural şu; bütün iyi şeyler aynı anda olmuyor. Tabii ki insan bekliyor; savaş bitecek, her şey çok daha iyiye gidecek. Savaşın bitecek olması çok iyi bir şey ama diğer kalan şeyler için mücadele sürüyor.
Pınar A.: Türkiye’nin dört bir tarafında çevre hareketleri var özellikle yerel çevre hareketleri çok umut dolu bence. Geçen hafta Çanakkale’deydik. Masa başındayken ben de karamsarlaşıyorum. Ama sahaya indiğimde, insanlarla bir araya geldiğimde o zaman bende bir umut ışığı yanıyor.
Ümit Ş.: Çanakkale’de ne yaptınız?
Pınar A.: Bir toplantı düzenledik. Kömürlü termik santrali olan yerleri geziyoruz. İnsanlarla görüşüyoruz. Siz de bildiğim kadarıyla böyle bir girişimin içerisindesiniz?
Ümit Ş.: Biz tabii bir sürü başka konuyla ilgileniyoruz aynı anda. Hem termik santral hem bir yandan barış süreci bir yandan başka konular... Hem sivil toplum örgütlerinde çalıştığım hem parti üyesi olduğum için bazen karışıyor tabii... Ama bizim yaptığımız biraz daha bu işin politik kısmını konuşmak, bir yandan da tabii somut mücadelenin içinde olmak. Hem politik boyutuyla hem de düşünsel boyutuyla ilgilenmek zorundasınız.
Pınar A.: Nasıl bir tepki alıyorsunuz?
Ümit Ş.: Biz yeni bir deneyim yaşıyoruz tabii. Bizim Yeşiller Partisi vardı ama bu yeni parti kurulduktan sonra iki değişiklik oldu; birincisi yepyeni insanlarla buluştuk, daha önce ağırlıklı olarak sol örgütlerde yer almış insanlarla, bir kısmı bu konulara zaten ilgiliydi belki ama bir kısmı daha yeni yeni ilgileniyor. İkincisi de biz Yeşil Hareketi olarak daha çok büyük şehirlerdeydik. Şimdi bu yeni partiyle beraber Türkiye’nin her yerinde, Karadeniz’de, Akdeniz’de,
İç Anadolu’da, birçok yerde örgütler oluşmaya başladı. Ben mesela önümüzdeki hafta Gaziantep’e gidiyorum partiyle ilgili bir çalışma için. Bu benim için de yeni bir deneyim. Bir de tabii seçime girecek parti. Bir önceki Yeşiller Partisi zamanında seçime girme hakkımız da yoktu, şimdi olacak neyse ki. En azından insanlardan oy isteyebileceğiz ve insanlar bizi siyasi parti olarak görmeye başlayacak. Yeşil hareketin birkaç sene içinde bu noktaya gelmesi, yeşillerin seçime girecek bir parti çatısı altında olması bence çok kritik. Ama kolay da değil tabii. Sadece çevre ekoloji hareketi ile ilgili çalışma çok farklı bir şey. Bana daha büyük bir zevk veriyor ama biliyorsun ki benim ilgi alanım iklim değişikliği ve ekoloji.
Pınar A.: Bir de tıp geçmişin var. Fizik tedavi uzmanısın. O ikisini bir araya getirdiğinde ne düşünüyorsun? Çünkü biz bazı araştırmalar yapıyoruz bu ara, özellikle bu kömür ile ilgili ve aslında ekoloji, çevre ve insan sağlığını birbirinden ayırmak imkansız. Hatta bize en fazla dokunduğu noktalardan biri bu. Sen ne düşünüyorsun bu konuda?
Ümit Ş.: Benim bu işe giriş noktam aslında çevre sağlığı sayılır. Gerçi mesleki ilgiden dolayı Yeşil olmadım ama daha üniversitedeyken ilk ilgim Çernobil’le olmuştu.
