08.10.2023 - 02:00 | Son Güncellenme:
Seyhan Akıncı - Arthur Brand. Hollanda’daki sakin yaşamı bazen uzun yıllar boyunca aranan bir sanat eserinin bulunmasıyla bir partiye dönüşüveren bir sanat dedektifi. Bu işin okulu olmadığı için o da toplamaya başladığı Roma paralarının bir kısmının sahte olduğunu fark etmesiyle iz sürmeye başlamış. Sonrası, “Hitler’in Atları”ndan Picasso imzalı “Kadının Büstü”ne pek çok önemli eseri polisle ve eser kaçakçılarıyla çalışarak bulmak olmuş. Brand, hırsızların güvenini kazanmasını “Suç dünyasında kanunlara uymazlar ama sözlerini tutarlar. Bu yüzden onlara karşı her zaman sözümü tutarım,” şeklinde anlatıyor. Son olarak pandemide çalınan Vincent van Gogh’un “The Parsonage Garden at Nuenen in Spring” tablosunu bulan Arthur Brand ile sanat dedektifliğini, herkes tarafından “deli” olarak tanımlanmasını ve bulmayı hayal ettiği kayıp eserleri konuştuk.
Herkes sizi sanat dünyasının Indiana Jones’u olarak tanımlıyor. Peki, hikâyenin başına dönecek olursak. Arthur Brand’i sanat dedektifine eviren süreç nasıl gelişti?
Sanat dedektifliğinin eğitimi yok. Her şeyi kendin öğrenmelisin. Hikâyem Roma parası toplamaya başlayıp da birçok sahte para olduğunu keşfetmemle başladı. Daha sonra bu konuda okumalar yapmaya başladım. Sanat eserlerinin belki yüzde 30’unun sahte olduğunu keşfettim ama bu pek konuşulmuyordu. Daha sonra Londra’da yaşayan Hollandalı Michel van Rijn ile temasa geçtim. Eskiden ünlü bir sanat eseri kaçakçısı olan Rijn, onunla tanıştığımda çalıntı sanat eserleriyle uğraşan herkesi web sitesinde ifşa ediyordu. Kendisi bana çok şey öğretti.
15 yıldır suçlular ile polisler arasında mekik dokuyorsunuz. Ve işin ilginç tarafı iki tarafın da güvenini kazanmış durumdasınız. Sırrınızı sorsam?
Yurt içinde ve yurt dışında her zaman polisle birlikte çalıştığım için elbette yasalara uymam gerekiyor. Aksi halde benimle hiçbir şey yapmak istemiyorlar. Suç dünyasında kanunlara uymazlar ama sözlerini tutarlar. Bu yüzden onlara karşı her zaman sözümü tutarım.
Sanat eseri kaçakçılığı dünden bugüne nasıl değişti?
Sanat kaçakçılığı son yıllarda değişti. Günümüzde yasa dışı kazılan antikaların satışı çok daha kolay. Facebook gibi sosyal medya platformları aracılığıyla pek çok şey sunuluyor. Buradaki eserlerin çoğu sahte ama gerçek parçalar da var. Yakalanırsan başın belaya girer. Yüksek cezalar var. Bir diğer değişiklik ise sanat kaçakçılığında artık terör gruplarının da payı var. Suriye, Afganistan ve başka ülkelerin de olduğu geniş bir ağ kuruldu.
Facebook gibi sosyal medya ağları üzerinden sanat eserlerinin satışı konusunda neler yapılabilir?
Facebook bu grupları izlemeli. Bazen arkeologlar ya da polis Facebook’a haber veriyor ama pek bir şey yapılmıyor. Bu grupların kapanıp başka bir yerde ortaya çıkması elbette Facebook için de zor. Ve alıcılar yalnızca gerçek bir mağazası ve gerçek adresi olan satıcılardan alıveriş yapmalı.
Peki, bahsettiğiniz terör grupları... Bölgedeki karışıklıklar tarihi eser kaçakçılığı yapan bu terör gruplarının ortaya çıkmasına mı yol açtı?
Ortadoğu medeniyetin beşiği. Bölge keşfedilmemiş hazinelerle dolu. Dünyanın her yerinden arkeologlar orada kazı yapıyor. Bir iç savaş başladığında bu arkeologlar bölgeyi terk ediyor ve terörist gruplar kontrolü ele alıyor. Bazıları kazmaya devam ediyor ya da sivillerin yapmasına izin veriyor. Hazineler ortaya çıkarıldıktan sonra aracılar aracılığıyla karaborsada satılıyor. Ancak dürüst olmak gerekirse Mısır, Suriye ve Lübnan gibi ülkelerde devlet yetkilileri bile bazen yağmalanan antikaların satışına karışıyor. Yolsuzluk...
Bulunmasına katkı sunduğunuz eserler arasında sizin için özel bir parça var mı? O süreçte unutamadığınız bir anı?
