13.07.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:
1927 yılında Rize-Fındıklının Hara köyü Kozmağa mahallesinde başlayan bir hayat... Okumak ve öğrenmek için verilen mücadele ile geçen yıllar... Genç bir kızın okuma serüveninden kuruluş aşamasındaki Trabzon Beşikdüzü Köy Enstitüsünde geçen okul yıllarına... Köy Enstitülerinin tasfiye edilmesine tanıklıktan ilk öğretmenlik günlerine... Eşi Rasim Kaygusuzun eseri ve pek çoğumuzun, bir kuşağın okuma-yazma öğrenmesine yardımcı olan "Cin Ali"nin yaratılmasına varan tanıklıklarla dolu bir yaşam anlatısına, Remziye (Alişan) Kaygusuzun anılarına yer verdik bu hafta... Emekli öğretmen Remziye Kaygusuz ile Anıttepe/Ankaradaki evinde görüştük... Bu proje dahilinde yaptığımız tüm sözlü tarih görüşmelerinde olduğu gibi danışmanları, görüşeni, yazıyı derleyeni, bant çözümü yapanı, kameramanı ile, kısacası hepimizi heyecanladıran ve bir solukta, iki gün, toplam dokuz saat süren görüntü ve ses kaydının, sayfalar süren anıların, gazete sayfasına yansıyan kısacık özetini sunuyoruz... İşte Mualla Eyüboğlu yapı kolu hocası ve şefiydi orada. Onun abisi vardı, Selahattin Eyüboğlu; o da bizim edebiyat hocamızdı ki tanınmış bir edebiyatçı, aynı zamanda çevirmen... Mesela ziraatle ilgili derslere hocalar, Ziraat Fakültesinden geliyorlardı. İşte Dil Tarihten, Gazi Eğitimden hocalarımız vardı. Çok kaliteliydi öğretmenlerimiz. Yani o bakımdan diğer okullardaki gibi değildi derslerimiz, hocalar tamamen kendi branşları üzerinden ders yapıyorlardı." "Okulda kışın ortasında bile nöbet tutardık, personel yoktu. Biz temizliğimizi kendimiz yapardık, çamaşırımızı kendimiz yıkardık. Dershanemizin temizliğini yapıp sobamızı yakıyorduk. Sabahları kampana çalardı, kalkardık. Kalktıktan sonra jimnastik yapardık ama o jimnastik oyundu, oyun... Aramızda müzikle uğraşanlar da vardı. Gazi Eğitimden mezun olmuş, müzik hocası olarak yetişmiş bir müzik hocamız yoktu fakat kendisini yetiştirmiş müzik hocamız vardı. Beşikdüzünden sonra Hasanoğlana geldiğim zaman kaldığımız binanın alt katındaki sınıflarda ders yapardık. Üstte bir bölümü erkeklerin yatakhanesi, bir bölümü bizim yatakhaneydi. Bizim yatakhanenin bir kısmı ayrılmış, üç-dört tane bayan öğretmen kalırdı orada. Büyük bir atölye vardı, yapı kolu diye adlandırılıyordu. Rize-Fındıklının Vice bucağının Hara köyündeki fındık bahçelerinde geçer çocukluğu Remziye Kaygusuzun. On yaşına gelinceye kadar, köyde okul olmadığı için çok istemesine karşın okula gidemez. "Köyümüzde okul yok, okuyacaklar pek çok" diyerek yapılan başvurular yanıt bulur ve köyde okul binası inşa edilmeye başlanır: "Okul binası senenin ortasında bitti, yeni okulumuza taşıdık, çok güzel bir okuldu. Camiyi bıraktık. Fakat ikinci sene, okul açılacak ama öğretmen yok. Sonradan da devlet öğretmen vermeyince, velilerimiz birleşti, henüz ortaokuldan mezun olamamış öyle bir çocuk buldular. Tabii o zamanlar ortaokul mezunları 15 yaşında biri; çocuk olmuyordu, 17-18 yaşında bir delikanlı oluyordu, onu bize öğretmen yaptılar. Daha sonra ben üçüncü sınıfa geçtim, üçüncü sınıftan mezun olduk ve diploma aldık. Üç senelikti köylerde okullar. Ondan sonra yeniden okula gitme işi benim için kapandı. Çünkü bu sefer okula devam etmek için Fındıklıya gitmem lazımdı." Bir süre sonra ailesini ikna eden Remziye Kaygusuz