Çernobil patladı ve bizim de dünyamız değişti. 86’da ben üniversitedeydim daha. Onunla başladı büyük ölçüde, sonra dağcılıkla gelişti. Sonra halk sağlığı ve çevre sağlığı üzerine doktora yaptım. Ben aslında fizik tedavi uzmanıyım ama asıl ilgi alanım çevre sağlıdır. Bütün bunlar birleşti neticede ve bana bütün geliyor hepsi. İklim değişikliğinden bahsederken bir de bu işin sağlık boyutu var mı diye sorulması saçma geliyor. Zaten hepsi aynı şey.
“İki yaşındayken ‘o çaylar radyasyonlu, içmeyin’ diyordum misafirlere”
Pınar A.: Bu Çernobil meselesi... Aslında bak kaç yıldır konuşmuyoruz bu fındıkları...
Ümit Ş.: Sen de o fındıkları yedin mi?
Pınar A.: Tabii ki yedim. İki yaşındaydım Çernobil olduğunda. Annem yıllardır söyler, daha yeni konuşmaya başlamışım o zamanlar, “O çaylar radyasyonlu, içme” diyormuşum misafir geldiğinde.
Ümit Ş.: İki yaşında başladın bu işlere.
Pınar A.: Evet (gülüyor).
Ümit Ş.: “Biz 20 sene sonra üstünde yaşanacak dünya kalıp kalmayacağı belli değil, su mu kalacak gıda mı kalacak belli değil” diyoruz. “Sıtma mı artıyor?” Toplumun genel algısı çok iyimser. Biz mi fazla kötümseriz bunu da bilmiyorum ama.
Pınar A.: Şöyle bir durum var tabii, senin o tabağına girmiyorsa iklim değişikliği, arka bahçene girmiyorsa, o değişimi kim biliyor? Sular altında kalıyor Pasifik’teki adalar, oradaki insanlar Amerika’ya göç ediyorlar yavaş yavaş. Daha çok var bizim buraya gelmesine...
Ümit Ş.: Şimdi böyle adalar diyorsun ya, bizim gazetede, Yeşil Gazete’de yani çıktı sanırım bir tek bu haber, ben okurken ürktüm. NASA’nın bir araştırması; bütün bu Irak, Suriye, Türkiye’nin Güneydoğu’su ve Orta Doğu’nun da ciddi bir bölümünü de kaplayan bir harita koymuşlar. Dicle Fırat havzasındaki su miktarı 7 yılda, 2003’ten 2010’a kadar Lut Göl’ünün içindeki su miktarının toplamı kadar, ki orası Ortadoğu’nun en büyük gölü kadar, kurumuş. Yani bizim ülkemizin içerisinde oluyor bu olay. Bir de sivri zekalı bir şekilde sulu tarım yapılıyor, GAP yüzünden; su olmayan yerde sulu tarım... Ve bunun yüzde 20’si buharlaşmadan, yüzde 20’si toprağın kurumasından yani iklim değişikliği... Yüzde 60’ı da suların aşırı tüketilmesinden kaynaklanıyor. Yer altı suları niye aşırı tüketiliyor? Yine iklim değişikliği yüzünden çünkü kuraklık dolayısıyla sürekli kuyu açılıyor.
Pınar A.: Aynı senin bahsettiğin havzada dünyanın en büyük kömürlü termik santral kompleksi şu anda planlanıyor ve bu santralleri soğutmak için ciddi bir suya yöneliniyor. Benzer bir araştırma yapıldı orada, 30 yıl içerisinde eğer planlanan bütün bu termik santraller yapılırsa hiç su kalmayacak. Bu da ne demek oluyor Çukurova’da pamuk kalmayacak ki biz Çukurova’da pamuk yetişirildiğini öğrenerek büyüdük coğrafya derslerinde...
