08.09.2024 - 02:00 | Son Güncellenme:
Seyhan Akıncı - Poyrazköy’e doğru ilerlerken zaman atlaması yaşamış gibi hissediyorum. İki tarafı yemyeşil, bomboş, kıvrımlı yollar bizi nihayet Beykoz’un bu sevimli balıkçı köyüne ulaştırıyor. Deniz durgun. Âdeta yıkanmış gibi. Çay bahçesinde karşılıyor bizi İhsan Amca. Oğlu, yeğenleri ve köyün neredeyse tüm gençleri Afrika’da balıkçılık yapıyor. Biz de ekmeğini Afrika’nın denizlerinden çıkaran bu balıkçı köyünün yaşlı sâkinleriyle çay içip koyu bir sohbete dalıyoruz.
Kendisi de balıkçı olan İhsan Türkmen, 500 haneli bu sevimli balıkçı köyünü anlatmaya başlıyor. O anlattıkça bazı şeylerin o kadar da sevimli olmadığını anlıyoruz: “Doğma büyüme buralıyım ama kökenimiz Rize. Bu köyün kökeni Rize, hepsi birbiriyle akraba. Herkes de ekmeğini denizden kazanıyor. Balıkçı, yatçı, yat kaptanı... Poyrazköy’de 500 hane var. Buranın nüfusu eskiden bin kişiydi, bin seçmen vardı. Şimdi 600 seçmen var. Neredeyse yarı yarıya azalmış. Gitmiş yani. Müthiş bir göç var köyden.” Bölgedeki imar sorunu köyün genç nüfusunu şehrin içlerine doğru göçe zorlamış. Poyrazköy’le Afrika’yı birbirine bağlayan düğüm de tam burada atılıyor işte. Köydeki imar sorunu nedeniyle genç nüfus Kavacık’tan Çekmeköy’e doğru farklı noktalarda barınabilmek, daha konforlu bir hayat sürebilmek için Afrika’nın yolunu tutuyor.
Fabrikada balıklardan un ve yağ yapılıyor
Yaklaşık 10 yıl önce başlayan Poyrazköy-Afrika hattı giderek daha fazla Türk balıkçının ağına takılıyor. Hikâyenin başlangıcını İhsan Amca’dan dinliyoruz: “Köydeki abilerimizden biri karayoluyla Moritanya’ya gidiyor, orada balığa çıkıyorlar. Orada keşfediyorlar balık türlerini vs. Orayla bir anlaşma yapıyorlar. 2016 yanılmıyorsam... 2016 veya 2015’te Afrika’ya gidiyorlar. İki tekneyle başlıyor sonra aşağı yukarı 8-10 tekne gitti. Ardından Gemlik’ten, Karadeniz’den şuradan buradan 20-30 tekne oluyorlar. Giden balıkçılar üç ayda bir izne geliyorlar. Bir ay izin yapıp geri dönüyorlar.” Usul usul insanı kendine çeken bu küçük köyden Moritanya’ya, Gine’ye Bissau Gine’ye uzanan ekmek yolculuğunda oralarda yapamayıp geri dönen de çok olmuş. “Afrika’da yaşamak da zor. Hiç tekneden çıkmıyorlar. Sadece alışveriş için karaya çıkıyorlar, sonrasında hep teknedeler. Üç ay boyunca denizin üstündeler. Açıkta demirliyorlar” diye anlatıyor İhsan Amca ve ekliyor: “Balık tutamayan, iflas edip geri dönenler de çok.” Kara kıtayı kendine ekmek teknesi eden balıkçılar tekneyle gittiğinde tam 13 gün sürüyor yolculukları. Bu uzun yolculuğun ardından orada tuttukları balıkları fabrikaya veriyorlar. Fabrikada o balıklardan un ve yağ yapılıyor.
Üç ay Moritanyabir ay İstanbul
Afrika’daki iklim nedeniyle balık sezonu diye bir kavram yok. 12 ay balıkçılık yapılıyor. Ama hava koşulları zaman zaman balıkçıları zorluyor. Oğlu ve yeğenleri 2017’den beri Moritanya’da olan İhsan Amca, “Afrika’da balık sezonu diye bir şey yok. 12 ay boyunca balık avlanabiliyor. Orada hava durumu her zaman denize çıkmaya el vermiyor. Bazı balıkçılar çok büyük fırtınalara yakalandılar. Batma tehlikesi geçirdiler. Böyle mücadeleler de veriliyor. Orada denizde fırtına olur en büyük sıkıntıları bu. Başka bir sıkıntıları yok. Oğlum üç ay Afrika’daydı, şu an İstanbul’da. Burada da balığa çıkıyor. Şu anda Ereğli’deler. Üç ay Afrika’da çalışıp bir ay buraya geliyorlar. Ama biz istiyoruz ki çoluk çocuğumuz yanımıza gelsin. Afrika’da balıkçılık biraz daha kârlı. Ama herkes de gidip orada barınamıyor. Kolay değil,” diye anlatıyor.