eğitimine devam eder: "Tabii ben ilk okula gittiğimde iki ay geçmişti. Ben biraz sıkıntı yaptım çünkü bazı şeyler öğrenmişlerdi ama onu çok kısa zamanda telafi ettim ve sınıfın yine en iyi öğrencilerinden biri oldum. Öğrenciler arasında kıskançlık vardı. Hiç unutmam bir gün başkanlık seçimi yapılıyordu, kağıda yazıyor herkes istediğini, baktım hiçbir kız bana oy vermemiş ve o başkanlığı kazanamadım, yani. O olmasın da başkası olsun diye, bana vermemişler. O şekilde ben çok hevesle çalıştım. Okullar arasında geziler yapardık, okullara giderken bayraklar alırdık, pek de şarkı bilmezdik ki, Esir olun pek uzağa, şu güzel çaylara falan diye bir şarkımız vardı, hep onu söylerdik galiba. Hep çalıştım, kendimi daima göstermeye gayret ettim." Trabzona doğru yola çıkmadan bir gün önce ilk kez sinemaya gider: "Sinemaya gittik; aman, evler yıkılıyor, dökülüyor, dünya kadar şeyler oluyor, şaştım tabii ilk defa görüyorum. Tabii sessiz bir filmdi, ilkokuldan mezun olduğum sene oluyor bu. Bir çocuk var tabii o rolde, ay biraz sonra baktık, 5-10 dakika sonra mı, 20 dakika sonra mı, büyümüş. Eyvah bu sinemayı bitirmek için dedim, bu kadar sene beklemişler diye düşündüm. O gecenin ertesinde ağabeyim Beşikdüzüne yolcu etti beni, yani ilk sinema şeyim de öyle oldu." ındık ayıklama zamanında kadınlar, erkekler bir araya gelirdi. O zamanlar fındık elle ayıklanırdı. Bir siniye konurdu (toplanan fındık), etrafında oturacak yerler... Gelenler ayıklamaya yanaşırdı. Bazen de ufak yollu imeceler olurdu, biz de giderdik komşulara, komşular da gelirdi. İşte o zaman türküler söylenirdi. Yani böyle bir sosyal hayat vardı, çünkü radyo veya başka bir eğlence yoktu. Ee biz tabii küçük olmakla beraber fındık toplamaya çalışırdık. Fındıklar toplandıktan sonra bizi heveslendirmek için Arkada, ağaçta kalanları toplayın, onları satar, size eşya alırız derlerdi. Biz de onları toplardık. O topladığımız fındıklar ayrıca ayıklanır ve bize bir şeyler alınırdı." Trabzon Beşikdüzü "Eğitmenlik kurumunu Atatürk zaten zamanında düşünmüş. Askerlikte çavuşluk yapmış, okuma yazma öğrenmiş olanlardan istifade diye bir fikir ortaya atmış. İşte, Atatürkten sonra bunu ele alıyorlar. O şekilde başlamış bu uygulama. Babamın bir şey yapması gerekiyordu, çocuklarını okutmak için. Eğitmen olayım dedi, müracaat etti, eğitmen oldu ve tabii ki babam yalnız orada metodu öğrenecekti, yoksa okuma-yazmayı çok iyi bilen bir insandı. Kurstayken, okulu görünce, kızları görünce, babam müdür beye sorar: Bunlar, napıyo bu kızlar? Müdür de Okuyorlar, öğretmen olacaklar der. Benim kızım da bu sene mezun oldu, ben de onu okutmak istiyorum, en iyisi buraya getireyim der." Alınan bu kararın ardından okumak üzere yine yollara düşer Remziye Kaygusuz ve babası Niyazi bey: "Vapurda sordular, Nereye gidiyorsun? dediler. Okumaya gidiyorum dedim. Nereye? Ee şimdi babam Enstitü dedi ama enstitü aklımda nasıl kalsın, derste endüstri diye bir kelime öğrenmiştim, Endüstri Okuluna gidiyorum dedim ben de. Ondan sonra gittik işte Trabzon Beşikdüzü Köy Enstitüsüne... Okula gittiğimiz zaman da, elektrik yok, akşamları çocuklar görevlendirilmiş, elektrik yerine lüksler yakılıyor ve okulda su yok, sular getiriliyor." Köy Enstitüleri kanununun kabulünden sonra öncelikle dört ilde kurulan Köy Enstütülerine 1940 yılının sonunda