20.08.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:
Şimdiye dek Elif Dürüst-Mehmet Germiyanlıgil, Zeynep Urgancı-Mehmet Urgancı boşanma davaları gibi yine "medyatik davalar"da avukatlık yapan Kezban Hatemi, boşanma denince akla gelen ilk isimlerden. Aslında siyasi, idari, ticari davaları daha çok. "Ama boşanma davaları daha medyatik olduğu için ön plana çıkıyor" diyor. Aynı zamanda Katolik, Ortodoks ve Süryani cemaatleri ile Patrik Bartholomeos'un avukatlığını yapıyor. Boşanma davalarına dönersek... Ama bu davalar hakkında kendi konuşmadığı gibi müvekkillerine de konuşma yasağı getiriyor. Aynı yasağı Cem Hakko'ya da uyguluyor. "Cem'den röportaj talep edin. Yapıp yapmayacağını da ne konuşacağını da bana soracaktır. Boşanma üzerine konuşamaz. Ama istiyorsanız Formula 1 hakkında uzun uzun konuşabilirsiniz" diyerek durumu özetliyor. Hatemi, televizyonlardan da tanıyorsanız konuşmayı, daha doğrusu bildiklerini anlatmayı, aktarmayı çok seviyor. Ondan boşanmayla ilgili "tüyolar" da alıyoruz. Bir boşanma davasında, davanın açıldığı tarihten en fazla bir yıl öncesine kadar gidildiğini belirtiyor. Yani eşiniz sizi iki yıl önce aldattıysa ve siz bunu o zamandan beri biliyorsanız bu bir delil olarak sunulamıyor. Hakim size "Şimdiye kadar neredeydin?" diyor. Ayrıca dava açıldıktan sonra yapılan eylemler de artık o davanın konusu olmuyor.Bir ara teşhircilikten, röntgencilikten bahsederken ertesi gün de Sibel Can'la röportajım olduğunu söylüyorum. Ve Can'ın avukatı kim çıkıyor? Tabii ki Hatemi. "Sibel de benim müvekkilimdir. Çok tatlı bir kızdır. Üzerine çok gitme, iyi davran" diyor. Eh, avukatı Kezban Hatemi olunca bu tavsiyeyi dinlemekte fayda var diyorum. Kezban Hatemi ile önce telefonda konuştuk. Röportaj talep ettik. Uzun uzun anlattı. "Her yer, her köşe kel kahya dolu. O kadar çok bilmedikleri şey var ki" dedi. Magazin basınının davaları nasıl etkilemeye çalıştığından bahsetti. Daha telefonda iki sayfalık bilgi verdi. Ve sonunda röportaj talebimizi kabul etti. "Ama" dedi "Cem-Bettina Hakko davasıyla ilgili konuşmam." Zaten aynı akşam, 15 Ağustos'ta tarafların sulhen anlaştıklarıyla ilgili bir açıklama yaptılar. Yani prensipte anlaştılar. Dava ise 16 Ekim'de. Röportajın bu bölümünde odaya sessizce giren, Kezban hanımın kocası, Prof. Dr. Hüseyin Hatemi de yanımıza oturuyor. Ara ara o bildiğimiz kısık sesle ve yavaş yavaş konuşmasıyla röportaja katılıyor. "Hüseyin Hatemi hiperaktiftir. Benden çok daha renklidir" Kezban H.: Arkanızı dönebileceğiniz bir eşinizin olması Allahın lütfu. Güven! Her şeyden, sevgiden, saygıdan önce güven duyabilmelisiniz. Yoksa bizim de evlilikte sorunlarımız var. Bu arada Hatemi aslında benden çok daha renklidir. Hiperaktiftir. Sizin ilişkiniz nasıldır? Kezban H.: Tamam ben de çok aktifimdir ama o hiperaktiftir.Hüseyin H.: Saman altından hiperaktifim ben.Kezban H.: Renkli bir kişiliğe sahip olması, her an sizi şaşırtması, sizden daha dinamik olması, inanılmaz bilgisi... Bunlar beni etkileyen özellikleri. Çok dolu bir insan. Onunla canınız hiç sıkılmaz. Ama tam tersi gibi görünüyor. Kezban H.: Canım ben de vericiyim, iyi bir anne, iyi bir ev kadını olmaya gayret ederim. Siz de hep kocanızı övüyorsunuz. Kezban H.: Evet evet, onu