22.12.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:
NİL KURAL - nil.kural@milliyet.com.tr
Tecrübeli film eleştirmeni ve gazeteci Alin Taşçıyan 14 Aralık’ta Sinema Yazarları Derneği’nin (SİYAD) beşinci başkanı oldu. Görevi Tunca Arslan’dan devralan, Milliyet’te uzun yıllar boyunca film eleştirmenliği yapan, son beş yıldır Star gazetesinde çalışan Taşçıyan, aynı zamanda SİYAD’ın ilk kadın başkanı. Başkanlıktan kısa süre sonra bir araya geldiğimiz Taşçıyan’la sürekli tartışmaların odağında yer alan SİYAD’ı, sinemacıların tutumlarını ve eleştirmenliği konuştuk.
Şu an SİYAD’ın 93 üyesi var. SİYAD’a ilk üye olduğun zaman herhalde üye sayısı çok daha azdı.
Evet, benim üye numaram sanırım 37. Ben en genç üyeydim. Atilla Dorsay’la program yapmaya başlamıştık, ben de yazmaya başlayalı iki yılı geçmişti. Atilla Dorsay bir gün “Sen niye bizim derneğe başvurmuyorsun?” dedi. Aklıma gelmemişti. Ürkek girdim ama sonra baktım bizim arkadaşlar. Daha küçük
ve samimiydi. Şimdi medya ne kadar kalabalıklaştıysa SİYAD da kalabalıklaştı. Ama dört başı mamur bir sinema programı yapılıyor mu? En azından dört başı mamur üç tane sinema dergisi çıkıyor. Radyolar hiç fena değil aslında; sinema programları var. Gazetelerde ister istemez dağınıklık oldu. Bir haftada çok fazla film gösterime giriyor, hepsini okurlarımıza aktarmaya çalışıyoruz.
SİYAD sinema yazarlığının kurumsallaşması açısından çok önemli bir kurum.
Evet, kurumsallaşmak çok önemli. Biz bunu Atilla Dorsay’a borçluyuz. Tunca Arslan çok güzel bir gönderme yaptı ve “Hepimiz Atilla Dorsay’ın paltosundan çıktık” dedi. Dünyada da kurumsallık var. Türkiye’de biz biraz sallantıda kalmışız. Dorsay derleyip toparlamış. Bazı ülkelerde, mesela Fransa’da sinema yazını deyince, yüksek sayıda üyeli iki tane ciddi sendika var. Fransa’da haftada 20 film gösterime giriyor. Parisli bir sinema yazarının yaptığı şey, standart birkaç gösterime gidip yazmak değil, seçmek. Orada Sinematek de sağ olsun, klasikler bile güncel. Şimdi Pera’da, İstanbul Modern’de Sinematek gibi gösterimler yapılmaya başlandı. Bir klasiği baştan sona yazmak sinema yazarının içinden geliyor.
“SİYAD Ödülleri’nin tartışılması kaçınılmaz”
Evet, dönüp eski filmleri izlerken insanda bu istek güçlü bir şekilde oluşuyor. Açıp bakıyorum, bazen yılından, yönetmeninden bir bahane bulunup yazılabilir mi diye.
Bir film 350 salonda gösterime giriyorsa bunu görmezlikten gelmeyelim. Tamam, görelim ama söylenecek söz az, değer mi? Toplu gösterim kapsamında iki kere gösterilecekse keşke gitsek bir Alain Resnais filmini baştan yazsak.
Türkiye’de ana akım sinemada çalışan sinemacıların film eleştirmenlerine duydukları öfke, röportajlarında laf etmeleri bana normal gelmiyor.
O da onların tek alanı, ne yapsınlar? O kadar sıkışık bir dünyada yaşıyorlar ki. Bizim önümüzde koskoca bir sinema yelpazesi var. Hiçbir filmi, türü, tarzı ayırt etmeden izleyip yazıyoruz ve sinema bizim için bir tutku. Sinemayı sevmeden sinema yazarlığı yapılmaz. Ama sinemayı sevmeden yönetmenlik yapılır hatta daha çok para kazandırır. Bu tür filmleri, reklamları çekerek çok para kazanıp ondan sonra da sağa sola laf yetiştirilebilir. Biraz da karşı taraf yüzünden. Biz ele almayıp yazmasak da olur esasen. O adamı ilgilendiren, gişede ne kadar hasılat elde etmiş, ne kadar ünlü olmuş? O, onun kulvarı. Güzel bir deyiş vardır, “Hem 25 kuruş hem cam kenarı” diye. Sadece Türkiye’de şimdi izlenen filmler ile başka türlü film yapmak arasında bir fark olması lazım.
