Pazar“Yaratıklarım çocuklarımın arkadaşları”

“Yaratıklarım çocuklarımın arkadaşları”

26.06.2011 - 02:30 | Son Güncellenme:

“Beni Bağrına Bas” sergisinde çirkin yaratıklarla sevgiyi anlatan Patricia Piccinini: “Tanıdığım herkesi model olarak kullanıyorum”

“Yaratıklarım çocuklarımın arkadaşları”

Geçen hafta Arter’de açılan Patricia Piccinini’nin “Beni Bağrına Bas” sergisi tek kelimeyle çarpıyor. İçeri girip işleri görünce önce kalakalıyorsunuz, bakamıyorsunuz heykellere. Çünkü birbirinden çirkin yaratıklar var. Ve onlara sarılan çocuklar. Sonra yanlarına yaklaşıp o yaratıkların yüzlerini görünce de onlara sarılasınız geliyor.
Bakışları o kadar hakiki, o kadar içten ki size ne anlatmak istediklerini kavramak hiç zor değil. Her biri “Beni Bağrına Bas” diyor.
Serginin katalogu da aynı cümleyi kuruyor. Elinize aldığınızda afişte de kullanılan “Beklenen” adlı heykeldeki yaratığın fotoğrafını, üstünde de serginin siyah banda yazılmış adını görüyorsunuz. Katalogu “bağrınıza basınca”, o siyah bant ısıyla yok oluyor ve geride sadece yaratığın yüzü kalıyor.
Bu heykellerin yaratıcısı Patricia Piccinini isminden de anlaşıldığı gibi İtalyan. Ancak ailesi o 7 yaşındayken Avustralya’ya göç etmiş. Bu onun için büyük bir travma olmuş, çünkü babası İtalyan dilini ve kültürünü tamamen reddetmiş. Piccinini için yeni bir kültüre alışmak kolay olmamış. Yeni yaşamlar, yeni dünyalar peşinde koşmasında bunun da payı büyük.


Serginizi gezerken gördüğüm hep sevgi ve ilişkiydi.
Evet, insanla hayvan, insanla diğer yaratıklar, insanla çevre, hayvanla makineler arasındaki ilişki. Benim aradığım empati aslında. İşlerime bakanlar bir bağ kursunlar istiyorum.

O yüzden mi çoğu figürünüz çocuk? Mesela afişteki “Beklenen” adlı işinizde o yaratığa sarılanın bir çocuk olması, şefkati çok daha inandırıcı hale getiriyor.
Çok doğru. Çocuklar yetişkinler gibi yargılara varmazlar. Olaylara çok daha basit bir noktadan bakarlar; nerede yaşıyorsun, ne iş yapıyorsun umurlarında değildir. Sen kimsin ona bakarlar.
O zaman da sevgisi çok daha katıksız oluyor.

Bir heykele nasıl başlıyorsunuz? Bir duygudan mı yola çıkıyorsunuz, bir sözden mi yoksa bir görüntüden mi?
Çok okuyorum, ama çok. En büyük okuma alanlarımdan biri çevre. Doğal olanla yapay olan arasındaki ilişkiyle de çok uzun zamandır ilgiliyim. Bunların yanı sıra çok şey bir araya geliyor ben çalışırken.

“Kalabalık bir ekiple çalışıyorum. Her an işimin başındayım”

Neler mesela, çok merak ediyorum bu işleri oluşturan kaynakları...
Nesli tükenen hayvanlar bir kere. Doğanın değişimi, çevrenin dönüşümü... Caddede yürüyen insanlar, haberlerde gördüklerim, hepsi. Okumakla başlıyorum işe. Sonra o fikri aktarabileceğim bir görsellik aramaya başlıyorum. Her zaman kolay olmuyor. Mesela bir süredir erken adet gören kızlar üzerine çalışıyorum. Ama bunu anlatabilecek görsellik bulamadım henüz. Çünkü iyi bir işin hem fikri hem de sıkı bir görsel etkisi olmalı.

O görselliği bulduktan sonra bir heykel tamamlanması ne kadar sürüyor?
Çoğunlukla yazarak başlıyorum. Her sergi öncesinde yeni bir işe karar veriyorum ve o fikri nasıl gösterebileceğime dair kafa yormaya başlıyorum. Bu bir heykel de olabilir, video da, fotoğraf da... Karar verince çizmeye başlıyorum, taslağı hazırladıktan sonra ekibime “Böyle bir şey yapmak istiyorum” diyorum. Tamamlanması
8-12 ay arasında sürüyor.