hiç karıştırmam çünkü çok beceriksiz ve berbat eden birisi. Size hep iyi şeyleri anlatıyorum ama bu da demek değildir ki her şey güllük gülistanlık. Bilakis Hatemi çok zor bir insandır. Bizim evliliğimizin bu kadar sene sürmesinin nedeni her ikimizin de birbirimizin karasularına girmeyişidir. Onun da benim de özel alanlarımız vardır. Evdeki tüm düzenden siz mi sorumlusunuz? Bulaşıktan yemeğe, ütüye kadar... Kezban H.: Hukuk fakültesi hocalarımızdan bir profesör Hatemi'nin nişanlandığını duyunca "Hatemi sen çok zor bir adamsın. Evleneceğin kızcağıza yazık olacak" diyor. Hatemi de benden bahsediyor, "Siz de tanıyorsunuz, sizin de talebeniz" diyor. Cüzdanından benim vesikalığımı çıkarıp gösterince, hoca beni tanıyor ve "Eyvah fikrimi değiştirdim, şimdi sana acıdım" diyor. Hüseyin H.: Tabii o zamanlar benim evleneceğim kızı çarşafa sokacağımı zannedenler bile vardı. Hüseyin bey için zor dediniz... Kezban H.: 33 yıl bitti. Kaç yıldır evlisiniz? "Hatemi kavga etmez. Bildiğini yapar" Kezban H.: Seyahati çok seviyoruz ama eşim kitapçılardan çıkmaz. Devlet Kütüphanesi'ndekinden fazla kitap vardır evimizde. Ben kitap almaya korkarım ve kortuğum da başıma gelir, zaten o kitabı Hatemi almış olur. Eğer değişik bir kitap almışsam da hemen el koyar. Böyle hasta bir hali var. Tüm kitaplar onun hakimiyetinde olsun istiyor. Son derece de düzensiz. Evde aynı kitaptan üç tane var ama birini bile bulamadığımızdan yenisini alıyoruz. Birlikte neler yaparsınız? Kezban H.: Bağırarak çağırarak dolaşıyorsan bil ki eziliyorsun, mağdursun. Ve bir yardım isteğidir o. Maalesef Hatemi'yle kavga edemezsiniz. Size ne evet der ne de hayır. Bildiğini yapar. Ama tek kelimeyle bir beyefendiyle evliyim.Hüseyin H.: Teşekkür. Dışarıdan siz cevval, kocanız daha sakin görünüyor. Ama ilişkinin içinde bambaşka olabilir. Yine de siz daha bağıran çağıran taraf gibisiniz. Kezban H.: Değil. Benim hayatım daha zordur. Hep onun hayatını kolaylaştırmakla geçmiştir. Aksini iddia ediyorsa buyursun. Var mı itirazın?Hüseyin H.: (Sessizlik)Kezban H.: Size bir anı anlatayım. Ona doğum gününde bir masa aldım. Çift taraflı bir masa. İki kişi birlikte çalışabiliyor. Ayıptır söylemesi önemli de bir para verip aldım. Hemen kurdum, hoşlandığı objeleri üstüne koydum, kitaplarını yerleştirdim. Hüseyin H.: Şimdi anlatacağın şey biraz da şakaydı. Kezban H.: Gayet ciddiydi. Çok gelişmiş bir mülkiyet duygusu vardır. Bende yoktur, ben daha paylaşırım. Hüseyin H.: Onu insan kendisi takdir edemez ki. Kezban H.: Tamam ben takdir edilmesi için örnekler vereceğim işte. Delillerim var Hatemi. Dışarıdan göründüğü gibi değil... Kezban H.: Tabii. Neyse masayı gördü. "Beğendin mi?" diye sordum, "Çok güzel" dedi, "Teşekkür" dedi. Ben devam ettim: "Hatemi biliyor musun bu çift taraflı bir masa. Öbür tarafında da ben otururum bazen..." Aman, bunu öğrendik. Deliller olmadan tartışmaya bile girilmiyor. Kezban H.: Evet. Bana ne dedi biliyor musun? "Bir dakika bir dakika. Saltanat ve iktidar paylaşılmaz." Böyle şirin şirin anlatıyorsunuz. "Her şeyi yarı yarıya üstümüze yaparız" Sizde bunlar yaşanıyor mu?Kezban H.: Biz bir şey aldığımız zaman üstümüze yarı yarıya yaparız onu. Bizden sonraki hayatımızı da düzenlemeye çalışıyoruz. Bana