Pazar“Nihat Doğan’la Burhan Altıntop arasında garip benzerlikler var”

“Nihat Doğan’la Burhan Altıntop arasında garip benzerlikler var”

12.06.2011 - 02:30 | Son Güncellenme:

“Yazlık” adlı kitabını çıkaran, yeni dizinin hazırlıklarına başlayan Gülse Birsel: “Yeni senaryoda da ilginç karakterler olacak. Etrafta öyle tipler görünce hemen birilerine anlatasın geliyor. Hikaye anlatmayı özledim”

“Nihat Doğan’la Burhan Altıntop arasında garip benzerlikler var”

Yeni dizi ne zaman?”, “Yeni dizi ne zaman?”... Herhalde 41. Tekrar tamamlanmış olacak ki Gülse Birsel’den cevap geldi: “Önümüzdeki sezon”.
Şimdi herkes merak içinde; nasıl bir dizi olacak, kimler oynayacak, “Avrupa Yakası”na benzeyecek mi...
Gülse Birsel’in bu soruları cevaplamakta pek cömert olmadığı artık malumumuz. Zaten şu an üzerinde çalışıyor, neyi anlatsın?
Allahtan tam da bu zamanda beşinci kitabı “Yazlık” çıktı raflara. Böylece bir söyleşi için buluşabildik.
“Yazlık” ismiyle müsemma, tam mevsimlik bir kitap. Artık deniz kenarında mı okursunuz, klima karşısında mı, bitmek bilmez trafiklerde, servislerde, otobüslerde mi bilmem. Bildiğim, okurken çok eğleneceğiniz. Kitapta Gülse Birsel’in köşe yazılarından seçtikleri ve yepyeni denemeleri var. Başbakan’ın açılım toplantısında olup bitenler, Birsel’in evindeki yardımcı Emine Hanım’ın estirdiği terör, havuz kenarında sakin sakin otururken birtakım çocukların “Anne bak” çığlıklarına maruz kalanların hali pür melali... Buna ihtiyacı yok ama “Yazlık”a kefilim.

* Çok yoğun bir çalışma döneminden çıkıp uzun bir tatil yaptınız. Çok gezdiniz mi son bir yılda?
Gezdim. Budapeşte, Roma, Berlin... Paris Moda Haftası’na bile gittim yıllar sonra. Bir hafta defile seyrettim, çok özlemişim.

* Ve şimdi tekrar yeni diziyle o yoğun çalışmaya döneceksiniz. Okula dönmek gibi mi, yoksa “Oh kendimi bulacağım” mı diyorsunuz?
Galiba bir sporcunun sporu bırakıp tekrar dönmesine benziyor. Hakikaten sporcu gibi yaşıyordum. Çekimlerin saati yok, sabah 5’te 6’da bitiyor. Zaten gece sabahlayarak yazıyorum. Bu gece çıkayım içeyim gibi bir durum olamıyor, her saatimi 4 sayfa olarak hesaplıyordum. Haftada bir gece kendime izin veriyordum, onun dışında olimpiyatlara hazırlanan bir sporcu gibi. Ama hakikaten çok yoruldum.

Haberin Devamı

* Bıktım diyor muydunuz yoksa “Seviyorum ne yapalım” durumu mu?
Çok seviyorum, bıktım diyemiyorum. Ama sürekli uykusuzdum. Hatta bir ara verdik, o yaz geçti. Yazın sonunda beni görenler “Yüzüne ne yaptırdın?” dediler. Halbuki sadece uyumuştum.
“Gazanfer Özcan ölmese belki devam ederdik”

* “Avrupa Yakası”nın son bölümlerinde gel tezkere halinde miydiniz?
Aslında ben sezon sonlarına doğru yükselirim, “Yaşasın yaz geliyor, az kaldı” diye. Ama Gazanfer beyi kaybedince son 12 bölüm çok zor oldu. 190 bölüm içinde en sıkıntılı yazdıklarım onlardır. Beklenmedik kadro değişiklikleri de oldu. O enerji eksikliği içinde yeni karakterler yaratmak, onları sevdirmek, aileyi tepetaklak etmek zorundasınız.

