PazarHer masalın sonu var güzellik masalının da

Her masalın sonu var güzellik masalının da

18.06.2023 - 02:00 | Son Güncellenme:

76. Cannes Film Festivali her festival gibi biraz da kırmızı halıdır... O kırmızı halıda gri saçlarıyla yürüyen Andie MacDowell “Birileri için daha genç ve daha kabul edilebilir görünebilirdim ama yaşım için takdir edilmek istiyorum” diyerek eleştirilere cevap verdi. Biz de güzellik fetişizminin kadınlar üzerindeki etkisini sorduk.

Her masalın sonu var güzellik masalının da

Seyhan Akıncı - "Sistem bir kere bile bana yardım etmeye gelmedi. Ben de kendi kendime güçlendim” diyor Brook Shields, “Pretty Baby” belgeselinde. Sundance Film Festivali’nde prömiyerini yapan belgesel çocukluğundan beri hayatını güzellik baskısı altında yaşayan Shields’in hikâyesine feminist bir perspektiften bakıyor. Diğer yandan 76. Cannes Film Festivali’nin kırmızı halısında gri saçlarıyla salınan Andie MacDowell da “yaşlı” göründüğü eleştirilerine “Daha önce birileri için daha genç ve daha kabul edilebilir görünebilirdim ama bulunduğum yer için, yaşım için takdir edilmek istiyorum” sözleriyle yanıt verdi. Florence Given’ın yazdığı ve geçen hafta yayımlanan “Kadınların Size Güzellik Borcu Yok” adlı kitap kadınları olduğu gibi görünmelerinde cesaretlendiren çalışmalardan. Biz de bedensel güzellik fetişizminin kadınlar üzerindeki etkisini yazar ve tiyatro sanatçılarına sorduk. 

Haberin Devamı

Arlin Çiçekçi: “Kadın, başka bir kadının başarısını gördükçe yürekleniyor”

Kadının, sadece güzelliğiyle meşgul bir figür olarak konumlanması ve onun, o dar alana sıkıştırılması hem erkek egemen toplumun hem de güzellik endüstrisinin zaruri ihtiyaçlarına hizmet ediyor diye düşünüyorum. İlkine yararı şu; kadın, bu meşguliyetiyle ayak bağı olmayacak, erkek işine karışmayacak, geçer akçesi bilgi, zeka ve yetenek olmadığından bu alanlarda ek bir rekabet doğurmayacak. İkincisine yararı ise kadın, yine bu meşguliyeti ile dayatılan güzellik normlarını yakalayabilmek ve aslen ulaşılması imkansız olan ideal güzellik seviyesine çıkabilmek için bitmeyen bir tüketim yarışına girecek, satın alacak, ameliyatlar olacak, güzellik merkezlerine gidecek. Bu yüzden, güzelliğe ayırdığı mesaiyi ve enerjiyi dengeleyerek başka kanallara yönlendiren ve düşünsel alanlarda, iş hayatında, bilimde, sanatta başarılı olan kadınların ön plana çıkarılması, bilgisiyle, aklıyla, yeteneğiyle var olma mücadelesi veren kadınların daha görünür olması çok kıymetli. Çünkü kadın, başka bir kadının başarısını gördükçe yürekleniyor, ilham alıyor ve maruz kaldığı toplum normlarına mukavemet etmeye dair güç ve heves duyuyor.

Haberin Devamı

Beyza Şekerci: “Bizi biz yapan şeylerden vazgeçmemeliyiz”

Beğenilme, ilgiyi üzerine çekme, görünür, bilinir olma, takdir edilme gibi isteklerin her insanın içinde değişik oranlarda da olsa bulunduğunu düşünüyorum. Bunun ne şekilde bastırılmaya çalışıldığı ya da ne kadar baskın bir şekilde galip geldiği duruma göre farklılık gösterebiliyor. Tam da şu gün; insanlarla sosyalleştiğimizde, her an elimizde tuttuğumuz dijital dünyada ve bize her fırsatta sunulan o kusursuz başlıklarda gördüğümüz şeyler, aslında zihnimize ve bilinç altımıza “mutlak doğru olan budur” hissi veriyor. Dış görünümün, duruşun, var olmanın, kabul ve takdir görmenin bir kuralı olduğuna inanmıyorum. Her şeyden arınmış, steril hayatların öne çıkarılması, bir zorunluluk oldu. Bu nedenle de büyük resimde mutsuzluğu getirecek olan bu yanılsamaya düşmemek çok değerli hale geldi. Bizi biz yapanlardan vazgeçmemek gerektiğini düşünmekteyim.