Bazı popüler sinemacılarda hem gişede kazansın hem ödül alsın düşüncesi var. 20 Ocak 2014’te SİYAD Ödülleri dağıtılacak. Her SİYAD Ödülü’nden sonra tartışma çıkması klasik. Dünyada örneği olduğunu sanmıyorum.
Bu tartışma da kaçınılmaz. Çünkü Türkiye’de geleneksel olarak çok uzun süredir yıl bazında değerlendirme yapan ve ödül dağıtan tek kurum biziz. Şimdi akademimiz yok, bu olmadığı için Akademi Ödülleri yok. Yeşilçam Ödülleri’ni bir ara yapmaya çalıştılar. Başka ülkeleri çok rahat takip ediyorum, dilini anlamadığım ülkelerden meslektaşlarıma da merakla soruyorum. Bu tür tartışmaların çok seyrek yaşandığını söylüyorlar. Sinema tarihini biraz bilince, büyük yönetmenlerin önceden film eleştirmeni olduğunu, bu sürtüşmenin gereksizliği anlaşılır. Kuramcılar da eleştirmen kökenli. Sovyet sineması nasıl kuruldu? Yeni Dalga’nın ve Fransız sineması efsanesinin arkasında da Andre Bazin, Georges Sadoul gibi isimler durmuyor mu? Jean-Luc Godard, François Truffaut, Jacques Rivette, Alain Resnais önce eleştirmen değil miydi?
“Dünyadaki aktörler, yönetmenler Türkiye’deki popüler isimlerden çok daha alçakgönüllü”
Eleştirmen-yönetmen geçişi sürüyor. Geçen sezonun dikkat çeken filmlerinden Portekiz yapımı “Tabu”nun yönetmeni Miguel Gomes eleştirmen kökenli. Türkiye’den de isimler var.
“Mavi Dalga”nın yönetmenlerinden Zeynep Dadak sayılabilir yeni yeni. Yamaç Okur, Nadir Öperli, Enis Köstepen önce Altyazı’yı kurup oradan yapımcılığa geçtiler. Şunu da söyleyeyim, Türkiye’deki “popüler isimlere” kıyasla dünyada tanıdığım aktörlerin, yönetmenlerin, Leonardo DiCaprio’ya varıncaya kadar çok daha alçak gönüllü olduğunu gözlemliyorum. Theo Angelopoulos’la dostluğa varan derecede bir muhabbetimiz vardı. O da az eleştirmiş değildir. Hiç mesele etmezdi. Eğer bizim popüler kulvardaki yönetmenler Amerika’nın önde gelen yayın organlarındaki eleştirileri okurlarsa, ne yaparlar bilmiyorum. Biz o üslupla yazsak baltayı alıp saldırırlar herhalde...
“Bir kadının başkan olması önemli”
SİYAD’ın yeni döneminde nasıl öncelikler düşünüyorsun?
Bize yapılması gereken bir reform kalmadı. Benim için en önemli şey, mesleğin etik yanı. Saygınlığımızı korumak. SİYAD’ın bu kadar göz önünde olması, bazen bireysel olarak zan altında bırakılmamız bunun göstergesi. Sinemada başka hiçbir şey bu kadar tartışılmıyor. Ne film endüstrimizin oluşamaması ne
art house sinemamızın genel nitelikleri tartışılıyor.
“Bu ülkenin sinemacıları hiçbir şeye sahip çıkmadı”
Ne de AVM’ler dışında hemen hemen hiç sinema salonunun kalmaması...
Pek çok sinemacı arkadaşım var, hepsini tenzih ederek söylüyorum ama bu ülkenin sinemacıları hiçbir şeye sahip çıkmadı. Sinema yazarları sahip çıktı. Emek Sineması meselesini düşünelim.
SİYAD’ın ilk kadın başkanısın. SİYAD’ın bir üyesi olarak derneğin başına bir kadının geçmiş olması beni sevindiriyor.
Kimsenin hakkını yemeyelim, “Lütfen artık bir kadın başkan lazım bize” diye beni ikna etmeye çalışan erkek arkadaşlarımızdı. Atilla Dorsay’dı, Tunca Arslan’dı, Deniz Yavuz’du, Uğur Vardan’dı. Önemli bir kadın başkan olması. Feminist olduğum sır olmadığına göre bunu söyleyebilirim. Tepe noktalarda kadın ismi görmenin psikolojik etkisi var.