Pazar"Elif'in yazdıklarını okuyunca ben de natal şeye girdim... Neydi?"

"Elif'in yazdıklarını okuyunca ben de natal şeye girdim... Neydi?"

02.12.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Siyah Süt"ün yazarı Elif Şafak ve kitaba çizgileriyle katkıda bulunan Latif Demirci ile buluştuk. Demirci önce karikatürcü gibi cevap verdi: "Elif'in ilk metinleri geldi, iki ay evden çıkmadım, natal şeye girdim... Neydi? Şaka bir yana, onu çok anladım okurken. Nedense anladığım bir şey oldu"

Elifin yazdıklarını okuyunca ben de natal şeye girdim... Neydi

Ancak bu kitabı sadece bir loğusalık el kitabı olarak değerlendirmek büyük haksızlık olur. Bir edebiyatçının kaleminden kadınlık halleri, dünya edebiyatının kadınlarının yanı sıra altı şahane kadın karakter var "Siyah Süt"te: Elif Şafak'ın iç sesleri parmak kadınlar. Meseleleri en kolay yoldan halleden Pratik Akıl Hanım, kariyer de kariyer diye bağıran Hırs Nefs Hanım, ruhani bölgeyi temsil eden Can Derviş Hanım, Elif Şafak tarafından en çok kayırılan Sinik Entel Hanım ve sonradan ortaya çıkan en "kadınsı" karakterler: İsimleriyle müsemma Anaç Sütlaç ve Saten Şehvet hanımlar. Üstelik bu kadınlar suretleriyle arz-ı endam ediyorlar kitapta, zira Latif Demirci çizgileriyle can vermiş onlara. Mizah, Elif Şafak ile pek yan yana anılan bir sözcük değil. Ama bu kitapta bolca var. Kendisiyle dalga geçebilen, zaaflarını açıkça ortaya serebilen, kafa karışıklığını rahatça anlatabilen bir yazarın kaleminden çıkmış belli ki. Yalnızca hayatına bir bebek girmiş veya girmek üzere olanlara değil, içindeki farklı sesleri susturamayanlara da hitap ediyor. "Siyah Süt"ün iki yaratıcısı, Elif Şafak ve Latif Demirci ile buluşup hem kitabı hem de annelik ve babalık hallerini konuştuk. Son günlerde edebiyat çevrelerinde adı en çok geçen kitap "Siyah Süt". Elif Şafak'ın kızının doğumundan sonra yazdığı ilk kitap bu. Doğumdan üç yıl önce ada vapurunda karşılaştığı hamile bir kadından başlayarak, Şehrazat Zelda'nın rahminden önce aklına düşmesini, yaşadığı çelişkileri, hamilelikte yaşadıklarını anlattıktan sonra pek çok kadının yaşadığı bir soruna değiniyor Şafak: Postnatal depresyon. Yani loğusalık depresyonu. Elif Şafak: Ben kitabı yazmaya başladıktan bir zaman sonra şunu hayal ettim: Çizgiyle kelimeler bütünleşse, anlattığım karakterler ete kemiğe, surete bürünse ne kadar güzel olur. Latif Demirci benim çok sevdiğim, çok hayranlıkla takip ettiğim bir çizer. Onun için aklıma ilk o geldi. Hemen sordum; o da ilgilendi.Latif Demirci: Henüz bitmemişti kitap. Bazı bölümler gönderdi. O kadar detaylı yazmış ki çok kolay oldu benim için.Elif Ş.: Çünkü hep görsellikten hareket ederek, resimleri kafamda oluşturarak yazdım. Ama kitap yazılıp bitmiş değildi, dolayısıyla beraber şekillendirdik. Takır takır çizimler gelmeye başladı. Çok etkilendim, çok aşık oldum. Latif'in çizdikleri benim kafamdaki portrelere bire bir uymuştu.Latif D.: Ama o kadar ayrıntılı anlatmış ki Elif, ben sadece çizdim. Korkarım çünkü öyle şeylerden, bir metni çizmek kolay değildir. Ben bir şey yazsam çok kolay