“O kadar bedava yaşanıyor ki, sanki sonsuz bir dünya”
Ümit Ş.: Zaten buluştuğumuzda hep bunları konuşuyoruz. Fakat buna neden olan şey yani iklim değişikliğine, doğanın ortadan kaldırılmasına neden olan şey ekonomik büyüme. Ama insanlar da ekonomik büyümenin kaçınılmaz olduğunu, bunun çok iyi bir şey olduğunu düşünüyor. Ekonomi sayfalarını falan okuyoruz. Sadece büyümeye endeksli, bütün ekonomistler hatta sokaktaki insan “büyüyelim, büyüyelim, büyüyelim” Nereye kadar büyüyeceğiz?
Pınar A.: Bir de hangi kaynakla büyüyeceğiz? Ben şuna çok şaşırıyorum
ve bana bunun cevabını vermelerini istiyorum: Türkiye’nin 2023 hedefi var, ihracat hedefleri, ekonomik büyüme hedefleri... Ne gerekiyor ekonomik büyüme için? Enerji. Türkiye’nin kaynakları ne kadar yeterli? Türkiye’nin 30 yıllık kaynağı var. Türkiye Kömür İşletmeleri kendi kaynaklarında söylüyor bunu zaten. 30 yıl sonra ne olacak Ümit?
Ümit Ş.: 30 yıl bile iyimserlik gibi geliyor bana. Ben mesela hep söylerim, kendime iyi bakmak istiyorum ve 2050’yi görmek istiyorum. O zaman 80 yaşında olacağım ben. 2050’de geriye dönüp “Biz söylemiştik” demek istiyorum. O kadar bedava yaşanıyor ki. Sanki sonsuz bir dünya var, sonsuz bir doğa var, istediğimiz kadar yakalım yıkalım, nasıl olsa biz efendiyiz, her şeyi biz biliyoruz....
Pınar A.: Bu kalkınmada, büyümede odak ben değilim, odak insan değil; odak ekonomi. Şirketler büyüyor ben büyümüyorum ki.
Ümit Ş.: Şimdi böyle kelli felli ekonomistlere “Bakın büyüme çok kötü bir şey, büyüme dediğiniz şey geleceğimizi elimizden alıyor” desen, “Peki o zaman işsizlik ne olacak, insanlar refaha nasıl kavuşacaklar?” diye soracaklar değil mi? Resmen bir Faust pazarlığı yani. Satmışız ruhumuzu şeytana ve geri dönüş yok.
Pınar A.: Niye yok?
Ümit Ş.: Onlara göre yok. Geri dönüş var tabii. Geri dönüş olduğunu düşünmesek niye bu işlere, bu mücadelelere girelim?
Yaşar Kemal, Ara Güler, Tarkan, Sezen Aksu’dan imzalı manifesto
Ümit Ş.: İklim manifestosu bu aktivizm konuşmaları arasında önemli bir nokta... İlk defa bizim gibi kafayı buna takmış insanların dışındaki çok önemli bazı isimlerin imzasıyla “dünya elden gidiyor, durun!” diyecek bir manifesto.
Pınar A.: Kimler onlar?
Ümit Ş.: Yaşar Kemal, Rakel Dink, Ara Güler, Tarkan, Sezen Aksu... Kamuoyunda ne dedikleri dinlenen çok önemli insanlar. Ömer Madra buna öncülük etti. Ve onun da hep söylediği şuydu, bu bize bırakılacak bir iş değil, Açık Radyo zaten senelerdir yatıp kalkıp iklim değişikliğini konuşuyor, biz Yeşiller, siz Greenpeace... Bizim işimiz haline geldi bu.
Pınar A.: Sen, ben, bizim oğlandan çıksın artık bu mesele.
