17.02.2019 - 08:15 | Son Güncellenme:
Yazmak hayatım boyunca bana uzak bir konu değildi. 2005’te ilk şiir kitabım çıktı, “Aşılı Kolum”. Sonrasında pek çok kursa katıldım, hatta hamile olduğum dönemde BKM Mutfak’ın senaryo yazma atölyeleri için sevgili Yılmaz Erdoğan çağırmıştı, ona da katılmıştım. Daha sonra Nilgün Öneş’ten ders aldım. Zaten 25 senelik meslek hayatım boyunca elimden senaryo düşmedi. Son olarak Zeynep Özbatur’un yapımcılık atölyesine katıldım, eşimle birlikte. Eğitimin sonunda bir proje oluşturmamız gerekiyordu, “Senaryoyu ben yazarım” dedim eşime. Sonra onu nasıl hayata geçireceğimizi adım adım planladık. Fakat işlerimiz, maddi imkanlar derken, filmi yapamadık. Fakat benim de uzun süre emek verdiğim bir çalışma ortaya çıktı. Bunu romana dönüştürmek istedim. Ve başladım yazmaya. Aslında genelde romandan senaryoya uyarlanır. Burada tersi bir süreç oldu ama bana çok daha büyük keyif verdi. Çünkü senaryoda bütün duyguları görsel olarak anlatmanız gerekir, romana geçince kelimelerle anlatıyorsunuz. Kelimeler de bana büyük bir sonsuzluk duygusu verdi.
- Ne kadar zaman aldı tüm bu süreç?
Yazılması ve romana uyarlaması toplamda dört yılı buldu. Uzunca bir süreçti benim için, şimdi bir boşluk hissediyorum.
- Neden anlatılması gerekliydi Ferda’nın hikayesinin?
Beyin ve beyin sistemleri benim özel ilgi alanım. Böyle değişik ilgi alanlarım vardır. Bu konuda da çok kitap okudum, kendime yakın hissettiğim, merakımı cezbeden bir konu. Oradan hareketle hafıza, beyin, beynin sistemi, bilinç, bilinçaltı, akılda kalanlar, unutulanlar, yani aslında insanı insan yapan, hayatlarımızı biçen şeylerin beynimiz olduğunu düşünüyorum. Yoksa ailemde, çevremde gözlemlediğim bir yaşanmışlık üzerinden değil. Hikayede önemli olan da, en Alzheimer olmaması gereken kadının Alzheimer oluşu... Böyle bir karakterin bu hastalıkla çarpışması.
- Neden en olmaması gereken kişi?
Çok kontrollü, ayakları yere basan, sorumluluğu, hayatın iplerini her zaman kendi elinde tutmayı seven ve ancak bu böyle olduğunda, hayatın iplerini kendi elinde tuttuğunda başarılı olacağına inanan bir kadının elinden iplerin çekilişini anlatıyor. Çünkü bu hastalık bunu yapıyor. Alzheimer hastalarını araştırdığınızda bakıyorsunuz ki, kişinin kendisini en az etkileyen hastalık. Çünkü yaşarken onun zorluğunu anlamıyorsunuz, ne çektiğinizi bilmiyorsunuz, siz bunu deneyimlerken asıl zorluğu çevreniz yaşıyor, çevreniz gözlemliyor. Belki de dertlerine dertlenilemeyecek tek hastalık bu!
- Unutmak, hatırlamak, bizi biz yapan şeyler dediniz...
Bu hastalık gerçekten pek çok şey düşündürüyor. Unuttuğumuz anda neyiz? Aslında anılarımızla, yaşadıklarımız ve aklımızda tuttuklarımızla kendimizi belirliyoruz. Bunları elimizden aldığınız anda bir hiçiz. Çok acıklı bir şey; çünkü ne yaşıyorsak, acısıyla tatlısıyla, bizde yer ettikleriyle değerlerimizi oluşturuyoruz. Hayatımız da buna göre şekil alıyor. Bunları unuttuğumuz anda da, hayatımız gidiyor elimizden.
- Ferda’nın bir yandan Alzheimer’ı da kontrol altına almaya çalıştığını görüyoruz. Bu kontrolcülüğü nereye koyuyorsunuz?
Aslında bu kontrolcülük hali hep güvende olma isteğinden kaynaklanıyor. Hepimiz, kadın-erkek diye ayırmayalım, güvende olmayı istiyoruz. O kontrollerin sebebi de kendimiz ve etrafımız için o güven platformlarını hazırlamak. Ama tabii fazla kontrolcülük de insanı gitgide katılaştırıyor ve daha fazla kırılganlığa yol açıyor. Her şeyi bırakıp gevşek bir kıvamda olmak da bence çok zor ve başarı getirmez... Önemli olan ikisini güzel bir dengede buluşturabilmek.
“Annelik kontrolcü yapıyor”
- Siz kendinizi nerede görüyorsunuz?
Gençliğimde kontrolcüydüm. Anne olunca daha fazla kontrol etmek istiyorsunuz tabii. Fakat olgunlaşmaya başladıkça anlıyorsunuz ki, her şey öyle kontrolle olmuyor. Birazcık gevşetmek lazım. Bir yolu tamamlarken düşerek tamamlayanla hiç düşmeden tamamlayanın aldığı tat aynı değildir. Gerektiğinde bazı zorluklar yaşanacak ve kontrol edilemediğinde de edilememiş olacak diye düşünüyorum.
-Ferda’nın filmini yapmak hâlâ planlar arasında mı?
Var tabii, sinemaya da çok yakışacak bir hikaye... Bir arkadaşım tiyatro oyununa da uyarlamak istiyor.
“Kitap için doktorlarla konuştum”
- Türkiye’de 600 bin Alzheimer hastası var, bu alanda çalışan dernekler var. Hiç onlarla temasınız oldu mu?
Tabii, Türkiye Alzheimer Derneği’yle birebir temasımız olmadı ama çalışmalarını takip ettim. Doktorlara gittim, bu konuyla ilgili görüştüm. Sonuçta bir hastalıktan bahsediyorsunuz, roman da olsa, belli bir birikim gerektiriyor. Laf arasında geçen bir şey bile olsa, onunla ilgili yazabilmek için ön çalışmaların hepsini yaptım. Ben bileyim de içim rahat olsun diye düşünenlerdenim, ondan sonra kim ne kadarını alırsa...
- Kitabı anneannenize atfetmişsiniz, nasıl bir ilişkiniz vardı?
Anneannemi geçen sene kaybettim, çok özel bir ilişkimiz vardı. Hayatımda en güvendiğim insanlardan biriydi. Üzerimde çok emeği var. İyi ki benim anneannem olmuş. O yüzden bu büyük heyecanımı ona atfetmek istedim. Yoksa herhangi bir hastalığı, Alzheimerla ilişkili bir durumu yoktu.