15.03.2020 - 04:10 | Son Güncellenme:
ASU MARO
En son “Hedefim Sensin” zamanında bir araya gelmiştik Demet Akbağ ile. Aradan çok uzun zaman değil ama sahnede kırk yıla yakın bir dönemi devirdiği, genç kız siluetini ve gözlerinin çocuk ışıltısını koruyarak 50’li yaşlarını tamamladığı bir yıl geçti. Hayatının en acı kayıplarından birini yaşadığı; eşi Zafer Çika’yı trafik kazasında kaybettiği 2019’un ardından yeni yılda yeni bir film ve yeni oyunla aramıza dönüyor. Ezel Akay imzalı “9 Kere Leyla” filmiyle başlayan söyleşimizde Akbağ’ın tiyatro ve sinema kariyerinin köşe taşlarını konuştuk.
Nasıl girdi “9 Kere Leyla” hayatınıza?
Yeni oyun hazırlıklarına girişmişken Ezel’den bir telefon geldi. O senaryolarını yollamayı değil, anlatmayı sever. İlginç geldi bana senaryo. Güzel bir kara mizah var, kadın erkek ilişkilerine dair güzel tespitler var. Karakterimle ilgili fazla bir şey söyleyemiyorum, çünkü bir sürprizi var. Evli bir adam, genç bir sevgilisi var, karısına bir şey demeye çalışıyor ve bunu dokuz kere yapıyor, öyle diyeyim. Genç ve güzel sevgilimiz, Elçin’in (Sangu) oynadığı Nergis karakteri. Sonra Fırat’ın (Tanış) ve Alican’ın (Yücesoy) oynadığı iki karakter de işin içine giriyor. Başrollerden biri de filmde göreceğimiz tablolar. Ve oralardan, hâlâ düşünmeyi seviyorsak bir şey seyrederken, biraz düşüneceğiz.
Gene yolunuz daha önce çalıştığınız insanlarla kesişmiş.
Evet, Haluk Bilginer ile birbirimizin kaşını, gözünü ve mizah anlayışını bildiğimiz için büyük bir rahatlık oldu. Elçin heyecanlı, son derece nazik ve öğrenmeye hevesli bir oyuncu. Fırat ile birbirimizi çok severiz, Alican ile de öyle.
Ezel Akay ile çalışmak nasıl?
Sinirleri alınmış bir adam o. Şaşırtıcı derecede saki. . Yazarken hayal ediyor nasıl çekeceğini. Bir de tabii ki en büyük ayrıcalık, Ezel ile görüntü yönetmenimiz Hayk’ın (Kirakosyan) birbirlerini çok iyi tanımaları..
Peki siz bu teklif geldiğinde Yılmaz Erdoğan’ın yazdığı yeni oyunun; “Aydınlıkevler”in hazırlığındaydınız. O ne oldu?
Hiç belli değil. Yönetmen Serdar (Biliş) büyük bir hevesle teknik kadrosunu kurdu. Ama üç oyuncu netleşmediği için provaya giremiyoruz. Şimdi girsek dört - beş haftada ben çıkaracağımızı düşünüyorum. Yaz oyunu mu olur, ya da hepten rafa kaldıracağız, eylüle diyeceğiz, bilemiyorum.
İlk sahneye çıktığınız günlere dönelim mi?
İlk amatör oyunum 1982. Gönül Ülkü - Gazanfer Özcan Tiyatrosu’nda, onların bana verdiği şansla başladı her şey. Hatta nasıl bir cesaret geldiyse, ikinci perde bir otelde geçiyor, “O otelde Nurten abla tek başına, ben orada çalışan bir hizmetli olabilirim, şive de yapabilirim,” dedim, Gazanfer bey “Rolünü de kendi bulurmuş, aferin sana. Salı günü gel,” dedi. Gittim, Gazanfer Özcan antetli kağıda benim oynayacağım ilk rolün metnini yazmış. Toplam 70 saniye falan.
Özel olarak sizin için yazılmış ilk rol.
Doğru bak, hiç bunu düşünmemiştim. Tabii ben dokuz yaşından beri aile içinde şiveyle konuşma, Özay Gönlüm mektupları, taklitleri, konu komşunun taklitleri, alışkınım, beni zorlamadı çok. Ama annem ile babam yeni ayrılmış, babadan da bir onay almak istiyorum. Dedim “Ben bu işin bir eğitimini alayım”. Araştırdım, İstanbul Belediye Konservatuarı, sınavlar şu tarihte, ben konservatuvara girdim. Yıldız Kenter’in öğrencisi oldum. Ve işte yine hayatımın en heyecan dolu günlerinden biriydi o gün, bahçede Yıldız hoca yanıma yanaştı. “Bizimle Arzu Tramvayı’nda oynar mısın?” dedi. “Arzu Tramvayı”ndan sonra Yasemin Yalçın ile “Artiz Mektebi” nde oynadık. Diplomalı ilk oyunum da Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları’nda “Azizname”. Altan Erbulak’tı yönetmen. Ben çok fazla usta ile çalışma fırsatı buldum.