içlerinde Trabzon Beşikdüzünün de yer aldığı 14 yeni enstitü daha eklenir. Bu illerdeki okullara çevre illerden akın akın öğrenciler gelmeye başlar. Beraber çalışarak, öğrenerek geçen yıllar içinde müziğe ilgi duyan Remziye Kaygusuz okulda önce mandolin, daha sonra da keman çalmayı öğrenir."Gümüşhaneden gelenlerden halay öğrendik, omuz omuza erkeklerle halay çekerdik. Ben her halayda, her horonda vardım, her müzikte vardım. Her yerde efendim ne bileyim koşuda vardım. Sonra voleybola, bütün sosyal faaliyetlere başladım, derslerim de çok iyiydi. Köy Enstitüsünü bitirdikten sonra Yüksek Köy Enstitüsünden imtihan meselesi çıktı. Ben zaten aileme danışmadan imtihana girdim ama bitirdiğim zaman babam ölmeden evvel anneme söylemiş, Bu Yüksek Köy Enstitüsü açılma ihtimali var, kazanabilir, gidebilirse sakın gitmesine mani olmayın demiş. Türkiye çapındaki okullardan, az bir öğretmen alıyorlardı, en iyileri seçiyorlardı. Köy Enstitüsünün bir gayesi de kızları da okumuş adam yapmaktı. Kız öğrencilere de öncelik verdiler. İmtihanda ilginç bir soru sordular. Bir iş yaptığınız zaman, o yapılmış işin karşısına geçip baktığınız zaman duyduğunuz duyguları anlatın diyordu. Kazandığımızı haber verdiler. Okula başladık. Yaz- kış çok çalışıyorduk ve bütün atölyeler çalışıyordu. Bütün öğretmenler de birer ay izne gidiyorlardı, aynı öğrenciler gibi. Hasanoğlana (Hasanoğlan Köy Enstitüsü) geldiğim zaman okul başlamıştı, kimse bana niye geç geldin demedi. Trabzona uğradım önce, herhalde mantom yoktu, bilmiyorum, okul müdürü hemen bana manto diktirtti. Birkaç gün kaldım orada." Eğitim hamlesi içinde Cumhuriyetin ilk yıllarında ortaya atılan "köy çocuğunun eğitilmesi" sorununa ilk yapıcı çözüm 1936 yazında ilk eğitmenlik kurslarının açılmasıyla bulunur. Bu çalışmalar ileride Köy Enstitülerinin de temellerini oluşturacaktır. Kırsal alanda pek çok kişi ortalama altı ay süren eğitmenlik kurslarına katılır. Remziye Kaygusuzun babası Niyazi bey de bu kurslara katılanlar arasındadır ve Trabzon Beşikdüzüne gider. "Dağıttılar bizi" İlköğretim Genel Müdürü gelmişti, ona dileklerimizi bildiriyorduk. Ona komünistler diye bir ihbar, bir liste gitmiş, biz de bu şekilde isteklerde bulununca, bakana haber vereceğini söyledi." 1946da ilk kez yapılan çok partili, tek dereceli seçimlerde CHP iktidarda kalmayı başarır. Ancak muhalefet partisi olan Demokrat Parti, Köy Enstitülerini seçim malzemesi olarak kullanır ve enstitüler üzerine tartışmalar başlar. İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguçun görevden alınması, Milli Eğitim Bakanlığına R. Şemsettin Sirerin atanması Köy Enstitüleri için "kapanış dönemini" başlatır. "Bu şikayet üzerine Şemsettin Sirer geldi. Bağırdı, çağırdı bilmem ne yaptı, listeyi çıkardı, okudu. Bu durum bize iyi-kötü bir sinyal verdi. Bu okulun kapatılacağına dair... O gitti, iki gün sonra bize tabii bildirildi; siz şu okula, siz şu okula, siz şu okula gideceksiniz diye okula haber verdiler. Biz de eşyamızı topladık, arabalarla bizi gönderdiler. Zaten bu zamana gelmeden İsmail Hakkı Tonguçu ayırdılar. Hocalarımız değişti. Daha önce çok iyi hocalarla ders yaparken, bize lise derecesinde hocaları gönderdiler. Biz bir asilik masilik yapmadık ki, hiçbir şey yapmadık."Ankaraya gelen Remziye Kaygusuz öğretmen olmaya kararlıdır ve Ankara Kız Teknik Yüksek Okulunde eğitimine devam eder. "Dikiş bölümüne geçtim, sonradan dikiş bölümünden ayrıldım. Kız Teknike gönderdiler beni. Müzikte olanı Gazi Eğitime gönderdiler ama ikinci sınıfta olanı da, üçe geçeni de birinci sınıfa aldılar yeniden." 