10.04.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:
axpaz021.jpg "Çetin Emeç yaşıyor" Aydın Doğan (Doğan Gazetecilik A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı) Gazetecilik, dış görünüşüyle cazip bir meslektir. Elbette toplumca tanınmak, ürettiğiniz fikirleri başkalarıyla tartışmak gerçekten mesleğimizi zevkli kılan özelliklerin başında gelir. Ne var ki, sorumluluğun hiç bitmediği bir iştir. Gazete 24 saatlik bir üründür, dolayısıyla 24 saatlik bir emeğin ürünüdür ve gazeteci de 24 saat çalışan bir meslek erbabıdır. Gazetecilik dışında hangi iş olursa olsun, akşam yatağa girdiğinizde sadece kendi vicdan muhasebenizi yaparsınız, ancak gazeteciyseniz; fert olarak daha büyük sorumluluğun uykusuzluğunu, tedirginliğini yaşarsınız. Çünkü artık siz kendinizle hesaplaşmakla huzura kavuşamazsınız. Yaşadığınız memleketten, dünyadan hatta bütün insanlıktan sorumlusunuz. Çetin Emeç de bu sorumluluğu tüm benliğiyle hisseden kalemlerden biriydi. Haince susturdular. İnsanı arkadaşları, meslektaşları, dostları unutmadıkça o yaşıyor demektir. Çetin Emeç de yaşıyor... "Muammer hoca ve Çetin Emeç, yüreğimize oturan iki büyük acı" Bir ay önce sevgili Muammer hoca için yürümüştük Meclise. Bir ay sonra sevgili meslektaşımız Çetin Emeç için yürüdük aynı yoldan Meclise. Bir ay arayla yüreğimize gelip oturan iki büyük acı. Atatürk Bulvarından Meclise doğru çıkarken cinayetin ardında yatan gerçeğin ne olduğunu düşünmeye çalıştım gene... Neden bu kez o olmuştu terörün hedefi? TBMMnin tören salonunda bu sorunun çengeli kafamın içinde kıvrılırken bir ara dalar gibi oldum. On yıl öncesi gözümün önünde canlandı belli belirsiz. Yine bu salondaydık. Daha yeni olmuştu 12 Eylül. Gazetemin Ankara temsilcisi olarak bir töreni izliyordum. Hiç unutmam, Beethovenın "Kader Senfonisi"ydi çalan. Ve bütün devlet, daha birkaç gün önce parlementoyu kapatarak iktidara el koymuş olan askeri liderlerin önünde resmi geçit yapıyordu. Dün de aynı salonda yüreğimin daraldığını hissettim. Bir yandan bir askeri yönetimle, öte yandan Sevgili Çetinle ilgili anılar, sanki dipsiz bir kuyu gibi kendine çekmeye koyuldu beni... Hasan Cemal (Gazeteci) "Stajyerken ağlattıkları şimdi meslekte ilerlemiş kişiler" Çetin Emeçle çok kısa sürede kaynaşıp, arkadaş olmuştuk. Onun gazeteciliğe karşı duyduğu tutku derecesindeki sevgi, beni hep heyecanlandırırdı. Bilirdim ki, yazdığım makaleleri, dizi yazıları o beğendiği zaman, okuyucunun da beğenmesi kesin olurdu. Müthiş bir mesleki algılama yeteneği vardı. En ağır siyasi haberi de, bir magazin haberi kadar anlaşılır ve cazip hale getirmeyi bilirdi. Karmaşık ve yazanın da tam anlamadığı haberleri, anlaşılır hale getirmek için, bazen saatlerce uğraşırdı. Bazen muhabirlere karşı çok sert olur hatta genç stajyerleri ağlatırdı. Ama şimdi hepsi meslekte ilerlemiş olan o arkadaşların, Çetin Emeçin kendilerine karşı gösterdiği titizliğin değerini anladıklarına eminim. Mehmet Barlas (Gazeteci) "Huysuzluğuyla ünlüydü, bana Ne huysuz adamsın demişti" Gerçekten dostça geçirdiğimiz bir-iki gece olmuştu, garip bir güvenle bana bazı dertlerini anlatmıştı. Ama genellikle gerginlikler yaşardık; kıdeminin, yaşının ve bana gösterdiği dostluğun güveniyle bir keresinde bana, "Ne huysuz adamsın" demişti, o zaman da ben gülmüştüm. Huysuzluğuyla ünlü birinin bunu söylemesi bana çok sempatik görünmüştü. Gazetede çalışan birçok insanı titizliğiyle bunaltırdı, ona kızan çok insana rastladım ama onun gazeteciliğine saygı göstermeyen hiçbir gazeteci görmedim. O saygıyı hak ediyordu. Ahmet Altan (Yazar) "Giyimine gösterdiği özen çevresine saygısındandı" Henüz