Haberin Devamı

Her masalın sonu var güzellik masalının da

Deniz Işın: “Dayatılan güzellik algısıyla savaştayız”

Oyunculuk yapmaya karar verdiğim dönemde istisnasız duyduğum bir cümle vardı “Güzel kızsın tabi oyuncu olursun”... Uzun süre içimde şu kaygıyı taşıdım; “Oyunculuğun özdeşleştirildiği görsellik algısının yalnızca güzelliğe indirgenmiş olması, birileri tarafından benim aptal olduğumun düşünülmesine mi sebep olur?” Bu kaygı bir dönem oyunculuk mesleğini kabullenmemden ziyade sürekli olarak “Ben aslında mühendisim” söylemini yerleştirdi ağzıma. “Sözüm ona güzelsin diyorsunuz ama akıllıyım ben” deme arzusuydu bu. Hatta biraz da öfkeliydim; bir dönem güzellik yarışmalarından tanıdığımız insanların oyunculuk yapması böyle bir ‘güzellik’ kıstası getirdi diye sektöre. Ancak bir sürü insan da bu yarışmalardan gelip çok güçlü oyunculuklarıyla bizi seyir zevki yüksek işlerle buluşturdu. Anladım ki mesleğimizin tek gerekliliği ve takdir veya eleştiri görmesi gereken yanı oyunculuğumuz. Maalesef kadın olarak sektörün dayattığı güzellik algısıyla an be an savaş veriyoruz ve bu uzun zamandır sürüyor. Fakat işin bir de erkeklere dayatılan kısmı var. Evet, belki kadınlara uygulanan zorbalık kadar kuvvetli olmayabilir ancak bedeni kaslı, yüzü güzel ‘jön’ arayışı da oyunculuğu korkunç derecede değersizleştiren bir tavır. Artık bir şeyler değişiyor gibi de hissediyorum. Son zamanlarda kimsenin vücuduna, yüzüne bakmaya vakit bulamayacağımız kadar muazzam oyunculuklar izleyebiliyoruz hem dünya hem Türkiye sinemasında. Yüzeysel görsellik algısının oyunculuktan tamamen silinmesi, “Kilolu kadın başrol olmasın, erkek kaslı olsun, üstünü çıkaracağı sahneler koyalım, burnunu yaptırsan aslında çok iş bulursun” gibi gibi tüm sığ ve meslekte bizi metalaştıran fikir ve arsız tavsiyelerden arınması ve bizlerden; kadın veya erkek fark etmeden beklenen tek görevin mesleğimize, seçtiğimiz veya seçildiğimiz projeye yaraşır bir oyunculuk sergilemek olması dileğiyle.

Haberin Devamı

Sevinç Erbulak: “Coğrafya sadece kader değil aynı zamanda kederdir de”

Haberin Devamı

Şimdi bu ülkede yaşayan bir kadın olarak, tüm sıfatlardan sıyrılıyorum ve günümüzde bu sorunla mücadele etmenin formülünün mücadele etmemek olduğunu düşünüyorum. Pes etmek anlamında söylemiyorum, sadece bunun bir mücadele olmadığını söylüyorum. Uğruna mücadele edilecek bir şey yok. Bu, aklımızla ardımızda bırakacağımız popülist bir zorlama sadece. Fabrikadan çıkma prototip bir ekran güzeli veya yakışıklısı yaratma çabası. İçi boş, aklı kıt bir çaba. Oysa insan, hayata gelme amacını, hayattan ne beklediğini değil de hayatın ondan ne beklediğini anladığında, bu keşifle yeni tercihler yapmaya başlıyor. Bu kavrayıştan sonra bir prototip kalıba kendini sıkıştırmaya çalışmıyor artık, kendini yaşamaya başlıyor. “Cesaret gerektiriyor mu?” “Evet.” Çünkü sistem sizi başka bir şeye zorluyor. Sonra zaman geçiyor, aldığınız yaşlar, aldığınız eğitimler ve mesleğiniz sizi olgunlaştırıyor, biricik yaşamınızdaki en değerli şeyin kimseye benzememek olduğunu anlıyorsunuz. Bu anlamda çok değerli. Kıyafet markalarının afişleri, iç çamaşırı, manken bedenleri veya başrol kadınların yaş ortalaması da değişmeye başladı dünyada. Bizim yaşadığımız coğrafyaya ulaşması zaman alıyor çünkü siz de çok iyi biliyorsunuz ki coğrafya sadece kader değil aynı zamanda kederdir de.