Siz projeyi hazırlıyorsunuz ama yapım aşamasında yoksunuz anladığım kadarıyla...
Hayır. Çok kalabalık bir ekiple çalışıyorum. Açıkçası o zanaatla da o kadar ilgili değilim, onu oluşturan fikirle ilgiliyim. Ama heykeller yapılırken her an başındayım. Her saç rengine, her ten pigmentine ben karar veriyorum.

“Bazı heykeller bir yılda bitiyor”

Nasıl bir teknoloji kullanıyorsunuz?
Benim çizimlerimden bir mum model çıkarılıyor, bundan da bir kalıp dökülüyor. Ki bu altı hafta sürüyor. O kalıpla da silikondan heykeller yapılıyor ve boyanıyor. Sadece saçları ekmek dört hafta sürüyor. O yüzden de bazı heykelleri tamamlamak bir yılı buluyor.

Sanat okurken aynı zamanda anatomi müzelerinde çalışmışsınız. Nasıldı oralarda çalışmak?
Yalnızca anatomi müzelerinde değil, patoloji laboratuarlarında da çalıştım. Çünkü anatomide her şey normaldir, bu şu organdır, bu şu kemiktir öğrenirsin. Ama patolojide her şey anormaldir. Tümörler, deforme olmuş organlar görürsün. Formaldehid içinde bekletilmiş vücutlara bakarsın ve empati kurarsın.

Çocuklarınızın heykellerinizle ilişkisi nasıl? Ürküyorlar mı, seviyorlar mı?
Hayatlarının bir parçası, alıştılar. Biri 6, biri 4 yaşında, bunları görerek büyüdüler. Onların arkadaşları gibi o heykeller.

Onları model alıyor musunuz çocuk heykelleri çizerken?
Tanıdığım herkes modelim aslında. Bazen dışarı çıkıp model olacak birini bilmem gerekiyor, ama pek sık değil.


“Bir motosikletin geyik gibi olup aşk yaşayabileceğini düşündüm”

Arter’in girişinde ilk karşılaştığımız iş, “Âşıklar”. Vespaların aşkı... Hemen çarpıyor.
Makineleri hayvanlar gibi görebileceğimizi anlatmak istedim. Çünkü artık ağaçlar değil makineler doğamız. Bir Vespa’nın rahatlıkla bir geyik gibi görünebileceğini düşündüm. Makine bir geyik olur ve aşk yaşarsa, bizden bağımsız olarak çoğalabilir. Ürkütücü değil mi?

Sergideki yaratıklar ilk anda çok itici, ama yüzlerine bakınca, ifadelerini görünce seviyor insan. Mesela “Büyük Anne” çirkin ama gözlerini görünce ona sarılmak istedim. Amaçladığınız bu çelişki mi?
Evet. “Büyük Anne”nin yüzü ve vücudu Habeş maymununa benziyor, ama gözleri insan gözleri. Aslında bütün heykel o gözler için yapıldı. İnsanlar o bakışları fark etsinler ve onunla bir bağ kursunlar istedim. Kucağında, emzirdiği bir bebek var. O hayatı yaşamanın ne kadar zor olduğunu anlatıyor bakışları. Kucağındaki bebeği sevdiğini de anlıyorsun, ama bir şeyler var ki mutlu değil. Kısacası kendi hayatımızı iyileştirmek için doğayı kontrol edemeyiz. Onu yeniden üretebiliriz ama hislerini kontrol edemeyiz. Cümle bu.


İlk kez İstanbul’da gün ışığına çıkan bir işiniz var. Yine ilk anda çirkin olan baktıkça güzelleşiyor.
“Davetli Misafir” de Goethe’nin bir dizesinden çıktı: “Güzellik her zaman davetli misafirdir”. Güzel olan her şeye sahip olmak isteriz; ne kadar saçma ya da sıkıcı olursa olsun. Mesela işteki tavus kuşları. Hiçbir işlevleri yok, sadece güzeller, hepsi bu. Benim yarattığım yaratık da kendi içinde güzel... Üç yaşındaki kız da sevgiyle onun gözlerine bakıyor. Bu işte sorduğum şu: Eğer doğa yalnızca güzel olduğu için tavus kuşunu seçebiliyorsa, biz de yeni bir yaşam yaratırken güzelliği seçebilir miyiz?

KEŞFETYENİ
Babalarının kopyası! İşte Kerem ve Karan'ın son hali
Babalarının kopyası! İşte Kerem ve Karan'ın son hali

Cadde | 26.04.2025 - 07:18

Fahriye Evcen oğulları Kerem ve Karan ile birlikte yer aldıkları kareleri Instagram'dan paylaştı.

Yazarlar