* Gazanfer Özcan’ı kaybetmeseniz?
Belki hâlâ devam ediyorduk. Ama ben aynı karakterleri yazmaktan, oyuncular da oynamaktan biraz sıkılmaya başlamıştık. Tadında bitti. Ama sokakta fırça atan bile var. “Başlayın, ne var ki? Biz istiyoruz, halk istiyor” diye sert giriyorlar.

* Bazı diziler yeniden çekiliyor. Aklınızdan geçmedi mi?
Hiç böyle bir niyetimiz olmadı, hatta reklam için bile iki kere düşündüm. Ama tamamdır, dizinin geri dönüşü benim açımdan çok zor.

* Çıta bu kadar yüksekteyken ikinci dizi için endişeli misiniz, rahat mı?
Kesinlikle endişeliyim. Ben “Avrupa Yakası”na başlarken kaybedecek bir şeyim yoktu ki. Hatta “Ben sit-com yazacağım, seviyorum” filan diyordum şuursuzca. İnsanlar da “Daha önce hiç yazdın mı? Çok zordur” diye uyarıyorlardı beni. Hatta başlarken “Bir 13 bölüm gideriz herhalde” diye konuşuyorduk. Kendi güleceğim bir şey yapmak istiyordum. Zaten reyting okumayı filan da bilmiyordum. Aşağı yukarı hiç tanınmayan bir oyuncu kadrosuyla, çok küçük bütçeli bir iş olarak başladık. Atv önce “Bu iş çok AB grubu, tutturamayız” dedi. Ama bütçe o kadar ufaktı ki bu riski aldılar. Çok komik bir paraya sattı Plato “Avrupa Yakası”nı.
“Yine İstanbul ve şehir hayatı olur. Hakkari’yi yazamam ki...”

* Korkuyor musunuz şimdi ikinci dizi için?
Korkuyorum. Aslında şimdi daha tecrübeli bir senaristim, daha iyi senaryolar yazacağımı biliyorum. Çok da iyi bir oyuncu kadrosu olacağından eminim. Ama seyircinin alışkanlığından korkuyorum. Seyredip “İyi güzel de o Burhan ne komikti” ya da “Gülse’nin Aslı olmasına alışıktık” demelerinden korkuyorum. Ama buna yapacak hiçbir şey yok.

* İlk dizide bildiğiniz ortamları; dergi dünyasını, Nişantaşı’nı yazdınız. Yine bildiğiniz sularda mı yüzüyorsunuz?
Dergi ortamı da değil, Nişantaşı da değil. Ama tutup Hakkari’de geçen bir hikayeyi ben yazamam. Yine İstanbul, yine şehir hayatı. Zaten en doğrusu bildiğini yazmak.

* Ne aşamada şu anda?
Şu anda karakterleri yazıyorum. Çatışmalar, kurulum, dekorları genel olarak belli.

* Yazılan çizilen kadro doğru mu?
Ben sadece “Avrupa Yakası”ndan birkaç oyuncu bu işte de olacak dedim, birden “Tam kadro dönüyorlar!” manşetleri okudum. Hatta üç bölümün senaryosu da hazırmış. Bana da gönderirlerse sevinirim. Büyük ihtimalle Hasibe Eren, Sarp Apak ve Gönül Ülkü olacak. Bir de ben varım “Avrupa Yakası”ndan.

Haberin Devamı

* Ne zaman seyredeceğiz?
Yedi sekiz ay sonra.

Haberin Devamı

“Yazarkenki halim: Eşofman, kahve, altı morarmış gözler”

* Senaryo dışında da bir kurgu metin yazma ihtimaliniz var mı?
Çok istiyorum. Ama “Hop başımdan bir şey geçti, bunu roman yapayım ya” ukalalığım yok. Yazılar da, bir sürü insan ne romanlar yazıyor. Ama kendi okuyacağım romanı yazmam lazım.

