Doğan Çakıt (Dodo):"Nişantaşı’nda bıçaklansaydım daha mı şanıma uygun olurdu?""Yatağı iyi diye varoşa gidilmez"Üç hafta önce Gaziosmanpaşa’da bıçaklanan sosyetenin "estetik danışmanı" Dodo, Nişantaşı’na, dostlarının arasına döndüAhmet TulgarDoğan Çakıt, diğer adıyla Dodo, İstanbul sosyetesinin bir çeşit estetik danışmanı. Evleri dekore ediyor, çiçek sepetleri hazırlıyor, şık gece kulüpleri işletiyor. Hayatının büyük bölümü İstanbul Beyaz Türklerinin voltaya çıktıkları bir çeşit maltaya dönüşmüş olan Nişantaşı’nda geçiyor. Röportaj için buluştuğumuzda bakıyorum, adım başı bir Nişantaşı kadınıyla sarmaş dolaş oluyor. Hepsine laf yetiştiriyor. Şık mağazalardan içeri, eski İstanbul kadınlarının komşularına giderkenki teklifsizliğiyle giriveriyor.
Bu, Nişantaşı’ndan ilk firarı mıydı bilmiyoruz ama Dodo bu yılın ilk günü İstanbul’un, Nişantaşı’ndan kilometrelerle ölçülemeyecek kadar uzak bir semtinde, Gaziosmanpaşa’da, kendi sınıfından sadece bir bıçak mesafesi uzaktaki bir çocuktan ölümcül bir darbe aldı.
Çocuğun (Bünyamin Demir) ifadesine göre, Dodo, onun gözlerinin ta içine anlamlı bir şekilde bakmış, o da kızıp bıçağını çekmişti.
Dodo’nun anlattığına göre, çocuğun yüzünü bile görmemişti, çocuk onun çantasını çalmak istemiş, başaramayınca bıçaklamıştı.
Oscar Wilde’ın yazdığına göre ise, bülbül güle vurulmuştu ve ona o kadar yaklaşmıştı ki, dikeni göğsüne batmıştı. Bülbülün kanıyla gül kıpkırmızı olmuştu.
İnsanlar şıklıklarını size emanet ediyorlar. Neden sizin zevkinize güveniliyor? Bu konuda eğitim almadığınızı biliyoruz.
Ailemiz ticaretten hiç anlamayan bir ailedir, biz zevkimizi koyuyoruz ortaya, zevkimizin karşılığında para kazanıyoruz. Çok eski İstanbulluyuz; 350, 360 yıllık bir mazimiz var İstanbul’da. Dedem kadı. Babam 1960’larda henüz dünyada bilinmeyen, her hafta başka parfüm kokan mecmuaları çıkarmış eski bir gazeteci. Babam annemden çok büyük, Osmanlı kültürü almış, anneminki Cumhuriyet kültürü, benimki daha farklı ama hepimizinki bu kentin kültürü. Evin içinde karışmış hafif modernize bir kültür.
Nasıl bir kültürel karışım bu, hafif modernize filan?
Davetler olurdu, "Atatürk sofraları" denirdi, belediye başkanları, milletvekilleri, Cevdet Sunay filan gelirdi. Biz çocuklar oturamazdık sofraya. Davet yoksa, annemle "tête a tête(baş başa)" yiyecek, yine biz ayrıyız. Babamı robdöşambr ile, pijama ile görmek imkansızdı. Evimizde protokol vardı.
İsmimi tescil ettirdim çünkü başkaları kullanıyor’Siz de bu hafif modernize kültürü devam mı ettiriyorsunuz işlerinizde?
Hayır, ben bu kültüre tepki gösterdim. Mesela evimizde çok içki ve sigara içilirdi, ben yıllarca Celal Çapa ile içki sattım, ama ağzıma içki ve sigara koymam. Evimizdeki protokole tepki olarak ben salaşlaştım. Benim estetiğimde, şıklığımda hep bir salaşlık olur. Kravat takmam, smokin ceketin altına mutlaka bir şalvar giyeceğim. Bir yerinden bir şey koparacağım yani. Mesela bizim ailede bir buzdolabı deniz ürünleri ile dolu olurdu, ben ağzıma
balık koymam. Yani çok tepkiselimdir.
Dekorasyona ne zaman başladınız?
Ay, çocukken, annemle babam hafta sonları Tarabya Oteli’ne geçerlerdi. Ben hemen eşyaların yerini değiştirirdim, böyle toplu katliamlarım olurdu. Hep boyumdan büyük işlere burnumu sokmuşumdur.
Deneme yanılma yöntemiyle mi öğrendiniz bu dekorasyon işini yani?
Annem çok zevkliydi, dekorasyonu ondan öğrendim, ablamdan da üst baş öğrendim, zaten ablam Paris’te yaşıyordu. Sonra askere gittim geldim çok çabuk. Babam bir masa başı işi yapmamı istedi, imkansız, ben tutturdum antikacı açacağım diye. Dükkan tutuldu, fakat mal toplarken bir ara bana geldiler ve aniden çiçekçi açtım.