Ümit Ş.: Evet. Bu bizim işimiz değil ki. Bizim iklimimiz mi değişiyor sadece? Bunu insanlara söyleyecek bir şey bu manifesto. Bu tür şeyler de ses getirmezse ne getirir bilmiyorum. Tamam, devrim beklemiyorum; küçük adımlarla dünyayı değştireceğiz. Ama insanların da durup, nasıl şimdi bir durup aa savaş bitiyor dediler ya, aynı bunun gibi hiç beklemediğimiz bir anda insanların bu konuda harekete geçeceği gibi nahif bir inancım var benim.
Pınar A.: O inanç bende de var. Olmasa zaten zor olurdu.
Ümit Ş.: Yoksa yeşil gazete haberlerini takip ederek ruh sağlığımızı korumamız mümkün değil. Fil soykırımı haberini okudun mu mesela? 30 yılda, Orta Afrika’nın sadece bir yerinde fil sayısının 150 binden 2 bine inmesi... Ve bunun sadece fildişi avcılarının yaptığı katliamla olması. Yüzbinlerce fil katlediliyor ve ne için? Fildişinden kültablası yapmak için? Bir günde 89 fil öldürülüyor 33 tanesi hamile... O fotoğraflara bakamazsın bile... Biz farkında bile değiliz bunların.
Pınar A.: Biz farkındayız aslında ama yine sen, ben, bizim oğlan... Keşke Yeşil Gazete’yi çok daha fazla insan okuyor olsa.
Ümit Ş.: Bunların hepsi topluluk medyası, Açık Radyo diyor ya “community radio”. Ben yine de Yeşil Gazete’nin ve Açık Radyo’nun daha fazla insan tarafından okunması ya da dinlenmesindense bunların ana akımı etkilemesini önesiyorum. Tıpkı Yeşiller nasıl ana akım partileri etkiliyorsa. Mesela Yeşiller Partisini kurunca doğa haklarından, ekolojik anayasadan bahsetmeye başladık... Aynı şekilde Greenpeace diğer hareketleri etkiliyor. Bizim ana akımı etkileyerek dolaylı yolla daha fazla insana ulaşmalıyız.
“Gerekirse bir 20-30 sene daha bunları söyleriz”
Ümit Ş.: Çin’de 2012’de rüzgar enerjisinden üretilen elektriğin toplamı nükleerden üretilen elektriği geçti.Yeni yapılan rüzgar santrallerinin toplam gücü de, yeni yapılan kömür santrallerini geçti. Şimdi en feci ülke Çin... Hava kirliliğinden kırılıyor,
19. yüzyıl İngiltere’sine benziyor. Feci durumda hava kirliliği durumu kömür yüzünden. İklim değişikliğinde olan payı gittikçe artıyor yine kömür yüzünden ama bir yandan da adamlar ciddi bir rüzgar yatırımı yapıyorlar, güneş yatırımı yapıyorlar. Bizimkiler ne yapıyor? Neydi Afşin, Elbistan?
Pınar A.: Afşin Elbistan’da 8 bin megawatt’lık dünyanın en büyük kömür santralini kuruyorlar. Karapınar’da linyit çıkarıyorlar. Dünyanın en düşük kaliteli linyitinden bahsediyoruz. Bizim gençlik ekibimiz, 16-21 yaş arasındaki çocuklar bir ay depoya kapandılar, rüzgar tribünü ve güneş paneli yaptılar. İnsanlara bunun yapılabiliyor olduğunu gösterelim istediler. Üniversitelere bakıyoruz kaç tane yenilenebilir enerji bölümü var? Bir elin parmağını geçmez. Senin
o vizyondaki insanları yetiştiriyor olman lazım.
Ümit Ş.: Dünyada da iş kötüye gidiyor biliyor musun bu açıdan. Mesela İngiltere’de nükleerle ilgili araştırmaların, projelerin sayısı artmaya başlamış. Nasıl önünü kesiyorlar dünyanın aslında bu nükleeri pompalayarak, kömürü pompalayarak...