* Geceleri yazıyorum dediniz. Yazı yazarkenki fotoğrafınız ne?
Çok güzel bir fotoğraf değil. Eşofman, kahve, gözlerin altı morarmış, masanın başındayım. Çalışma odam da hiç güzel değil, o Amerikalı kız gelse “Senin için çok üzülüyorum” diyeceği bir oda. Ve abur cubur, hep tatlı.

* Eminim “Yeter be kadın” diyen bir eşiniz yok ama sizin “Başka türlü mü olsa” dediğiniz oluyor mu?
Hayatımızdan memnunuz. Başka meslekten biri olsa zorlanabilirdik. Gazetecilikle çok benziyor. Sabahlanılır, gecesi gündüzü yoktur. Çok çabuk adapte olduk bu sisteme.

Haberin Devamı

* Yazma hali gerilimli bir an mı, neşeli mi?
Neşeli ama gerilimli de. Bu akşam çalışmayayım demek, o hafta dizinin olmaması gerek. Üç günde yazdın yazdın...

* Siz çalışırken ev düzeni nasıl yürüyor?
Evi Ayşe Hanım yönetiyor. Ben karışmıyorum.


“Komik olmak iyi ama erkekleri cezbediyor mu bilmiyorum”

Haberin Devamı

* Bu söyleşiyi önce yazılı yapmak istediniz. Yazmakla konuşmak arasındaki hiyerarşi nasıl sizde?
Yazmayı bin kere tercih ederim. Aslında çekingen biriyim. Çok sevdiğim, güvendiğim insanların yanında rahat konuşup komik olabilirim. Onun dışında mesafeliyim. Ama yazarken daha güvende hissediyorum kendimi.

* Kendinizi anlatmaktan rahatsız mı oluyorsunuz?
Bayılmıyorum. Bir de yazarken daha eğlenceliyim. Öteki türlü “Vay ne komik kadınmış, öldürdü bizi gülmekten” durumu ancak çok yakın arkadaşlarımla.

* Hayal kırıklığına da uğruyordur bir sürü insan.
Tabii bizden komik olmamızı bekliyorlar. Hatta bazen söylediğim çok normal laflara espri zannedip gülen insanlar çıkıyor. “Ah merhaba dedi” filan gibi...

* Komiklerin dramı...
Tabii, hepimizin şikayetidir tabii bu. Hatta kitaba da koydum, Başbakan’ın açılım kahvaltısında ben, Şahan, Ata, Cem, Yılmaz Erdoğan hepimiz oradaydık. Galiba bir bakan “Hiç şaka yapılmadı” demişti. Zaten sabahın körü, hepimiz gece insanlarıyız. Herkes siyah giyinmiş, tek gözümüz kapalı, biraz da tedirginiz. Dedim ki “Aramızdan biri ölmüş de cenazesine gelmiş gibiyiz”. Ertesi gün “Bugün güldürmediler!” manşeti atıldı.

* Komik olmak bir erkek için cazip bir özelliktir. Ya bir kadın için? Hayrını gördünüz mü hiç?
Bilmiyorum. Komik olduğum için benimle ilgilenmiş bir insan olmuştur herhalde. Benim için bu iyi bir özellik ama erkekleri cezbediyor mu bilmiyorum. Hiç bu konuda silah olarak kullandığımı hatırlamıyorum. Daha çok arkadaş tavlamakta iyi bir şey bu. Herkes komik arkadaş ister. Bana çok arkadaş kazandırmıştır. Komik komiği gözünden anlıyor, çok komik arkadaşlar biriktirdim.

“Nihat Doğan’la Burhan Altıntop arasında garip benzerlikler var”

“Hiçbirimiz Monako’da doğmadık, hangi sterillik?”

* 2009’daki bir söyleşide “2011’de yeni sit-com var” demişsiniz. Bu kadar planlı mısınız?
Bir-iki sene ara veririm diye düşünmüştüm. Yoksa o kadar planlı değilim. Benim bu mesleğe girmem bile tesadüftü zaten. Dergiciliğe de tesadüfen başlamıştım. Belli hedefler koyarım kendime ama o kadar.