Tuhaf! Antika gibi kalıcı bir şeyin peşinde koşarken çiçek gibi geçici bir şeye yöneliyorsunuz. Nasıl bir U dönüşü bu?
Benim her şeyim anlık. Ama ben her yaptığım işi ayağa düşmeden yaparım. İlk butikvari çiçekçiyi açtım. Londra’dan çiçek sepeti, kurdele alıyordum. Yani feci şey çalıştım, tablo gibi. İstanbul’da çiçekçi kültürü yok. Adam gülün yanına papatya koyuyor, bu tür bir mantık olamaz. Bu vizon kürkün altına sandalet giymek gibi bir şey.
Dekorasyonda tarzınız nedir?
Aksesuvarda Osmanlı’yı seviyorum, işte koltuklar Amerikanvari, ona biraz Fransız ve İngiliz katılmış, böyle bir karışım.
Ne güzel tarfi ediyorsunuz! Gece kulübü işletmeciliğinde neleri başardınız?
Mesela Türkçe müziği ilk ben başlattım. O zamanlar kulüplerde Türkçe müzik dinlemek kıroluktu. Sonra Fatih Ürek’i, Aydın’ı ilk ben çıkardım sahneye.
Ama onlar epeydir sahnede değil mi?
Eh, ben de işletmeciliğe 18 yaşında başladım. Aydın ben tanıdığımda feci eli kuvvetli bir stilistti. Fatih Ürek de Şişli’de bir ara sokakta pavyon gibi bir yerdeydi.
Yani gay şarkıcı akımını başlattınız.
Zannetmiyorum, Zeki Müren çıktığında ben daha altımda bezle dolaşıyordum. Ayrıca ben Fatih Ürek’i gay diye çıkarmadım, iyi taklit yaptığı için çıkarttım. Yani onu "Fatih Ürek ve sanatı" diye çıkartmadım, her hafta bir şarkıcının taklitini yaptırıyordum. Muazzez Abacı’yı, Bülent Ersoy’u taklit ettiriyordum.
Ama helal olsun, para kazanmanın yolunu bulmuşsunuz bir şekilde.
İnsanlar çok zeki olduğumu sanıyorlar. Halbuki ben hiç zeki değilim, insanlar aptal. Ben onların arasında zeki kalıyorum. Benim okulum soyadım ve kültürümdür.
Ama siz soyadınızı değil, adınızı, "Dodo"yu bir marka haline getirdiniz.
Evet, tescil de ettirdim. Çünkü adımla para kazanıyorlar. Bodrum’da "Dodo Beach" diye bir yer açtılar, herkes beni arıyormuş orada, ben de gittim, bir kola içtim, parasını aldılar. "Dodo Junior" diye bir çocuk giyim mağazası açtı. Benim hayatta yapacağım
son iş çocuk giyimidir. Ömrümün son durağı olur.
"Bıçak darbesi hissedilmiyormuş" Hayatınız Nişantaşı’nda pahalı mağazalarla şık kafeler arasında geçiyor. Birçok Nişantaşılı gibi siz de pek çıkmıyorsunuz galiba buradan.
Buradan çıkmasam, benzin almak için Gaziosmanpaşa’ya gidip bıçaklanmazdım.
Kimse inanmadı ki sizin oraya benzin almak için gittiğinize. Gerçi kimseyi inandırmak zorunda değilsiniz.
Ne yani, Nişantaşı’nda mı ölmek zorundayım? Nişantaşı’nda Emlak Caddesi’nde bıçaklansaydım şanıma daha mı uygun olurdu? İstediğim yere giderim, lütfen sadece olayla ilgilenilsin.
Tamam o zaman, benzini aldınız, Mass Plaza adlı alışveriş merkezine girdiniz ve oturdunuz. Peki, o bıçağı ne zaman gördünüz, ilk hissettiğiniz neydi?
Ben bıçak filan görmedim ki. Beni bıçaklayanın yüzünü bile görmedim. Efendim, ben çocuğun gözlerinin içine bakmışım. Bakabilirim de yani, güzelse bakarım. Yarın yine bakarım, öbürsü gün yine bakarım ve hep bakacağım. Ama bakmadım. O çocuk benim çantamı ve cep telefonumu çalmak istedi, o kadar. Ben oturuyordum, arkadaşım da kasada hamburger alıyordu. Bir deri mont ve "stone washed (taşlanmış)" bir pantolon gördüm, bana doğru geliyor. "Eyvah" dedim, "çantamla telefonum gidecek."
Nasıl tip top, nasıl butik bir hastane!’Estetikle ilgili biri olarak kıyafetlere bakıyor, çocuğun yüzüne bakmıyorsunuz.
Evet, kamikaze gibi üstüme geliyordu.
Deri montla "stone washed" pantolon?
Evet, çantayı çekmesiyle "güm" diye çenemi masaya çarpıp düştüm. İki de tekme yedim yerde.
Bıçağın girdiğini ne zaman hissettiniz?