bir şey olursa her şey onun inisiyatifinde olmalı. Düzeni yokluğumda bozulmamalı. Aynı şey benim için de geçerli. Tüm anlattıklarınız çok güzel ama 50 yıl sonra boşanmak için gelenler olduğunu söylediniz. Siz sözleşmelere, mal ayrımına nasıl bakıyorsunuz? "Cem Hakko'yu daha az kusurlu taraf olarak gördüğüm için davayı aldım" Vekaletnameyi aldığım andan itibaren müvekkilim konuşmaz. Eşiyle de konuşamaz. Elbette merhabalaşır ama boşanmayla ilgili hiçbir şeyi konuşmasını istemem. Müvekkillerinize konuşma yasağı getirir misiniz? Tabii canım, karşı tarafın ağzını kapatmanın imkanı yok. Ama karşı tarafa karışamadığınız için yine birçok haber çıkabiliyor. Allahın lütfudur ki Allah bana seçme, doğruyu ayırt edebilme mekanı ve imkanı vermiştir. Para kazanma amacıyla davranmam. Biz kamusal bir görev yapıyoruz. Adaletin tecellesinde bir ayağız biz. Nereye gidersek gidelim, ne iş yaparsak yapalım, hangi boyutta olursak olalım önce insan olmamız lazım. Hiçbir zaman haksız bir davayı savunmadım. Hiçbir zaman haksızın yanında yer almadım. Bilakis ben ve eşim her zaman mağdurun yanında olmak üzere, zor günlerin insanı olmak üzere hayatta yer aldık. Bizi bilen biliyor. "İşi avukatlıktır; gerekirse katili de savunur, bir boşanma davasında eşini döven, onu aldatan adamı da savunur" diyenler var. Bu böyle mi? Kendi insani, ahlaki kurallarınız dava, müvekkil seçimlerinizi etkilemiyor mu? Şimdi ben iki-üç köşe yazarına pabuç bırakacak kadın değilim. Ayrıca somut olayla ilgili elimde yeterli delil olmadan hiçbir davaya girmem (Burada masasının altından klasörler dolusu dosya gösteriyor bana). Ben Cem Hakko'yu en azından daha az kusurlu taraf olarak görmeseydim bu davayı asla üstlenmezdim. Kadının yanında olmak için haksızın yanında olmak gerekmiyor. Maalesef köşe yazarları Türk yargı sisteminde olmayan bir konuma, jüri üyeliğine soyunuyorlar. Veya hakem, hakim olmaya çalışıyorlar. Hukuk demek metodoloji, sistem, teknik, hak, adalet demektir. Bu kavramların yanından geçmemiş insan kendince adalet dağıtmaya çalışıyor köşesinden. Ama 33 yıllık bir avukata ne yapacağını bir köşe yazarı öğretemez. Sonra durumu açıklayınca da bunları yazalım, düzeltelim diyorlar. Ama biz gizli celse açmışız. Zaten bildiklerimizin yayımlanmasını istemiyoruz ki. Bettina hanımın tarafında olmanız gerektiği yazıldı. Bu konuda ne hissediyorsunuz? "Biz gizli celse istedik, karşı taraf 'Hayır' dedi" Ama Bettina hanımın beyanatı var zaten. Bu boşanma davası o fotoğraflardan çok daha önce açıldı. Ben size şerefim ve mesleğim üzerine yemin ederim ki boşanma davası açtığımızda benim bu fotoğraflardan haberim yoktu, bu fotoğraflar yoktu. Biz önce Cem Hakko'nun başka bir kadınla fotoğraflarını gördük, sonra öğrendik ki Cem Hakko boşanma davası açmış. Tabii garip geldi. Bu bizim kanuni hakkımız. Bunu tehdit suçu gibi göstermek gafilliktir. Bu anayasal haktır. Ayrıca biz gizli celse isteme olgunluğunu gösteriyoruz ki karşı tarafı küçük düşürmeyelim. Özel hayatın gizliliğine dikkat ediyoruz. Karşı taraf diyor ki "Ben gizli celse istemiyorum". O zaman hodri meydan. Biz niye böyle yaptık, gizli celse istedik? Ailenin itibarı, daha önemlisi çocukların esenliği için. Bir de sizin tehdit ettiğiniz konuşuldu. Özetle