07.10.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:
Asu Maro
Şunu baştan söylemek lazım; 5 Ekim’de gösterime giren “Aydede” filminde bambaşka bir Ezgi Mola izleyeceğiz. Tabii kendisini komedi filmlerinin vazgeçilmez oyunculuğuna hapsetmeye niyet eden sektörün hayal gücüyle ilgili bir şey söylüyorum, yoksa onun yeteneği daha nelere kadir. Yeter ki önüne proje gelsin. “Aydede”de oynadığı değil adeta ‘olduğu’ Rabia, kocasını kaybetmiş, çocuğuyla hayata tutunmaya çalışan yalnız bir kadın. Senaryo yazarı ve yönetmen Abdurrahman Öner’in 8 yıllık hayalini gerçekleştirdiği ilk filminde, Ezgi Mola bir bakışıyla kadının bütün iç dünyasını yansıttığı şahane bir performans sergiliyor. Kendisi ise her zamanki gibi kıpır kıpır, etrafa ışık saçıyor, arada oğlana dayak attığı sahneyi anlatırken gözü doluyor, sonra kahkahayı patlatıyor, dediği gibi her duygusuyla barışık, orada değişen bir şey yok...
-Siz sadece komedi oynamış bir oyuncu değilsiniz ama “Aydede”deki en farklı karakteriniz galiba.
Bence o şundan dolayı; son beş yıldır aralıksız sadece komedi yapıyorum neredeyse. Bir Uğur Yücel’in “Soğuk” filmi vardı, muadili diyebileceğimiz, en azından hissiyat olarak. Onun dışında hem çok popüler hem çok konuşulan, gişede de bizi mutlu eden filmler yapınca diğerleri iyice bir akıldan gitti galiba. Ben bile artık hasret kalmıştım, “Neden bana böyle iş gelmiyor” diye. O yüzden acayip mutlu oldum.
- “Böyle iş”i nasıl tanımlayabiliriz?
Abdurrahman ve Arzu Öner, karı koca, bu işin yapımcıları, Apo aynı zamanda yönetmeni ve senaristi. Ayşenil Şamlıoğlu hem benim okuldan hocam onlara demiş, “Ezgi’ye götürsenize senaryoyu” diye. “Kabul etmez ki, Ezgi popüler işler yapıyor” demişler, “Siz bir götürün” demiş. Bir araya geldiğimizde anlattılar. “Ne münasebet, benim çıkış noktam, oyun oynamaktı. Bu da oyunun inanılmaz renkli ve heyecan verici bir parçası” dedim. Bu anne oğulun yoksunluk hikayesi beni çok etkiledi. Bence herkesin hayatında bunu hissettiği dönemler vardır, benim de var. Yaptığım işlerin hepsi sinematografik olarak içime sinen işler doğrusunu istersen. Sadece gişede bizim seyircimiz ya sulu zırtlak dram, ağlayıp hüngür hüngür rahatlayabilecekleri ya da sonuna kadar gülerek rahatlayabilecekleri işleri tercih ediyorlar. “Aydede” ikisi de değil. Bizi gülümseten anları da var, ağlatan anları da var. Dolayısıyla gişe beklentimiz “Celal ile Ceren”dekiyle aynı olamaz. Zaten hedefimiz bu da değil ve tür derken bu türden bahsediyorum.
- Köyden insanlar da oynamış filmde.
Çocuklarımızın hepsi oralıydı. Oğlumu oynayan Bilal ve arkadaşları 800 çocuğun içinden seçildi. Aslı İçözü atölye çalışmaları yaptı çocuklarla. Tabii o çocukların sosyal hayatlarındaki değişim de gözle görülürdü. Bilal’in baştaki daha çekingen halinden daha fırlama, kendini ifade eden bir çocuk haline gelişini gördük.
- Pataklama sahnelerini nasıl çektiniz?
Ah ben o kadar ağladım ki, hâlâ o kadar duygulanıyorum ki çünkü ben de her çocuk gibi poposuna şaplak yiyen bir çocuktum. Bilal’e vurmak beni çok acıttı, o kadar zorlandım ki. Gerçekte vurmuyorum ama görüntü olarak vuruyorum ve böyle divana atıp falan vuruyorum. Kontrollü yapıyorum, daha “kestik” derken Bilal’i alıp “Kuzum bir şey olmadı değil mi?” diyorum ama sahnenin karanlığından, psikolojisinden ben altüst oldum.
Röportajın tamamı Milliyet Sanat ekim sayısında.
“Gülmekten utanmayın”
- Komik bir insan olduğunuzu ne zaman keşfettiniz?