teslim edemem çizere. Bir de benim karikatür dünyasından bildiğim insanlar o parmak kadınlar. Önce Latif Demirci'nin kitaba dahil olmasının hikayesinden başlayalım isterseniz... Latif D.: Evet, Can Derviş Hanım. Yanlış bir şey yapmayayım diye durakladım biraz. Elif Ş.: İnançlı ama böyle ensesine vur, lokmasını al bir kadın da değil. O dengeyi vermek zor. Zorlayan karakter oldu mu? "Latif daha az barışık olduğum yanlarımı daha kolay çizdi" Latif D.: Saten Şehvet zannedeceksiniz ama değil! Hırs Nefs Hanım... O benim karikatürlerimde oynayacak biri, dünyama daha yakın.Elif Ş.: Aslında Latif benim daha az barışık olduğum yanlarımı daha kolay çizdi. Çizerken en sevdiğiniz hangi kadın oldu? Latif D.: Hayır, iki ay evden çıkmadım, natal şeye girdim... Neydi? Hayır, çok anladım okurken. Niyeyse anladığım bir şey oldu. İlk metinler geldiğinde hemen içine girebildiniz mi? Latif D.: Hayır, bunu erkekler yaşamıyor. Ama gözlemledim. Başka bir dünyaya hapsolma var bebekle, erkekler hiç yaşamıyor. Kızınız doğduğunda siz de eşinizle böyle bir dönem yaşadınız mı? Elif Ş.: Ben babalar için de gayet travmatik olabileceğini düşünüyorum. Belki de hemen benimseyemiyorlar. Bu da pek konuşamadığımız bir konu. Ben kendi eşimden de başkalarından da duydum ancak 1 yaşına doğru, çocuk ele avuca gelip de konuşmaya başladığında baba onunla diyalog içine giriyor, hissedebiliyor. İlk başlarda anneye ait sanki o bebek. Evin içindeki düzen, kokular değişiyor. Dadı geliyor, kaynana geliyor. Yabancılarla yaşamaya başlıyorsun, karını tanıyamıyorsun. O ağlıyor, bebek ağlıyor. Erkek kendini fazlalık gibi hissedebilir. O yüzden kitap "Erkeklerin de postnatal depresyonu var" diye bitiyor. Onun da anlatılması lazım. Ama çocuk iki kişinin. Üstelik babaya da pat diye bu çocuk senin deniyor. Elif Ş.: O mizaç olarak daha sakin bir insan. Kolay atlattı ama şöyle bir aksilik oldu, bebek dört aylıkken Eyüp askere gitti. Altı ay yoktu. Latif D.: Çok tuhaf olmuş. Askerlik de erkek için acayip bir dönüşüm yeridir. Ben üç ay yaptım gerçi ama konuşuyorum. Hakikaten sakin biriymiş Eyüp. Eşiniz Eyüp Can nasıl yaşadı bu süreci? Latif D.: Bebeğe!Elif Ş.: Allah'a ve bebeğe... Annem sıra dışı bir annedir. Hayatı boyunca çalışmak zorunda kaldı, beni anneannem büyüttü. Dolayısıyla annem de benim durumumdaydı bebeğe karşı. Yıkamak istiyoruz, sadece ayağına su dökebiliyoruz ikimiz. O dönemlerde Eyüp gayet sakin gelip yıkayıp gidiyordu. O alışkın çünkü, kalabalık aileden geliyor. Latif D.: Benim de bilmediğim bir şeydi ama öyle olması gerekiyor diye ben de rahat davranıyordum kızıma. Kime emanet etti sizi askere giderken? Elif Ş.: Ne o ne öbürü. Her çocuk gördüğünde atlayan insanlardan olmadım, bir çocuk görüp ondan etkilenmekti benimkisi. Bir bebeğe alışkın, bebek görünce hemen kucağına alıveren, nasıl tutacağını bilen insanlar vardır. Bir de uzaktan bakan, dokunmayanlar. Siz hangisiydiniz doğumdan önce? Elif Ş.: Değişti. Şimdi yavru kedi görsem sarılıyorum.Latif D.: İkinci bir bebek olsa aynı şeyi yaşar mısın acaba?Elif Ş.: Herhalde farklı olur. Daha