Teknoloji uzakları yakın edeli epey oldu. Afrika da bir tık uzakta böyle olunca: “Afrika’daki çocuklarımızla, yakınlarımızla neredeyse her gün konuşuyoruz. İletişim sıkıntısı yok. Orada da rutin balıkçılık yapılıyor. Sohbetlerimizde de ‘Balık var mı? İyi misiniz?’ gibi şeyleri konuşuyoruz.”
Peki kökü Rize’ye dayanan kollarını Afrika’ya uzatmış İstanbul’un bu balıkçı köyünde zaman nasıl geçiyor? İhsan Amca hafta sonları kalabalıktan geçilmeyen Poyrazköy’ün rutinini şu sözlerle aktarıyor: “Akşam saat 5’te bütün balıkçılar buradan hareket eder. Küçük balıkçılar ama büyük balıkçılar 24 saat denizdeler. Küçük balıkçılar akşam 5’te balığa çıkar sabah 7-8 gibi buraya gelir. Balık tuttuysa balığını değerlendirir. Ardından istirahate geçer. Sosyal bir yaşantımız yok. Sahilde restoranlar var, hafta sonları doluyor. Çok kalabalık oluyor.”
“Hasta olmadığında sorun yok ama hastalanınca...”
Sahile doğru yürüdüğümüzde ağlarını tamir eden Süer çiftine rastlıyoruz. 21 yıldır balıkçılık yapan Emine Süer, “Öncesinde de bir iki yıl kayıkla ağ atıp çekiyorduk,” diye anlatmaya başlıyor. Köydeki her aile gibi onların ailesinden de biri Afrika’nın denizlerini tutmuş: “En büyük oğlum Afrika’da. Gine’de şu anda. Dört sene oldu Afrika’ya gideli. Beş buçuk ayda bir gidip geliyor. Yaklaşık bir ay İstanbul’da kalıp tekrar Afrika’ya dönüyor. Evlat hasreti tabii ki var. Orada hasta olduğu zaman daha çok düşünüyorum. Çünkü hastane yok, doğru dürüst bir tedavi olamıyor. Sürekli denizin üstünde... Hasta olmadığında sorun yok ama biraz rahatsızlandığı zaman bana söylemiyor hastalığını. Sağdan soldan duyuyorum hastalandı diye. O zaman aklım onda kalıyor, çok üzülüyorum. Keşke göndermesek diyorum.”
“Afrika’nın balığı, buranın balığı gibi lezzetli değildi”
Emine Abla’nın evlat hasreti oğlu geldiği zaman ona sevdiği yemekleri pişirdikçe biraz olsun diniyor: “Buraya döndüğünde çoğunlukla ‘Soslu makarna yap anne,’ diyor. Börek falan seviyor.” Afrika’dan getirdiği hibiskus çiçeğinden yaptıkları çayı ise çok sevmişler: “Hibiskus çiçeği getirdi, onu çay yapıyoruz. Güzel, lezzetli. Kaju getirdi birkaç defa. Bir defa da buraya motor gelirken balık göndermişti. Ama biz balığını sevmedik. Afrika’nın balığı, buranın balığı gibi lezzetli değildi.”
“Ağ masrafımız çok fazla”
Emine Abla’nın bir derdi yunusların sıkça parçaladığı ağlar bir diğeri de oğlunu evlendirmek. İkisi de paraya bakıyor. Para da Afrika denizlerini işaret ediyor şimdilik: “Oğlum yurt dışında çalışıyor ama bir daire alıp da çocuğumuzu evlendirecek bir yer bulamıyoruz. Balık ucuz, mazot pahalı, giderlerimiz çok. Ağlarımızı yunuslar parçalıyor. Teknemiz küçük olduğu için yazın da ağ atıyoruz, mesela tekire ağ atıyoruz bir ağı üç-dört defa denize attığımız zaman yunuslar paramparça yapıyor. Bu defa değiştirmek zorunda kalıyoruz. Ağ masrafımız çok fazla.”
Emine Abla da İhsan Amca da çocuklarının Afrika’da yaşadıkları zorlukları anlatmadıklarını özellikle vurguluyor. Akılları onlarda kalmasın istiyor evlatları. Emine Abla, “Oğlum Afrika’da yaşadıkları zorlukları anlatmıyor. Bazen video yolluyor, dalgalar koca geminin boyunu aşmış ya da güverteyi su basmış görüntüler. ‘Anne geçti, korkma. Bundan daha kötülerini gördük,’ diyor. Bunlar çok tedirgin ediyor bizi.”
Poyrazköy’de nüfusun azalması sosyal yaşama da yansımış. Ortaokulu kapanmış köyün. İlkokulun açık kalması için çabalıyorlar. Poyrazköy muhtarı çocukluğumda 120 kişiydi okul nüfusu diye anlatıyor. Son bir haftadır da elektrik kesintilerinden muzdaripler. Gitmesek de görmesek de bizim olduğunu iddia ettiğimiz o köy gibi Poyrazköy. Orada, çok güzel ama biraz yalnız.