* Dışarıdan çok steril bir görüntünüz var. Ama yazdıklarınızı okuyan biri bunun böyle olmadığını görüyor. Hatta “Ruhumda bildiğin sümüklü Anadolu çocuğu var” yazmışsınız “Yazlık”taki bir yazıda.
İstanbul’da yaşayan kim steril olabilir? Saç rengimden mi kaynaklanıyor acaba? Ben İstanbulluyum, burada doğdum, burada büyüdüm. Çok zor bir hayat yaşamadım. Onun dışında hep devlet okullarında okudum, apartmanlarda oturdum.

* Bu önyargı yeni değil. Yazı yazmaya başladığınızda da sosyetik yerleri yazmakla görevlendirilmişsiniz değil mi?
Bizden bir önceki kuşak gazeteciler genelde soldan gelmişler, zor hayatlar geçirmişlerdi. Ben Aktüel’de ilk gazeteciliğe başladığımda ekip benden en az 10 yaş büyüktü. O dönemde Türkiye’nin sosyal hayatı değişiyordu, gece hayatı başlamıştı. Dergilerde o güzel hayatlardan birilerinin haber getirmesi gerekiyordu. Tabii ki bu haberleri getirecek olanlar o bizden önceki kuşak değildi. Dolayısıyla bir tek kurban kalıyordu geriye: Ben! Boğaziçi’nde okuyan ve arada sırada kulüplere giden ben.

* Onların düşündüğü gibi biri miydiniz?
Ben kendimi rock’çı zannediyordum, onlar sosyetik görmüşler. Bir gün artık isyan etmiştim, bana normal bir röportaj verin, ben bütün sosyetik yerlere giden biri değilim diye. O zaman da Gülay Göktürk derginin editörlerinden biriydi. Gülay ekibe bir baktı, herkes parkalarıyla oturuyor: “Koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi diyoruz. En sosyetiği sensin” dedi.

* Sümüklü Anadolu çocuğu nerede peki?
Hepimizin içinde o çocuk var. Hiçbirimiz Monako’da doğmadık ki. Florya’da yazlık evimiz vardı. Bunu çok havalı zannediyordum. Yolun ortasından da lağım akıyordu. Akşam yemeğe gidilirken tıkır tıkır yürüyüp hop o lağımın üstünden atlıyorduk. Bir gün bir Amerikalı aile bizi ziyarete geldi, benim yaşımda da bir kızları vardı. Kıza gururla 10 metrekarelik odamı gösterdim. Kız bana baktı, “Senin için çok üzülüyorum” dedi; “Ne kadar küçük odan, ne kadar az kıyafetin var”... O anda aydım. Bir dakika biz zengin değiliz galiba, bizim ülke mi fakir, burada bir yanlışlık var diye... Kime hava atacağız, hangi sterillik?

“Bu sefer oyunculuk açısından ciddiye alınmak istiyorum”

* “Avrupa Yakası”na gelen her oyuncu büyük bir sıçrama yaşadı. Ama büyük bir çoğunluğu için o sıçrama devam etmedi.
“Avrupa Yakası”nda vasat oyuncu yoktu, herkes olağanüstü yetenekliydi. Ben sadece onlara layık bir senaryo yazmaya çalışıyordum. Doğru oyuncuya doğru karakteri yazmak da önemli.

* Daha sonra doğru rolleri mi bulamadılar?
Seçenekleri az. Aslında o kadar az komedi işi yapılıyor ki, komedyenlerin çok fazla seçme şansı yok. Çok fazla komedi yazılmıyor, yazılan bazı komediler de komik değil.

* Kendinize rol yazarken kıyak geçmiş demesinler diye tırpanladığınız oluyor muydu?
En kötü lafları kendime yazıyorum. Kimseye haksızlık olmasın istiyorum. Bir sahnede genelde pas atanlar ve gol atanlar vardır. Genelde bütün pasları ben atıyorum ki karşıdaki oyuncu espriyi birden patlatsın. Zaten Aslı’nın çok geniş bir performans alanı yoktu, o işin normaliydi. Aslı’ya daha çok bilgi veren, garipliklere şaşıran replikler düşüyordu.

