22.01.2012 - 02:30 | Son Güncellenme:
GÜLİZ ARSLAN gulizarslan@gmail.com
Türk futbolunun “Ordinaryüs” lakaplı efsanesi Lefter geçtiğimiz hafta aramızdan ayrılmasaydı, torunu Özlem Katmer’le buluştuğumuzda Fenerbahçe’ye gönül vermiş iki şahane adam olan dedelerimizden neşeyle bahseder, ne kadar çok ortak noktamız olduğuna hayret edecek fırsatı bulabilirdik belki. Ancak kısmet olmadı. Katmer’in dedesinin attığı golleri benim dedemin zevkten dört köşe olarak izlediği günleri konuşmayı başka sefere bıraktık. Bu kez, Lefter Küçükandonyadis’in aramızdan ayrılışının ilk bir haftada hissettirdiklerini konuştuk. Saatler süren program çekimlerinden ve röportajlardan biraz yorgun düşen ama güleryüzünü kimseden eksik etmeyen Katmer, şimdilerde dedesinin hayatını anlatan kitabın ve belgeselin ayrıntılarıyla meşgul: “Her yaştan, her takımdan insan vardı cenazesinde. Bu da dedemin birleştirici gücünü gösteriyor. Takımlarüstü bir isimdi. Fenerbahçe vefalı bir takım. Onu her daim el üstünde tuttular. Dedeme yakışır bir cenaze töreni oldu.”
* Stattaki törende yaptığınız konuşma herkesi çok duygulandırdı. Nasıl hazırladınız o konuşmayı?
İnanılmaz bir duygu yoğunluğuyla ve telaş içerisinde hazırladık. Dedem cuma akşamı vefat etti. Tören her ne kadar pazar günü olsa da çok fazla hazırlanma fırsatımız olmadı. Bütün yöneticiler geldi hastaneye. Orada bir toplantı yapıldı, törenin nasıl yapılacağı konuşuldu. Kendi örf ve adetlerine göre nasıl olur diye bir fikir aldılar. Cumartesi akşamı kardeşimle toparlamaya çalıştık. Pazar sabahı cenazesini hastaneden alıp stada getirinceye kadar yazının çıktısını alıp ancak bir-iki kere okuyabildim. O ağladığım bölüm beni çok heyecanlandırıyordu. “Orasından keselim” dedim. Yaklaşık olarak üç buçuk-dört sayfalık bir konuşmaydı. Bölüşelim, ikişer sayfa dedik. Orasında çok duygulandığım için “O paragraftan sonra sen geçersin“ demiştim kardeşime. Sanki orada konuşamayacaktım da kardeşime geçirdim gibi algılanıyor ama öyle değil, zaten öyle karar vermiştik.
* Hastaneye getirildiğinde bilinci yerinde miydi?
Yoğun bakımdaki bir hemşirenin hangi takımı tuttuğunu sormuş. Bizimkiler şakalaşmışlar, “Kızı beğendin mi?” diye sormuşlar. O da “Yok, biraz tombul” falan demiş. Çıtıpıtı kızları severdi (gülüyor). Perşembe günü gittiğimde beni tanımadı. Gözlerini açamıyordu. Sorunu ciğerlerindeydi. Geçen sene Yunanistan’dan geldiğindeki enfeksiyonu toparlaması çok zor oldu. Yoğun bakımda ilaçlara cevap vermemiş. Son zamana kadar bilinci de yerindeydi. Hastaneye giderken kardeşime “Elimi tut, elimi tut” diyormuş ambulansta.
* Vefat haberini aldığınızda neredeydiniz?
Dedemin kitabını hazırlıyoruz. 2010 Ağustos’ta NTV yayınlarıyla sözleşme imzalamıştı. O zamandan beri çalışıyorduk. Bir arkadaşımız var, Haluk Ergün, yazarı o. Bir de tarih danışmanı, Fenerbahçe müze müdürü Alp Bacıoğlu var. Üçümüz yoğun biçimde çalışıyorduk. Aslında kitabın çalışmaları bitmişti. Teslim edecektik. 99’da dedemin “Bir Yudum İnsan” belgeselini hazırlayan Nebil Özgentürk’le tanışma fırsatı bulduk. Kitapla birlikte çıkacak bir belgesel hazırlayacaktı. Nebil beyin ofisindeydik haberi aldığımızda. Beş dakikada hastaneye vardık.
“Bisikleti kaçırır, biz görmeyelim diye masanın altından dondurma yerdi”
* Başsağlığı dileğini ileten yüzlerce, binlerce insan oldu. En çok hangisi etkiledi sizi?