İster Van Gogh, ister Picasso olsun her buluntu muhteşemdir. Ama en güzel buluşum “Hitler’in Atları”. 3 metre yüksekliğindeki bu bronz atlar Hitler’in en sevdiği heykellerdi ve ofisinin altında duruyordu. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ortadan kayboldular ve Alman polisiyle birlikte onları bulmayı başardım. Bu konuda 15 dile çevrilen “Hiltler’in Atları” adlı bir kitap yazdım. Ne yazık ki henüz Türkçesi yok.
Türkiye’de merak ettiğiniz veya görmek istediğiniz eser veya buluntular var mı? Göbeklitepe tarihin sıfır noktası sayılıyor. Son zamanlarda orada ortaya çıkan eserler sizi heyecanlandırıyor mu?
Türkiye’deki her kazıyı takip ediyorum. Dünyanın arkeoloji açısından en zengin yerlerinden biri. Özellikle Çatalhöyük ve Göbeklitepe çok ilgi çekici çünkü sizin de söylediğiniz gibi aşağı yukarı tarihin başlangıç noktası. Türklerle tanıştığımda futbol kulüpleriyle her zaman gurur duyuyorlar ki bu da güzel. Ama bu kadim şehirlerle gurur duymalılar. Arkeologların Türkiye’de daha da fazla eser bulmasını umuyoruz.
Son olarak Van Gogh’un yaklaşık üç yıldır kayıp olan “The Parsonage Garden at Nuenen in Spring” adlı tablosunu buldunuz. Ve bunu hayatınızın en güzel anlarından biri olarak tanımladınız. Bu çalışmaların birçoğu için ücret de almıyorsunuz. Bu tutku mu sizi böylesi tehlikeli bir yolculuğun içinde tutan?
Paramı çoğunlukla danışmanlıktan ve kitaplarımdan kazanıyorum. Çalınan sanat eserlerini kurtararak çok az para kazanıyorum çünkü genellikle herhangi bir ödül teklif edilmiyor. Ama bunlar fantastik maceralar. Fakat elinizde bir Van Gogh ya da bir Picasso ile durduğunuzda her şeye değiyor.
“British Museum skandalı açıkça korkunç”
Tüm dünya günlerce British Museum’daki hırsızlık olaylarını konuştu. Siz bunun buz dağının görünen kısmı olduğunu söylüyorsunuz ve “Bunun daha kötüsüne hazırlanmalıyız çünkü bunun gibi daha fazla vaka ortaya çıkacak” diyorsunuz. Peki, tüm dikkatler müzelere çevrilmişken bu durum sanat suçlarının önceliklendirilmesine yol açar mı?
British Museum skandalı açıkça korkunç. Ama bu Türkiye dahil her yerde oluyor. Dünyadaki her müze, orada çalışan ve bir şeyler alan insanların kurbanı oldu. Bu hafta Münih’teki bir müzenin de tabloları sahteleriyle değiştirip gerçeklerini satan bir çalışanın kurbanı olduğu açıklandı. Umarım müzeler artık uyanır ve koleksiyonlarını inceleyerek eksik bir şey olup olmadığını görürler.
“Hepsi deli olduğumu düşünüyor”
Dick Ellis, 15 dile çevrilen “Hitler’s Horses” kitabınıza yazdığı epigrafta “Arthur bir aptal, ama zeki olanından” diyor. Birlikte çalıştığınız polisler ve hatta suçlular da hemfikir görünüyor. Siz yapmakta olduğunuz şeyi nasıl tanımlarsınız?
Hepsi deli olduğumu düşünüyor. Bazen onlarca yıldır kayıp olan ve herkesin artık var olmadığını düşündüğü sanat eserlerinin peşine düşüyorum. Üstelik bazen tehlikeli oluyor ve bundan çok az kazanıyorum. Bu sadece bir tutku, bir yaşam amacı. Ve şikâyet etmiyorum.
Oldukça tanınan birisiniz. Dedektifler genelde perde arkasındadır. Bu işinizi zorlaştırmıyor mu?
Hayır. Gizli göreve gitmekten nefret ediyorum. Her şeyden önce, eğer öğrenirlerse başın belaya girer. Ve çok iyi tanındığım için muhbirler beni kolaylıkla bulabilirler. Bazen benimle iletişime geçmeyi polisten daha güvenli buluyorlar.
Van Gogh’un tablosunu teslim ettiğinizde bunun “kariyerinize” tatlı bir veda olabileceğini de düşünmüşsünüz. Peşinde olduğunuz “The Amber Room” sizi hâlâ oyuna teşvik eden eser mi?
Her keşiften sonra bırakmayı düşünüyorum. Bu zor bir iş çünkü. Bazen yıllarca başarı elde etmeden ararsınız. Ama devam ediyorum çünkü hâlâ yapılacak çok şey var. Ve gerçekten de “Amber Odası” gibi vakaları çözmek, gerçekleşmesini görmek istediğim bir hayal olmaya devam ediyor.