tecrübeleniyorsun ama yaşayanlar diyor ki her bebek farklı. Üç hamileliği sorunsuz atlatıp dördüncüsünde postnatal depresyon geçiren kadınlar var. Doğumdan sonra? "Kendiyle dalga geçen bir kitap" Elif Ş.: Kitapta şu dengeyi gütmeye çalıştım. Bütün bu "kadınca" konuları konuşuyoruz ama bir yandan da işin içine sanat giriyor, edebiyat tarihi giriyor. Bunlar biraz arka planda kaldı. Latif D.: Çok önemli bir kurgu var, dünya kadın edebiyatını anlatıyor Elif bir yandan.Elif Ş.: Bu belki kadınlık, belki de insanlık halleri üzerine bir kitap. Kurguyla hayal arasında gidip geliyor, hem otobiyografik hem de başka kadın yazarlar ne yapmışa bakıyorum.Latif D.: Elif bana kitabı verirken "Oraları atlayabilirsin" dedi, hani sıkılma gibisinden. Elif Ş.: Öyle mi dedim? İçinde edebiyat tarihi olmasını istedim ama öğretmen edasıyla konuşmuyor kitap. Kendini de çok yererek konuşan, kendiyle dalga geçen bir kitap bu. Kitap hakkında sadece loğusalığı ve postnatal depresyonu anlatıyormuşsunuz gibi bir izlenim oluştu. Bu okur kitlesini de daraltıyor bir yandan. Edebi referansları bol olan böyle bir kitaba haksızlık değil mi bu? Elif Ş.: Bilinç akışı olsun diye çıkmadım yola. Ama tek bildiğim, benden bir şekilde aktı.Latif D.: Kadın edebiyatını dahil etmek kitabı düşünürken var mıydı, sonradan mı eklendi?Elif Ş.: Başta fikir düzeyinde vardı. Bu süreçte bir dönem kendini çok yalnız hissediyorsun. Zannediyorsun ki herkes çok mükemmel, bende bir arıza var. O duygudan kurtulup da geçmişte başka kadınlar ne yaptılar diye bakınca gördüm ki, Sevgi Soysal'dan Simone de Beauvoir'a kadar her kadın yazar benzer ikilemlerle yüzleşmiş. İlk defa mı bilinç akışı tekniğiyle yazdınız? Elif Ş.: Mesela benim anneannem postnatal depresyon denen şeye karşı şerbetli. Neden? Çünkü bir kere adını böyle koymuyor. Diyor ki loğusa cini, alkarısı... Ama o kuşak, benim annemlerin kuşağından daha bilgili bu konuda. Çünkü kadın doğum yaptıktan sonra ona bir şeyler oluyor diye bir ön kabulü var ve hazırlıklı. Annemin kuşağı daha eğitimli, şehirli, çağdaş vs. ama hazırlıklı değil. Latif D.: Hâlâ bunu yaşayanlar var. Başka kesimlerde devam ediyor. Bir de en önemlisi göbek bağını nereye gömdünüz? Sorbonne'a mı? Loğusa depresyonu bilinmeyen bir şey değil. Ama modernleştikçe bunu da reddediyoruz, kadınlar hemen işlerinin başına dönmek istiyor. Elif Ş.: Kitapta irdelediğim karakterlerden biri Tolstoy. Çok çarpıcı bir örnek. 13 çocuklu bir aile. Tolstoy sürekli yazı yazıyor, eşi aman çocuklar gürültü yapmasınlar diye aralarında bariyer oluyor. Bütün sorunları tek başına hallediyor ki...Latif D.: Amca yazı yazsın!Elif Ş.: Tersi olabilir miydi? Eşi Sofia yazar olsaydı Tolstoy aynı şeyi yapabilir miydi? Yazarlığın ofisi de mesaisi de yok aslında. Annelikle daha kolay bir araya gelebilen bir meslek gibi görünüyor. Elif Ş.: O kadar ağladım, o kadar ağladım ki... Sonunda kendimle çok dalga geçtim. İçinde hüzün de var ama bu matrak bir kitap. Mizahla hüzün arasındaki ilişki bana roman konusu olarak da çok ilginç geliyor. Karikatüristlerin kişiliklerine de daha