Yılmaz Erdoğan ile ne zaman tanışıyorsunuz?
Rasim ile Mega Show’umuz vardı, İbrahim Tatlıses, Hülya Avşar, Bostancı Gösteri Merkezi’nde. Gani Müjde ile Yılmaz skeçleri yazdılar. Benim Yılmaz ile tanışmam odur.
Yavaş yavaş BKM’ye geliyoruz herhalde.
Bir düğünde Necati (Akpınar) ile tanıştırdı beni Yılmaz. Dedi ki “Ben bir oyun yazdım. Bu ortağım Necati. Eski bir sinemayı tiyatroya dönüştürüyoruz, senin kapını çalacağız”. Ve “Otogargara”yı getirdi koydu önüme. Oyunu okudum, çok güldüm, çok hüzünlendim. Tamam da oyun otogarda geçiyor, bir kadının başrol oynayacağı ne olabilir? Hâlâ dalgasını geçer Yılmaz benimle, “Oyunu okudu da başrolü kendisinin oynayacağını anlayamadı,” diye. Üstelik bir skeç bitiyor, başka bir kostümle kadın başka biri olarak giriyor. Biz “Otogargara” ile 1995 senesinde perdeleri açtık. Açış o açış...
“Bir Demet Tiyatro” ne zaman?
“Otogargara” ile aşağı yukarı aynı zamanda. Bana teklif geldi, daha Yılmaz’ın adı böyle meşhur değil. “Kanalımızın içinde bir program yap, skeç programı, dizi, neyse,” diye. Ben “Komedi dizisi olursa olur,” dedim ve gittim Yılmaz’a. Bu iki çılgın, borca harca girmişler, tiyatroya yatırım yapmışlar. Yılmaz “En ihtiyacımız olan şey. Televizyonun desteği çok önemli. Ben yazarım,” dedi, “Bir Demet Tiyatro”ya biz başladık. Fakat altıncı bölümde kaldırmaya karar verdiler reyting almıyor diye. Orada ben Jeanne d’Arc olarak ortaya çıkıp, “Hiç olmazsa 13 bölüm sabredin,” dedim, “Ya bu yolda devam ya yok benden size hayır”. Yedinci hafta bitiminde bu sefer setimize şöyle geldiler, patron demiş ki “Ya git bu kadroyla ikinci sezonun da anlaşmasını imzala ya da sen istifanı imzala.”
Bir röportajda “Kendimi bir tek sahnede güzel buluyordum,” demişsiniz daha gençlik yıllarınıza dair.
Sahnede bir şeyi becerdiğimin onayını seyirciden aldıkça, onaylıyorum ya kendimi seyirciyle, komedide de bu çok rahat biliyorsun, insan ağlarken höykürdemez belki tiyatro salonunda da, komediyse salar güler. Evet, kendimin dışına çıktıkça, neyse o güzellik, rolle birlikte geliyordu. Yoksa ben karakter rollerinin oyuncusuyum. Güzel kadın kategorisinden rol teklif edilen bir oyuncu olmadım hayatım boyunca. Bir karakter birine emanet edilirken birincil kriter fizyonomi değilse o zaman ben akla gelebilirim. Ben onun azıcık güzellik tarafını da kendim kotarırım.
“Kış Uykusu”na geliyoruz.
Nuri Bilge Ceylan Cannes’dan daha önce de ödül aldı ama Altın Palmiye’yi benim de oynadığım bir filmle almış olması beni ayrıca gururlandırıyor,
“Hükümet Kadın”lar var sonra...
Evet ölüp de tekrar dirilen tek karakter odur herhalde. Öldü, ikinciyi çektik, daha önce ne olmuş acaba diye. Şimdi hâlâ özellikle o yörenin insanları, “‘Hükümet Kadın 3’ yok mu?” diyor.
Gördük ki Lütfiye ile Mükremin çok özlenmiş. Onlara yok mu bir bis?
Vallahi var. Çalışıyoruz o konuyla ilgili fakat tek sorun, bu yeni televizyon sistemine biz uymayız. Belki dijital platformda olur.
“Büyük bir yalnızlık yaşadım, yaşıyorum”
Hiç sizi üzmek istemiyorum ama yaşadığınız büyük kayıptan sonra hayata tutunmak nasıl bir süreçti diye sorsam...