dilekçenizde Bettina Hakko'nun haysiyetsiz, hukuk ve ahlak dışı ilişkilerini kanıtlayan belgeler olduğu söylendi ve siz de "Gerekirse açıklarız" dediniz. Sadece 23 yıl değil, 80 yaşında olup da 50 yıllık evlilikten sonra "Artık çekemiyorum" diye boşanmak için bana gelenler oluyor. Cem Hakko'nun da bir açıklaması var. Bettina hanımın davranışlarının değişeceğini düşünerek evlendiğine ama öyle olmadığı için boşandığına dair... Evleneli 23 yıl olmuş. Üç çocuk doğmuş, büyümüş. Biraz fazla beklememiş mi? "Önce boşadım sonra nikah şahitleri oldum" Yine tanınmış bir ailenin kuzenleri... Üç kere boşadım ben bu insanları. Her boşanmada salya sümük birbirlerine sarılıyorlardı koridorda. Ben de "Yapmayalım, boşamayalım sizi" diyordum. "Yooook, sen bildiğini yap" diye ağlamaya devam ediyorlardı. Boşanıyorlardı, sonra bana davetiye geliyordu düğünleri için. Bir de şahitleri olmamı istiyorlardı. Hemen aklınıza gelen komik bir anınız var mı? Oldum birinde. Sonra ikinci kez tekrar boşadım. Üçüncü kez boşadıktan sonra bir daha bir araya gelmediler. Oldunuz mu yoksa? "Müvekkilimle birlikte gözyaşı döktüğüm oldu" Taraflar kesin karar verdikten sonra size uygulamak kalıyor. Ama evet, içimin çok sızladığı, "Bu evlilik sona ermemeliydi" diye çok üzüldüğüm oldu. Müvekkilimle birlikte gözyaşı döktüğüm davalar da var. Bazı boşanma davalarında içinizin sızladığı oldu mu? Evet. Bu son olayın da sulhen bitmesinde en büyük pay benimdir. Belki ben olmasaydım böyle sulhen bitemeyecekti. Siz daha çok anlaşma taraftarısınız galiba. "Çoğu kadın paradan çok, alıştığı yaşam tarzını kaybetmemek için boşanmak istemiyor" Şöyle yapabilirsiniz. Evlilikten sonra aldığınız her şeyi 1/2 oranında alın. Kadınlar buna dikkat etsin. Tembellik yapmasınlar. Tapuya gitmeye üşenen ve sonra da bu üşengeçliği yüzünden hayatı kayan kadınlar var. Yeni Medeni Kanun'dan, 2002'den sonra varlıklı aileler evlilikte mal ayrılığı sistemini seçiyorlar. Zaten holdinglerine, şirketlerine de yabancı damat, gelin sokmuyorlar. İşte biz artık bunların sözleşmelerini yapıyoruz. Ama ne oluyor? Başta araya para pul meselesi girdiği için evliliğin o romantizmi erozyona uğruyor. İnsanlara evlenmeden önce sözleşme yapın deniyor. Ama kocanıza nasıl "Hadi sözleşme yapalım" diyeceksiniz? Artık hakimler boşanmalarda o ailenin sosyal düzenine, durumuna bakarak karar veriyor. Diyelim evlendiler. Oğlana da ailesi bir yalı dairesi vermiş belli bir hayat seviyesi için. Ondan sonra beyefendi birdenbire boşanmak istiyor, kadın ayrık ot gibi açıkta kalıyor. Hakim kadına aynı hayat stilini devam ettirsin diye o nafakayı veriyor. Bunun tersi de olabilir. Zengin bir ailenin oğluyla evlenen kadın yıllarca belli bir refah düzeyinde yaşar ve boşanmada tamtakır kalabilir. Şöyle diyelim; bazen insanlar hak ettiklerinden daha fazlasını talep ediyorlar. Boşanmalarda tarafların paraları arttıkça, zenginlik arttıkça çirkeflik de artıyor mu? Bilirkişiler, hakimler bunu çok iyi ayırt edebiliyor. Karşı taraf talep edebilir, insanız hepimiz. Ama ağır kusur olduğunda da hiçbir şey alamayabilir. Sizin de bir açıklamanız var son davayla ilgili. "Boşanmayı haksız kazanç sağlama yolu olarak gören" diye tanımlamışsınız karşı tarafı. Evet ama başlangıçta