yakından bakınca zannediyoruz ki gerçek hayatlarında da sürekli espriler yapan insanlar. Ama sende de görüyorum bunu, bir hüzne açıklık var. Bazı bölümler çok eğlenceli. Mizah sizden çok beklenilen bir şey değil, nasıl tepkiler aldınız? "Latif'in çizdiği portreme bakınca hâlâ bozuluyorum" Latif D.: Evet, onu bonus olarak yaptım.Elif Ş.: Hâlâ bakınca bozuluyorum. Gıdıklı, uzaklara bakıyor. Çok da güldürüyor bir yandan... Kitabın sonundaki portresi Elif hanıma da sürpriz olmuş. "Hamile kalmadan önce böyle bir kitap yazamazdım" Latif D.: Hayır. Aslında adamlar sürdürüyor hayatı, çok fazla değişiklik olmuyor babanın hayatında. Kadın yaşıyor. Sen gözlemliyorsun ve yorumlar yapıyorsun. Ben karikatürcü gibi yaşadım babalığı da. Belki bu anne için hoş değil, romantik olmuyor. Hep komik yanıyla baktım babalığa, kişiliğim bu. Latif bey sizin eski eşiniz de bir yazar, Latife Tekin... Kızınız doğduğunda benzer süreçler yaşandı mı evde? Elif Ş.: Yazamazdım. O süreç beni çok değiştirdi. Şunu idrak ettim. Bir kadının anneliğe başlamadan önce kendini de yeniden doğurması lazım. Kendindeki birçok yapı taşını yerinden oynatman lazım, bu çok cici bir süreç değil. Yaratabilmek için yıkman lazım. Yazarlığımı, hayata bakışımı sorguladım. Bir sürü duygusal muhasebenin sonunda bu aşamaya geldim. Hamile kalmadan önce böyle kendinizi anlatan bir kitap yazabilir miydiniz? Elif Ş.: Daha önce ketum, kabuklu bir insandım. Ama hamilelikte herkes karışıyor. Gelip dokunuyor, sigara içerken görürse kızıyor. Hamile kadının vücudu kendine ait değil. Bir yanıyla hoş, bir yanıyla da alışkın değilseniz bunaltıcı. Evet, ben böyle bir değişim yaşadım. İçimdeki parmak kadınları susturmaya çalışmam ve hepsiyle barışmak zorunda kalmam hamilelik dönemimde oldu. Saten Şehvet Hanım dediğim beni utandıran yanım da, o çok yücelttiğim Sinik Entel Hanım kadar benim. İçimdeki anaç yanı da hep küçümsedim. Çünkü kitap yazmak, okumak gibi daha mühim şeyler yapacağımı zannediyordum. "Hamilelik ne resmiyet bırakıyor ne mahremiyet" diyorsunuz, bunun da etkisi var mı ilk kez kendinizi anlatmanızda? Elif Ş.: Demokrasi geldi. Şu anda içinizdeki durum ne? Elif Şafak: "Bütün jinekologların son derece inançlı olduklarını düşünüyorum" Kitap bir kere Türkiye'de de dünyada da az denenmiş bir tür. Otobiyografik olması benim daha önce yazdıklarımdan farklılaştırıyor. Entelektüel olanla popüler olanı, bireye ait olanla topluma ait olanı, kelimeyle resmi, hüzünle mizahı buluşturuyor. Bunlar aslında entelektüel dünyayla bağdaştırmadığımız konular. Kadın dergileri anlatsın diyoruz. Önyargılıyız. Biraz araştırınca baktım ki böyle bir kitap yok. Bir anlamda okumak istediğim kitabı yazdım. Siz nasıl anlatırsınız "Siyah Süt"ü? Giderek artan dozda var. Sinik Entel Hanım'ın hoşlanmayacağı, ruhani bir dil, Kuran'dan bölümler var, okudum çünkü o dönemde. Tasavvuf çok uzun zamandır benimle birlikte akan, yazıma da bir yerden giren bir su. Ama bu süreçte daha çok gönlüme indi. Bebekle ilgili ayrıntıları öğrendikçe bütün jinekologların son derece inançlı olduklarını düşünüyorum. İnanç da var kitapta... 