Hissetmedim. Bıçak kemiğe dayanmadan hissedilmezmiş, doktorum söyledi. Ben de incecik bir tişört, yine çok ince kaz tüyü bir mont giymişim. İğne bile girer yani. Güvenlikler beni ve çocuğu bir odaya götürdüler. Çocuğun üstünü aradılar, bıçak çıktı. Adam dedi ki "Bu bıçak kanlı. Beyefendi, herhalde kan var sizde" dedi. "Evet ama önemli değil, burnumda" dedim. Adam montumu bir kaldırdı, tam kalbimin üstü. Filmlerde görürdük, insan vücudu ve bir delik! Ve nasıl kan akıyordu, inanamadım ben. Hemen 30 metre mesafedeki yandaki hastaneye yürüyerek gittik. Yatırdılar beni, nefes alışım güçleşti. Bir damarım kesilmiş, akciğerimin bir kısmı parçalanmış. O an sadece zihnimin yok olmasından korkuyor, bilinçli kalmak istiyordum. "Ölecek miyim?" diyordum, "Bilmiyoruz" diyorlardı. Ama tam teçhizatlı hastane, yani oralarda da bu tür hastaneler olabiliyor demek ki. Yine de kalbe giden damarlarımın kesildiğini duyunca, başka bir hastaneye naklettirdim kendimi. Orası da nasıl "tip top", nasıl bir butik hastane! İnsanları feci iyi!
O sırada ölüm, hayatınız gibi derin konuları düşünmek yerine kendinizi başka bir yere naklettirmek, arkadaşlarınızı aramak gibi pratik şeylerle mi ilgiliydiniz?
Annem biraz pimpiriklidir, onun öğrenmesini engellemeye çalışıyordum. Arkadaşlarımı aratıyordum. Pratik şeylerle ilgiliydim ama ölümü de düşünüyordum tabii. "Ha, ben ölüyorum, öldükten sonra ailem çok üzülecek" diyordum. Ama ölümden korkmuyordum, çünkü hayatta yapabileceğim her şeyi yaptım. Zaten ameliyat için beni bayıltırlarken, doktora "Çak" deyip "high five (iki kişinin ellerini birbirine çarparak Amerikan usulü kutlama yapması)" yaptım.
Sonra ziyaretçi akını başladı.
Tabii, öyle bir akın ki, hastane yönetimi yatağımı konferans salonuna bile taşımayı önerdi. Ben de bu olayla ne kadar sevildiğimi konfirme etmiş oldum. Hoşuma gitti. Hep cenazeme kimlerin geleceğini merak ederdim. Hatta bu olaydan iki gün önce avukatıma "
Milli Piyango’dan bana ikramiye çıkarsa gazeteye tam sayfa bir cenaze ilanı vereceğim ve uzaktan cenazeme kimlerin geleceğini izleyeceğim" demiştim.
Çocuğa teşekkür etmek bile istedim’Çocuğa karşı bir nefret hissetmeye başlamış mıydınız ayıldığınızda?
Hayır. Ben o çocuğa teşekkür bile etmek istedim, çünkü yeniden dünyaya geldim, sevildiğimi anladım, birçok değer vermediğim şeyin kıymetini bilmeye başladım. Her şeyde bir hayır vardır.
Çocuk olaydan bir süre sonra geçici olarak serbest bırakıldı. Ve bazı gazete köşelerinde demokratikleşmede önemli bir adım olan CMUK’u (Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu) eleştirmeye başladılar nedense. Bu konuda ne diyeceksiniz?
CMUK filan, bunlarla hiç ilgim yok, bilmiyorum ki. Zaten medya bu salıverme kararını eleştirince çocuğu yine aldılar içeri. Ama çıksın, ona iş bile bulurum. Hiç öfkeli değilim. Annesiyle konuştuk, şikayetçi olmadığım için teşekkür etti.
Ancak insanlara sürekli parayı hatırlatan bu alışveriş merkezlerinde alt sınıflardan bazı gençlerin düşük fiyatlara jigololuk, fahişelik yaptığı da biliniyor.
Bu jigoloların, fahişelerin aracıları olur, onları ararım ve varoştan da ayağıma getirtirim istesem. Söylerim, evime gelir. Bu pazardan alışveriş değil ki, ana yerine gidip ucuza alacaksın.
Şair Murathan Mungan "Erkekler İçin Divan" adlı kitabında varoşlardaki erkek çocuklara duyulan cinsel arzuyu yazdı. Sonra da "Varoş çocuklarının daha iyi seviştiğini" söyledi bir yerde.
Bu onun tarzı olabilir. Yatağı iyi diye varoşa gidilir mi? Yatak da bir kültür işidir. Bir söz biliyorum bununla ilgili: "Basılacaksan Rum kadınıyla basıl, asılacaksan İngiliz sicimiyle asıl" derler. Her şeyin en iyisiyle yani. Seks de yapılacaksa , gidip seks kültürü olmayan bir yerde yapılmamalı.
Bu bıçağın izi kalacak mı?
Soyununca çirkin mi görüneceğim yani? Benim ruhum güzel.
PAZAR