Pınar A.: Ama hiçbir yerde Türkiye kadar vahim değil durum. Sadece yüzde 3
temiz enerji kullanıyoruz. Jeotermalde, rüzgarda, güneşte potansiyel olarak Avrupa’da birinci Türkiye, kullanım açısından sonuncu. Gerekirse bir 20-30 sene
daha bunları söylüyor olacağız ama 20-30 sene sonra zaten akıllar başa gelecek
“Ah biz ne yapıyoruz? Kaçırdık o treni” denilecek.
“İmzadan ibaret değiliz”
Ümit Ş.: Son zamanlarda aktivizm, Greenpeace’te de biraz fazla sanal alana kaydı, internet üzerine kaydı, sosyal medyaya kaydı diye eleştiriler var. Buna ne diyorsun? Çünkü benim de kafamda böyle bu konuyla ilgili soru işaretleri yok değil.
Pınar A.: Medya neresinde bu işin
o zaman? Eylem yapıyoruz, gidiyoruz bir tane şirketin önüne, 1 ton kömür döküyoruz; bir tane bile gazete bunu yazmıyor. Medyada sansürleniyorsun. Bir alanın var ama orada bir yerde; sosyal medyada en azından onu özgürce kullanalım. Ulaşmanın farklı yöntemleri var. Bir şey istiyorsun insanlardan; harekete geç, parçası ol diyorsun. Yoksa sadece bilgilendirmek değil amaç. Sosyal medyada yaptığımız şey “sen de harekete geç, sen de parçası ol” demek. Onun arka planında çok ciddi bir lobi çalışması yapılıyor. Kutuplardaki Shell’in petrol aramalarının durdurulması için yaptığımız kampanyada sen oraya imza attığında bu direkt o konuda karar vericilere gidiyor.
Ümit Ş.: Sen aslında arka planda süren bir çalışmayı desteklemiş oluyorsun. Yapılan iş senin attığın imzadan ibaret değil.
Pınar A.: Aynen öyle. Hiçbir şey imzadan ibaret değil.
“Anadolu’daki teyzeler evde börekleri pişerken iş makinelerinin önüne yatıyor”
Pınar A.: Bir yandan da ortada devam eden bir HES hareketi var, yerelde hareketler var. İnsanların yaşadıkları yerlerle ilgili yaşam hakkı üzerinden bir hareketlenme var ya beni bu umutlandırıyor. Oradaki konferans salonlarındaki anlaşmalar, işte sürekli aksayan süreç, hayal kırıklıkları bir yandan da köyünde, evinde, memleketinde buna karşı direnen insanlar var. HES mücadeleleri mesela. İnanılmaz bir mücadele. Bildiğin oradaki benim teyzelerim, dedelerim, amcalarım, kardeşlerim evinde çayını koyuyor, çıkıyor sokakta eyleme gidiyor. Orada börek pişerken gidiyor kendisini iş makinelerinin önüne atıyor. Bir yandan da bu var işte. Bunu herkesin desteklemesi lazım. Bir söz var, ben tamamen arkasındayım; “Vakit iş makinelerinin önüne yatma vaktidir.”
Ümit Ş.: Ama işte İstanbul’dan bu olacak bir şey değil. Bizim partinin bütün Türkiye’ye yayılmasıyla ilgili verdiği umutlardan bir tanesi bu. Bütün Türkiye’nin her tarafındaki HES karşıtı mücadelelerle daha gerçek bir temas kurmak anlamına da geliyor. Senin bu bahsettiğin teyzelerimiz de örgütlü zaten. Zamanında Bergama halkı başlattı bunu. Örgütlülüğün ne olduğunu onlar gösterdiler. Sadece bunun biraz daha siyasete tercüme edilmesi gerekiyor.
İkili yemek için Zencefil'i tercih etti
Beyoğlu’daki Zencefil vejetaryen yemekleri servis eden bir lokanta...
İtalya'ya tatile giden Nefise'nin yayınladığı fotoğrafta gizemli sevgilisinin kim olduğu ortaya çıktı.