Büyük bir yalnızlık yaşadım, yaşıyorum. Kocanın, sevgilinin yanında hepsini kapsayan, hele olgunluk döneminde hepimizin çok ihtiyaç duyduğu o hayat arkadaşının sana gerçekten arkadaş olması, bir kayıp hâlinde çok büyük bir boşluk. Mart ayında bir sene doluyor. Dolu dolu altı ay bu boşlukta, farklı bir yerden baktım hayata. Her şey ikinci planda kalıyor o zaman, meslekti, kariyerdi. Ama böyle bir mesleği yapıyor olmak da başka bir teselliyi getiriyor beraberinde. O da şu; çok üzülür ve çok küserdi o, eğer ben bir daha bir şey yapmasaydım. Hatta tiyatro yapma isteğimin temel sebebi de o. Çünkü son bir senedir en sık kurduğu cümleydi: “Tiyatro olsun, artık yeter, yeniden sahnede ol”. Ben biraz da hakikaten o beni görsün istiyorum tekrar sahnede. Benim mesleğimde sevdiğim bütün arkadaşlarım, bazıları benden daha iyi onun arkadaşı. Bu işimi hem kolaylaştırdı hem zorlaştırdı. Çünkü onlarla beraber ağladım. Onlara sarıldım. O biraz zor oldu. Ama şimdi çalışmanın ve tekrar sahnede olmanın bana da, ona da iyi geleceğini düşünüyorum. Çünkü o böyle isterdi. Biz ilk tanıştığımızda o bana hayran bir seyirciydi. Beni tanıyınca, beni sevince farklı bir boyuta ulaştı sevgisi. O yüzden o benim en önemli seyircim. Onun dileğini yerine getirmek zorundayım, öyle hissediyorum. Küsüp içime kapansam ve mesleğime son versem olacak iş değil o. Ama bu sefer de şöyle oluyor; ondan sonra yaptığım ilk iş bu film. Görseydi ne derdi, burada olsa bana ne diyecekti, bunları düşünüyorum. Ama her türlü, doluya koyuyorum, boşa koyuyorum, beni işimi yaparken görmek onu çok mutlu eder. O yüzden de onun için yapmak istiyorum her şeyi. Sadece benim değil, bu Yılmaz’ın da isteği. Yani Yılmaz bana iyi gelmesinden çok Zafer için tiyatro yazdı. Zafer bana “Tiyatro yap” dediği gibi ona da “Yaz” diyordu. Bu oyun u ilk yazıp biz ilk ağlaştığımız gece “Bu oyunu sana değil, ona yazdım,” dedi. Bir de öyle bir yükü var üstümüzde.
“Sadece sezgilerimle hareket ettim”
İlk yola çıkan Demet’in duygularını hatırlıyor musunuz?
O kadar büyük bir bilinmezlikti ki benim için. Müthiş bir macera ve hiçbir zaman “Acaba 10 yıl sonra ben nerede olurum?” diye düşünmedim. Sadece sezgilerimle hareket ettim. İlkgençlik yıllarımdan beri ailemden para alarak yaşamadım ben. Tam tersi aileme yardım ettim. O para kazanma zorunluluğuyla idealist kariyer telaşının dengesi bence bende hep doğru işledi. Yani hiç utanacağım işlerin içinde olmadım. Üstüne koyamadığım bir şey olabilir, para kazanma telaşı içinde. Ama belki de yaptığım iyi işler, vasat işleri de götürdü. Yarışmada jüri üyesi de oldum, bir eğlence programının sunucusu da oldum. Ama demek ki bunları yaparken de çok fazla kendi kriterlerimden ödün vermemişim ki, adım soyadım söylendiğinde seyircinin nazarında ben tiyatrocu ve sinemacıyım. Bu ülkede bu zamanda bence bu bir başarıdır. Burada çok da tevazu gösteremeyeceğim.
“Yaza ‘Eyyvah Eyvah 4’ geliyor”
Ata Demirer ile üç tane “Eyyvah Eyvah”, “Niyazi Gül”, “Hedefim Sensin”, beş film oldu. Siz başladınız mı çalışmaya, ayrılmıyorsunuz kolay kolay.
Ata ile başka türlü de kanımız tuttu. Hani bizim ailenin insanı oldu yani. Birbirimizi öyle kucaklayınca şimdi o ister istemez yazdığı her şeyde yaratıyor bana göre bir şey. Yoktan da var ediyor. Diyorum “Ata bak burada ben hiç lazım değilim”, “Hayır”, diyor, “Buradan yola çıkacağız, şöyle olacak”. Onun heyecanına ortak olmayı sevince diyorsun ki en kötüsü bir aradayız. Bir kredimiz de var diye düşünüyoruz seyirci gözünde. Vallahi yaza yine sürpriz var yani. Bu sırrı da sana vereyim, şaşırtıcı bir film değil gelecek olan. Bil bakalım ne?
“Eyyvah Eyvah 4”... Hadi hayırlısı.
Çok düşündük. O kadar seviyoruz ki o iki tipi de, bunlar bunca yıl sonra ne yapıyorlardır diye düşündük. Sanki onlar yaşıyor da, bir şeyler yapmışlardır bunca zamandır. “Hani bu kadar filmin serisi var da bizim niye olmasın? Eğer gerçekten sağlam bir hikâye bulursam, karakterlerimiz seyirciye sürpriz olmayacak belki ama bu karakterleri seviyorlarsa, bunların başına gelecek yeni macerayı da severler”, böyle yola çıktı Ata ve şimdi yazıyor.
Röportajın tamamı Milliyet Sanat’ın mart sayısında.