1949da öğretmen olarak ilk görev yeri olan Kastamonu Gölköyde çalışmaya başlar. Sonra Zirkayaya tayin olur. Ardından Etimesgutta açılan Körler Okuluna atanır . 1960 ile 1969 yılları arasında Yıldırım Beyazıt Lisesi ve son olarak da Bahçelievler Okulunda öğretmenlik yapar. 1977 yılında emekliye ayrılır. "Hasanoğlanda iki sene sınıfı toptan geçiyorduk, hiç firemiz yoktu. Üçüncü sınıfa geçtik, bizim arkadaşlar bazı şeyler istediler. Daha güzel yemekhanemiz, imkanlarımızın daha intizamlı olması gibi birtakım taleplerde bulundular. Fakat buna onlar karşı çıktılar. Bu isteklerimizi fazla gördüler. O arada da Hasanoğlanda, Ankaranın Dil-Tarihinde ve bütün üniversitelerde fikir hareketi vardı. Tabii bizi de komünist kabul ettiler. Cin Alinin Topu Eşi Rasim beyin yarattığı karakter "Cin Alinin Serüvenleri" kitapçıklarının hazırlanmasından basımına kadar tüm aşamalarında ona sürekli destek olur Remziye hanım: "Eşim önce Bir dergi çıkaracam dedi, sonradan Ben bir kitap yazıcam dedi. Bir gün oturup yazdı öyle kötü bir kağıda... Sonra Ben birinci kitabı yazdım diye bize getirdi. Kardeşim de var. Bi okuyun dedi. Okuduk. Böyle çöpten resimler yapmış, çöp resim benim eşimin buluşudur... Cin Alinin atı yazmış ama o cümlelere göre bir resim de yapmış. Cin Alinin atı diyor, bir at var; Cin Alinin annesi diyor, anne var. Ama hiçbir giyim yoktu. Ha, onu da söyleyelim, Cin Ali basım aşamasına gelince bir matbaa buldu eşim. Sahibinin adı Ali olan bir matbaaya. O da yeni başlamış işe, parası pulu yok. Fakat cin gibi bir adamdı. Ondan sonra bu, yahu buna bir ad koyalım, ne koyalım, cin gibi bir Ali, Ali adını koyalım diyorlar. Orada karar veriyorlar, cin gibi görüyorlar ya Ali beyi de... Cin Ali çok satıldı. 1988de eşimi kaybettik, o zamana kadar satılıyordu.Yalnız piyasada bir gerileme başlamıştı o tarihlerde. Piyasada ahlak değişmişti, artık çekmiş, senetmiş, onun hiç önemi yoktu. Ve biz de Mustafa beye telif hakkını sattık. O yürütüyor ama eser tabii yine bizim." TARİH VAKFI Faks : 0212 227 37 32 e-posta: tbct@tarihvakfi.org.tr Tarih Vakfı sözlü tarih arşivi oluşturmak için tanıklıklarınızı kaydediyor. 70 yaş üzeri 1000 kaynak kişiye ulaşmayı hedefliyor. Ünlülerle değil, içimizden birileriyle... Sizin önereceğiniz kişilerle, dedelerimiz, ninelerimizle... Köylerde, kasabalarda, fabrikalarda geçen hayatlar... Hasatlar, vardiyalar, düğünler, seçimler, yemekler, camiler, kadın matineleri... Tarihe Bin Canlı Tanık Projesi, sözlü tarih görüşmeleri ile, günlük yaşamın, toplumsal geçmişin belleklerde kalmış ayrıntılarını içeren yaşam öykülerini kaydetmeyi hedefliyor. Bugüne kadar projeye destek olan Türk Tabipler Birliğine, İnşaat Mühendisleri Odasına ve Kayseri Ticaret Odasına maddi desteklerinden dolayı teşekkür ederiz. Siz de projeye destek olun, tarihe katkı da bulunun: Telefon: 0212 327 86 58 Projeye katkılarınızı bekliyoruz: Faks: (0212) 227 37 32 e-posta: mailto:tbct@tarihvakfi.org.tr www.tarihvakfi.org.tr Telefon: (0212) 327 86 58 GELECEK HAFTA: İbrahim Salim Esenli Türkiyedeki ilk kondisyon bisikletini anlatıyor...