10 ay yazamamanın ardından 2,5 ay gece gündüz yazdım. Hiç ara vermeden. Dolayısıyla ben 12,5 ayda çıktığını düşünüyorum. Ne kadar sürede yazdınız? Başka bir boyut, kitaplarla ilişkim tamamen koptu. Bilgisayarın başına oturuyorsun, kafan bomboş, ekran bomboş. O boşluk bana çok ağır geldi. Sonra ilk "siyah süt" imgesi geldi. O sütün çürümesi, anneannemin anlattıkları, siyah sütten mürekkep elde edebilir miyim sorusu... Hep görsellik vardı. Ben bir resim kovaladım bunu yazarken. O 10 ayı nasıl tarif edersiniz? Fikir olarak var. Ama bu kitabı biraz geride bırakmam, vedalaşmam lazım. Kitap yazmanın da postnatal depresyonu var, müthiş bir boşluk hissi geliyor insana. O yüzden Virginia Woolf'un intihar teşebbüslerinin iki kitap arasında olması tesadüfi değil. Yeniden yazmaya başladığınıza göre önünüzde yeni bir dosya var mı? "Biz yaşlanana kadar kadın yazarız, yaşlanınca yazar oluyoruz" Elif Ş.: Yafta yapıştırmayı seviyoruz. Bir de "genç yazar" tanımı var. Biz aklı, birikimi ve yeteneği yaşa atfeden bir toplumuz. Ne zaman insanlar genç yazar kategorisinden çıkarlar, tam bilmiyorum. Yazarlık öyle bir şey ki reçetesi yok. Ama şunu biliyorum, biz yaşlanana kadar kadın yazarız, yaşlanınca yazar oluyoruz.Latif D.: Mesela Adalet hanıma (Ağaoğlu) yazar deniyor artık!Elif Ş.: Bu kadını da rahatlatan bir şey. Mesela, cinselliği daha rahat anlatıyoruz o zaman. Erkek yazarlara sadece "yazar" denirken, kadınlara illa "kadın yazar" ifadesinin kullanılması hakkında ne düşünüyorsunuz? Elif Ş.: Evet, ben öyle düşünüyorum. Ben "Mahrem"de bunu yaşadım. Kitapta cinselliğin yoğun olduğu bir bölüm var. Yazdıktan sonra baktım annem çok üzüldü. Anlamaya çalışıyor, "Bilmem gereken bir şey mi var?" diye soruyor... Onun bir kurgu olduğunu anneme hatırlatmam gerekti. Bizim toplumumuzda bir kadının bunları anlatması çok zor. Çünkü biz yazıya değil, yazara bakıyoruz. Ve bu yazarları çok daraltıyor. O büyütecin bizim değil yazının üstünde olması lazım. Çünkü yazar beşer. Beşer ne yapar? Şaşar. Onun da kira derdi, çocuğun bademcik ameliyatı var. Yazarı incelemenin bir anlamı yok. Kitapta da sözünü ediyorsunuz bu durumun. Bir kadının cinselliği rahat yazabilmesi için ya lezbiyen ya yaşlı ya da yırtık olması gerekir diyorsunuz. "Şehrazat Zelda ismini kendi kazandı" Elif Ş.: Ben hep şuna inanırım: İsimler büyülü, o harflerin üzerimizde etkisi var. Roman yazarken de bir karaktere yanlış isim verdiysem mümkün değil onunla tanışamıyorum. Bebek de kendi ismini kendi kazansın istedik. Şehrazat hikaye anlatıcılığından geliyor, Zelda da doğuma girerken Fitzgerald'ın "Muhteşem Gatsby"sini sayıkladığım için. Ben hamileyken kitaplardan isim seçmekten yana değilim. Latif D.: Latife hamileyken "Gece Leyla" diyordu kızımızın ismine, hemen müdahale ettim, "Öyle şey mi olur, Gece Leyla diye mi çağıracağım kızımı?" dedim, Yasemin oldu ismi. Kızınızın ismine doğduktan sonra karar vermişsiniz. Elif Ş.: İkisiyle de. Kendi seçecek ileride. Belki beğenmeyecek, üçüncü bir isim bulacak. Hangi ismiyle çağırıyorsunuz Şehrazat Zelda'yı?