* Diğer rolleri kıskanmadınız mı?
Hayır. Toptan baktım, kendimi çok oyuncu gibi görmedim, yazar olarak gördüm. Belki de hata. Bu sefer biraz daha oyunculuk açısından ciddiye almak istiyorum. Çünkü “Avrupa Yakası”nda orada sadece noter olarak bulunuyormuşum gibi durduğum sahneler var. Sadece gözlerimle replikleri takip ediyorum, oyuncular doğru söylüyor mu diye.

* Senarist sette olunca, lafları da kontrol ediyor mu?
Karışmam pek ama bariz bir yanlış anlama gördüğümde söylerim.

* Yeni senaryoda da Selin gibi, Şesu ya da Şahika gibi sivri karakterler var mı?
Var tabii.

* Öyle tipleri etrafta görünce avucunuzun kaşındığı durumlar oluyor mu?
Tabii, bu işler böyle başlıyor zaten. Gördüğün bir şey olunca birilerine anlatasın oluyor. Ben de özledim hikaye anlatmayı.

* Peki yarattıklarınızla karşılaştığınız oluyor mu? Mesela ben arada bir Burhan Altıntop’la karşılaşıyorum.
Oluyor tabii, olmaz mı? Mesela

Nihat Doğan’la Burhan Altıntop’un garip benzerlikleri olduğunu anladık. Çekirdeğinde benzerlikler var. Bunu da ben fark etmedim, birkaç kişi üst üste söyledi.

“Evdeki dört kişinin ilgisi kesmeyince bu işlere girdim”
* Ailenin tekne kazıntısı olarak sonradan kendinizi onaylatma, ciddiye alsınlar beni çabası yaşadınız mı?

Hayır, ben bu durumu güzel yaşadım benimle hep çok ilgililerdi. Hatta abim ve ablamla aramızda çok yaş farkı olduğu için dört kişinin çocuğu gibiydim. Galiba o ilginin devamını çok arzuladığım için böyle mesleklere yönelmiş olabilirim.
Dört kişi bir süre sonra kesmedi.

* Oyunculuğa başlarken “Çok istediğiniz bir şey ve eyvah ya çuvallarsam” durumu oldu mu?
Cahil cesaretiyle, hiç çuvallayacağımı düşünmeden balıklama daldım. Şu anda çok daha fazla tedirginim oyunculukla ilgili. Altı yıl “Avrupa Yakası” gitti. Sonra “Yedi Kocalı Hürmüz”deki rol gelince çok çalıştım, ki “Avrupa Yakası”nda hiç çalışmamıştım. Ne kadar güzel, kendime bir de başrol vermişim. Konuyla ilgili bilgi sahibi olmaya başladıktan sonra korkularım, eyvah bu sahneyi oynayabilecek miyim gibi tedirginliklerim başladı. Mesela bu sene artık şan dersi alacağım. Sesimi kullanmakla, nefesle ilgili problemim var. Oynarken de beni tutuyor, bunları yavaş yavaş çözmek istiyorum. Neyse ki daha vakit var.

* Bu kadar yapmak istediğiniz işte bir de başarılı olunca havaya girdiniz mi?
Galiba havaya girmek için çok yaşlıydım. Televizyona ilk 30 yaşında çıktım “G.A.G.”la. Bir de insan daha önce daha gerçek işlerde çalışınca; gazetecilik, dergi yöneticiliği gibi, ayağı yere basıyor. Pek havaya girdiğimi zannetmiyorum. Hatta genellikle bu sektördeki insanlar beni biraz kendine güvensiz bulur.

* Nasıl bir güvensizlik bu?
Ben ona kendini bilmek diyorum. “Onu da yapayım, bunu da yapayım, ‘Avrupa Yakası’nın iki filmini yapalım, aynı anda üç vasat sit-com yazsam da olur” yok bende. Paraları toplayıp kebap zinciri açmak istemediğim için sakin sakin, titiz titiz gidiyorum.