Avrupada bile yeni moda olan yırtmaçlı, kruvaze ceketleri Çetin Emeç beyefendinin üzerinde en şık haliyle görebilirdiniz. Tahminimce giyimine gösterdiği özen, sadece kendisinin özel merakından değil, çevresine gösterdiği müthiş saygısından da kaynaklanıyordu. Çetin Emeç, Türkiyenin modern yüzünü temsil eden gerçek bir beyefendiydi. Vitali Hakko (Vakkonun sahibi) "Ricasının yoluna ölünürdü" O kadar kibardı ki birlikte çalıştığımız dört yıl boyunca bana asla "Nebahat hanım" dışında bir hitapla seslenmedi. Hiç emir almadım ondan, her isteğinin sonuna öyle zarif bir rica eklerdi ki, ölünürdü bu ricanın yoluna. Bazen odaya çağırdığı arkadaşlarımıza hafif küfürlü bir fırça seansı uygulamışsa, olaydan sonra kapıyı açıp başını uzatır ve "Duyduklarınız için özür dilerim Nebahat hanım" derdi. O kadar sinirinin içinde bu kadar kibar olabilmeyi başarabilen başka kimse tanımadım. Nebahat Ercan (Sekreteri) Ailesinin gözünden "Bana Sizi gideceğiniz yere bırakalım dedi" Arnavutköy Kız Kolejinde okurken, yazları ailemle, Erenköydeki evimizde geçirirdik. Zaman zaman, denize girmek için Sunaların (Kıraç) Çiftehavuzlardaki yalılarına giderdim. Yine bir hafta sonu, sene 1956, denizde hafif hafif yüzüyorum. Birden farkına vardım ki, sahilden bir hayli açılmışım. Baktım hemen ilerimde demirli bir kotra var, hemen oraya doğru yönelerek, gidip ona tutundum. Tam o sırada kıçtan takma motorlu bir tekne yanımdan geçti ve birden durdu. Motorun içi dolu, iki de kız var, Çetin kullanıyor. Bana, "Çok açılmışsınız, yüzerek geri dönemezsiniz, biz sizi gideceğiniz yere bırakalım" dedi. Dönerken önce o kızları, daha sonra da beni eve bıraktılar. Çetinle ilk tanışmamız böyle oldu. Bilge Emeç (Eşi) "Piyano çalıp mesajını aldığımı gösterdim" Bir dönem zorlandığım için piyanoyu askıya almaya karar verdim. Bunu babama söylediğimde, sandım ki ilk sözü hangi derslerde zorlandığımı sormak olacak. Bana aynen şöyle demişti: "Peki istediğin gibi yap ama o zaman benim kızım olamazsın." Kendimi banyoya kilitleyip, dakikalarca ağlamıştım bu sözleri duyunca. İçim içimi yedi, ona nasıl böyle bir teklifte bulundum diye. Sonraki pazar günü ona bütün gün piyano çalıp, mesajını aldığımı gösterdim. Mehveş Emeç Birol (Kızı) "Babamın sözleri kulağıma küpe oldu" Bir hafta sonu babamla gazetedeyiz, ertesi günün gazetesi gelmiş, okuyoruz. Tam o sırada bir ofis boy girdi içeri, bir şeyler getirmiş, ben harıl harıl spor sayfasını okuyorum. Adama "İyi akşamlar" dedim ama yerimden kalkmadım. Adam odadan çıkar çıkmaz babam canıma okudu, haklı olarak: "Sen kimsin ki, ayağa kalkmıyorsun. O adam bütün gün burada çalışıyor, canı çıkıyor. Beni rezil ettin, diyecekler ki: Çetin Emeç bir eşek yetiştirmiş." Babamın bu sözleri o gün bugündür kulağıma küpe olmuştur. Mehmet Emeç (Oğlu) Çetin Emeç, 1935te İstanbulda doğdu. Galatasaray Lisesinin ardından İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Gazeteciliğe 1952de babası Selim Ragıp Emeçin Son Posta gazetesinde başladı. 1972ye kadar Hayat ve Ses dergilerinde yazı işleri müdürlüğü yaptı. 1972 yılında Hürriyet grubuna geçti. Hürgün Yayınlarının genel yönetmenliğini yaptığı sırada, Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevini üstlenen Emeç, 1984-85 yıllarında da genel yayın yönetmeni olarak Milliyete geçti. 1986da genel koordinatör olarak Hürriyet gazetesine döndü. Öldürüldüğü 7 Mart 1990da 38 yıllık gazeteci olan Emeç, Hürriyet Gazetesi Yönetim Kurulu Üyesi ve yazarıydı. Çetin Emeç, Gazeteciler Cemiyeti, Uluslararası Basın Enstitüsü ile Uluslararası Gazetecilik Basın Enstitüleri Federasyonu üyesiydi. Çetin Emeç kimdir?