Bakanımız Egemen Bağış’ın kilisede yaptığı konuşma çok güzeldi. Bir de Sayın Başbakanımızın kardeşimle bizi teselli etmesi çok hoşumuza gitti. Ailenin gençleri olarak metanetimizi korumamızı, ailedekilere destek olamamız gerektiğini söyledi. Biz de kendisinin sağlık durumunu sorduk. Afiyette olduğunu söyledi. Dedemin sağlığında da iki kez buluşmuşlardı. Sadece cenazesinde değil sağlığında da ilgilenirdi. Vefat ettiğinde de bizi bir saat içinde aradı.
* Son yıllarda nasıl geçiriyordu vaktini?
Genel olarak mutlu bir hayat yaşadı. Son zamanlarında da çok kötü değildi. Evin içinde çok hareketliydi. Sürekli dışarı çıkmak istiyordu. Bisikleti kaçırdı bir seferinde bahçeden. Biz izin vermiyorduk düşer diye korktuğumuz için. Geçen yaz birlikte denize girdik. 87 yaşına göre gayet hareketli bir insandı. İnanılmaz bir hayvanseverdi. Evde kanaryalarımız, muhabbet kuşlarımız, bahçede tavşanlarımız, kaplumbağamız olurdu. Köpeği vardı, kedilerimiz vardı. Kendi kedilerimizin dışında dedem mahalleye girdiğinde 30 kedi toplanırdı etrafında. Dedemin en meşhur hayvan ismi Duman’dı. Duman isminde kedimiz de vardı köpeğimiz de... O hayvan sevgisi bize de geçti. Deniz âşığıydı. Yazın denize çıkardı, motoru vardı. Deniz mahsüllerine bayılırdı. Karidesi çok yerdi. Tatlıyı çok severdi. Şekeri olmasına rağmen çok tatlı yiyordu. Ada’da oturduğu meşhur bir köşesi vardır Prenses Otel’in orada. Dondurma alırdı. Bacağının arasına, masanın altına saklardı biz görmeyelim diye. Bisiklete binmeyi çok severdi. 60’lı yaşlarında 25 dakikada bütün adayı turlardı. Bu dediğim 15-16 km. Biz gençler 1-1.5 saatte ancak gidebilirdik aynı mesafeyi. Bir de inanılmaz titizdi. Beyaz gömlek giydiğinde omzuna el atılmasından bile hoşlanmazdı.
* Küçükken nasıl bir ilişkiniz vardı?
Normalde sert bir dedeydi. Çocuklarına yani annemle teyzeme “siz” diye hitap ederdi. Kardeşim Özcan ve ben torunlar olarak daha samimiydik. Şakalaşırdık. Gülerdik. Bana hep takılırdı keyfi yerinde olduğunda. Özellikle Fenerbahçe kazandığında çok eğlenceli olurdu ama kaybettiğinde sinirli olurdu, uzak dururduk.
* Ne zaman fark ettiniz özel bir dedeniz olduğunu?
Küçükken dede olarak biliyorduk. Büyümeye başladığımızda insanlar anlattıkça öğrendik “Lefter” olduğunu... Dedemin zamanından görüntü de çok yok. Belgeselde de yer alacak olan iki tane golü var. Hiç izleyemediğimiz için bir şeyler anlatılıyor ama görüntü olmadığı için bir yere kadar farkına varabiliyorsunuz... En iyi idrak ettiğim zamanı söyleyeyim; heykel töreninde... Heykelin açılışındaki o kalabalığı görünce anladım. Ondan sonra daha sıkı bir Fenerbahçeli oldum.
“Kardeşim okumayı hiç istemedi, Fenerbahçe
genç takımında oynadı”
* Kızlarını ya da sizi maçlara götürür müydü?
Muhafazakar bir insandı. Kızlarını hiçbir zaman maça götürmedi. Erkek kardeşimi spor yazarlığı döneminde bir kere basın tribününe götürdü küçükken. Beni asla götürmezdi. Ben ilk maçıma büyüdüğümde dedemden gizli gittim. Bir Galatasaray maçıydı. Şubat 2002’de, altı kırmızı kart çıkan maç... Ondan sonra da Sivas deplasmanına gitmiştim yine ondan gizli. Bilse hayatta izin vermezdi. Heykel töreninden sonra da kombine bilet almaya karar verdim. 2009’dan beri kombinem var. Voleybol, basketbol maçlarına da gidiyorum.
* Eğitiminize karışır mıydı?