da organize olanlar var. Özellikle de büyük servet avcıları var. Sadece zengin bir koca bulma peşinde olanlar var. İnsanlar evlenirken duygularıyla hareket edebilir ama boşanırken mantık devreye giriyor. Para artınca da bu mantık yürütme, talep etme meselesi çoğalıyor. "Zengin ve belli yaşa gelmiş erkekler taze vücut arıyor" Son zamanlarda boşanma sebepleri internet üzerinden yapılan sohbetler ve cep telefonu konuşmaları, mesajları oluyor. Kendi cep telefonlarını gizli, özel numara yaparak işi halledeceklerini zannediyorlar. Fatura talep edildiği zaman ne yaparsanız yapın kimin kiminle ne zaman konuştuğu ortaya çıkıyor. Son zamanlardaki boşanma davalarında görmüş olduğum delillerin incelenmesinde cep telefonları çok ele veriyor. Ne yaparsan yap görüşmeler, mesajlar bulunuyor. Son dönemlerde boşanmak için en büyük sebepler nedir? Evet, hafife alıyorlar. Her delil bulunuyor. Özellikle bilişim suçlarında her şey bulunuyor. İnternet kafeden, başkasının hesabından, başkasının adıyla dahi olsa bulunuyor. Bilgisayar, internet için de geçerli bu dedikleriniz. Biraz hafife alıyorlar, sizleri, polisleri... En çok genel geçimsizlik adı altında dava açıyoruz. Bir de refah seviyesi çok üst düzeyde olanlarda erkek tarafı belli bir yaşa gelince maalesef fresh body (taze vücut) arıyor. Bu bir neden oluyor. Kendi yağlanmış, sarkmış kalçasına bakmadan "fresh body" ararlar. Genel olarak en çok hangi sebeplerle boşanma davası açılıyor? "En kötü sulh en iyi davadan iyidir" "Birlikteliğinizi bana başlangıçtan itibaren üç-dört sayfayı geçmeyecek şekilde özetler misin?" derim. O özette kendi kendiyle de yüzleşir. Ve "Bak görüyor musunuz şu tarihte de ben bunu yaşamışım ama atlamışım" der ya da bakarsınız boşanma için bir sebep yoktur. Bir imdattır, bir çağrıdır o başvuru. O başvuruyu avukat iyi değerlendirmelidir. Ben burada birçok davayı boşanmadan geri yollamışımdır. Hep oyalarım zaten. Bir davayı hemen o gün açmam. Birisi size boşanmak için geldiğinde ilk olarak ne yaparsınız? Kazanmak değildir mesele. Öyle düşünmek acımasızlıktır. Adaleti yerine getirdiğin zaman, hakka, hukuka uygun davrandığın zaman kazanırsın. 33 senelik meslek hayatımda en kötü sulhün en iyi davadan iyi olduğuna inandım hep. Dediğim gibi benim birçok davam ofisimde çözülür, daha yargıya gitmeden. Tabii karşı taraftan gelecek ataklara karşı da kusura bakmayın ama müvekkilimizi korumak ve savunmak zorundayız. Bu arada karşı taraf avukatı bizim hasmımız değil meslektaşımızdır. Yani önceliğiniz dava kazanmak değil. Evet, birçok olayda böyle bir şanssızlığım var. Ama size karşı bir kazanma hırsı vardır. Yani bir davada ben sizi "yensem" herhalde kariyerim açısından iyi olur. Fotoğraf çekiyor, ebru ile ilgileniyor. Tespih koleksiyonu yapıyor. "Çok fazla abartılmayacak antika objeler, hat koleksiyonum var" diyor. Aynı zamanda bir resim koleksiyoneri. Evde yedi kedisi var. Anne kedi Minû, Paşa, Kuşka, Pati, Pussy, Prenses ve Taliban. Ama Hüseyin Hatemi çoğunlukla kedilere başka isimlerle sesleniyor. Mesela Paşa'ya Reşat, Pussy'ye Cevriye diyor. Güzel yemek yaptığını söylüyor. "Özellikle eşimin sevdiği Azeri pilavlarını, çilavları iyi yaparım" diyor. Mesleki anılarını yazmayı düşünüyor. Evde yedi kedileri var