Çocukluğumda da ben kendime gülüyordum ama millet benden büyük rahatsız oluyordu. Ben de diyordum ki kendi kendime, o duyguyu hatırlıyorum, “Ah birazcık önyargılarından vazgeçip benimle arkadaş olmayı denese o da gülecek”.
- Niye rahatsız oluyorlar?
Çocuk gücünü kontrol edemeyebilir ya, şakalarım can acıtabiliyordu. Hiperaktif, fırlama bir çocuktum bir de, kabul ediyorum.
- Benim gördüğüm, yıllar içerisinde sizdeki mizah daha çok ortaya çıkmaya başladı.
Belki cüret etmeye başladım. Çünkü yine kadın olmak konusuna geleceğim; kadın olup insanları güldürmek adeta ayıp karşılanıyor, “Kadın böyle güler mi?” gibi lafların da etkisiyle. Ama kadın öyle güzel güler ki siz de bayılırsınız. Bence gülen her canlı sizi mutlu eder, o yüzden de gülmekten utanmayın. Belki birazcık daha cüret etmeye, “Nasılsa onlar beni yanlış anlamaz” diye cesaretlenmeye başladım. Sosyal medyanın da bunda etkisi var, telefonunu alıyorsun, evinde pijamanla otururken seni takip eden üç buçuk milyonla konuşmaya başlıyorsun. Bir kadın olarak insanların bana güldüğünü görmek beni inanılmaz mutlu ediyor. Ömrümün sonuna kadar da kendimi bundan mahrum bırakmayacağım.
- Kadınlara sorarsın “Nasıl bir erkek istersin?” diye, “Beni güldüren erkek” der. Erkekler güldüren kadın arıyor mu?
Bilmem ki. Bana diyorlar, çok hoşuma gidiyor. Ben zaten şımarık bir çocuk gibiyim, birinin bana güldüğünü görünce “Daha iyisini bulayım” gibi bir duyguyla bir çocuk koşturmaya başlıyor oradan oraya. Hele ki bu sana hayranlıkla bakmasına sebep bir şeyse, tadından yenmiyor.
- Kendinize güvenle ilgili çok yol katettiniz sanki.
Ben de öyle düşünüyorum. O yüzden kendime burdan bir kere daha sıkıca sarılıp “Aferin sana” demek istiyorum.
- Nasıl becerdiniz?
Galiba en yüzleşmek istemediğin şeylerle yüzleştiğinde beceriyorsun. Ben kendimi hor görme konusunda da çok başarılıydım. Ama bu da haksızlık. Bunları hak etmeyecek kadar güzel taraflarım da var ve ben onları kabul edip sevdiğimde bunun özgüvenin kendisi olduğunu fark ettim.
“Organize İşler’de kamera arkasında da çalıştım”
- Şimdi ocakta da “Organize İşler”in devam filminde izleyeceğiz sizi. Başta bahsettiğimiz popüler cepheden.
“Organize İşler” ilk sinema filmim. Aynı zamanda, hiç param yoktu, harçlığımı kazanmak için “Kamera arkasında çalışmak istiyorum” diye talepte bulundum BKM’ye. Önce prodüksiyonda çalıştım sonra sanat grubunda çalıştım, Yaşar Kartoğlu ve Erol Taştan’la birlikte. Erol’un asistanlarından biriydim. Eminönü’ne gidip mekan, mutfak malzemelerini hep ben almıştım mesela.
- Şimdi Asım’ın sevgilisi oluyorsunuz? Nasıl bir deneyimdi?
Ben Yılmaz Erdoğan’ın Türkiye’nin en iyi kalemlerinden biri olduğunu düşünüyorum. Onun yazdığı, yönettiği, yapımcılığını yaptığı böyle bir işte bu sefer onun sevgilisi olarak yeniden yer almak, benim için çok özel.
“Kilo verme motivasyonum daha rahat yemek”
- Kendinize güveninizin artmasında kilo vermenizin payı var mı sizce?
İki ay önce bundan 10 kilo fazlaydım. Çok güzel kilo alıyorum, bu konuda harikayım çünkü yemek yemeyi çok seviyorum. Benim ilk kilo verişim de özgüvenimi yerine getirmek için değil, sağlık sorunlarım beni çok zorladığı için oldu. Yoksa kiloluyken de çok mutluydum. Kilo verme motivasyonum daha rahat yemek.
- O ne demek?
Yani kiloyu veriyorum, istediğim ve özlediğim şeyi rahat yiyebileceğim diye. Her gün yemek yerine, kendimi ödüllendiriyorum. Hareketsiz kalmamaya gayret gösteriyorum çünkü önce Ezgi sonra da bir oyuncu olarak bu bedene çok ihtiyacım var.