Tabii. Ben İstanbul Üniversitesi’nde inşaat mühendisliği okudum, kardeşim Marmara’da Elektrik okudu. O futbolcu olmak istiyordu. Ama babam ve dedem tahsilini tamamlamasını istiyorlardı. Benim niyetim zaten okumaktı. Mesleğimi seviyorum. Aziz Yıldırım’ın firmasında, eski başkan Tahsin Kaya’nın firmasında çalıştım. Rahmetli Güven Sazak’ın firmasında stajımı yapmıştım. Şimdi kitap çalışmaları nedeniyle biraz ara verdim, yine devam edeceğim. Kardeşim ise okumayı hiç istemedi. Fenerbahçe genç takımında da oynadı. Ama onu tercih yapmak zorunda bıraktılar. Okulla birlikte gidebilecekse futbol tamamdı ama gidemeyecekse okul öncelikliydi. Okulla da gitmesi gerçekten zor olduğu için bir şekilde okula yöneldi o da... Şimdi ticaretle uğraşıyor.
* Lefter’in torunu olarak futbolcu olmak da üzerinde baskı yaratmıştır herhalde...
Dedem kadar olması çok zor ama genetik olarak kabiliyeti vardı. Bunu dedem de söylüyordu. Ama dedem her zaman için okumamızı istedi. Ben okulu bitirdiğimde çok mutlu olmuştu.
“Kitabın filmi çekilirse dedemi Nejat İşler oynasın”
* Neler yer alacak kitapta?
“Bir Yudum İnsan” yapıldıktan sonra 13 yıl geçti. O 13 yılda olanlar eklenecek. Dedemin Alex’le buluşması, Ali Koç’un Asr-i Fener’i hediye etmesi, yine Ali Koç’un Tuncay’la ziyareti, heykel töreni, antu.com ödül töreni ve cenaze töreni... Bir de Nebil bey dedem vefat etmeden tam iki ay önce kendi kamerasıyla gelmişti adaya. Dedem bir-iki kelime konuşuyordu o zaman. O görüntüler de olacak. Yetkin Dikinciler seslendirdi.
* Belgesel çekilirken Nebil bey 6-7 Eylül olaylarını sorduğunda, dedeniz teybi kapattırıp öyle konuşmak istemiş...
Dedem 6-7 Eylül olaylarıyla ilgili konuşmuyordu. Kimlerin yaptığını bilmesine rağmen söylemedi. Ada küçük bir yer bilmemesine zaten imkan yok. Kimseyi deşifre etmek istemedi. Türklüğüyle gurur duyardı. Vatanını çok severdi. Hiçbir zaman deşmek, büyütmek istemedi olayları. O dönemde dedemin evi taşlandığı zaman Kartal’dan onu seven taraftarlar bir motora insanları doldurup Ada’ya yardıma geldiklerini duyduk. Onun dışında kimlerin olduğunu söylemedi. Annemle, teyzeme bile bahsetmemiş.
* Kitap ve belgeselden sonra başka projeniz olacak mı?
İlk amacımız bir an evvel kitabı ve belgeseli çıkarmak ama kitabın yazarı olan arkadaşımızla şu var aklımızda; kitabın sinema filmi yapılabilir. Nejat İşler daha önceden bir röportajında “Lefter’in hayatını oynamak isterim” diye bir şey söylemişti, kupürü hala bende durur. Filmi çekilir ve o oynarsa çok da güzel olur. Çok başarılı bir oyuncu.
“Aziz beyin tamamen temiz olduğuna inanıyordu”
* Aziz Yıldırım’a yazdığı mektubu kaleme almasına da siz yardım etmişsiniz galiba...
Evet. Dedem Aziz beyin yanına gitmeyi çok istiyordu. Rıdvan abi (Dilmen) helikopter ayarlamıştı yazın. Ama annem ve teyzem sağlığı için izin vermediler. Uçması da, Aziz beyi görmesi de onu heyecanlandıracaktı. Ama gitmeyi çok istiyordu. Çok üzülüyordu son dönemde yaşananlara. Fenerbahçe’nin de Aziz beyin de kesinlikle çok temiz olduğuna çok inanıyordu. Biz de böyle bir şey düşündük. Madem bu kadar gitmek istiyor, içinde kalmasın, ben bir şekilde Aziz beye dedemin duygularını ileteyim dedim. Bir de resim koyduk. Onu da birlikte seçtik. Metris’e ben gittim. Cam var arada, telefonla konuşuyorsunuz. Mektubu bilahare iletiyorlar. O anda önümde okumadı ama çok duygulanmış.