BİR DÜNYA ŞEHRİ NEW YORKNew York yalnızca gücün ve ekonominin değil, kültür ve sanat merkezleriyle çağdaş sanatın da en önemli merkezi durumunda...New York: Gösteri devam edecek...BEDRİ BAYKAM (Sanatçı)New York avangardının kalbi, 80’li yıllarda her köşebaşında sergi açtığımız veya duvarlarını boyayıp kaçtığımız Soho’da değil, Chelsea’de atıyor. Modası genelde beş-altı aydan fazla sürmeyen "in" gece kulüpleri, diskolar birbirini izlemeye devam ediyor. Fahişeler, dilenciler, lüks callgirl’ler,
borsa zenginleri, uluslararası mankenler, aynı sokak aralarında aynı 24 saat açık marketlerde çikolata ve Light Cola’lar alıp, hızlı adımlarla birbirini ısrarla kesen o yatay ve dikey numaralı caddeleri bir bir arşınlamaya devam ediyorlar. Her ırktan, her dinden, her cins insanda; Zenci, Kızılderili, Arap, Türk, Yahudi ve "bembeyazlar"ın iç içe geçtiği gürültülü sokaklarda her an ortaya çıkacak "yeni akım"ın, yeni sesin, yeni görüntünün, yeni modanın inatçı takipçiliği var. O şiddet dolu sokaklar bir yandan Dizzy Gillespie’nin saksofonunun CD’lerdeki sesiyle sakinleşiyor, bir yandan da Woody Allen’in her pazartesi Michael’s Pub’da çalmaya devam ettiği canlı saksofonuyla eğleniyor. Erje Ayden 40 yıldır "Büyük Elma"yı terk etmeyen ve Beat kuşağının son halkasının hâlâ "underground" kalmayı başaran Türk yazarı olarak usanmadan kentin "kaybedenölerini (loser), dahilerini ve komşu kızlarını en sade ve iç gıcıklayıcı sözcüklerle betimlemeye devam ediyor. Kolombiya asıllı sokak ressamı Rene, artık Brooklyn’e doğru gerileyip, Manhattan’dan ayrılmış olsa bile "en iyi sanatçı" olduğunu iddia etmeye devam ediyor. "Old Blue Eyes"
Frank Sinatra da artık 11 Eylül felaketinden sonra vatandaşlarına ve New York’lu hemşerilerine moral vermek için şarkılarını söylemeyi göklerde sürdürüyor. Çünkü uçaklar kuleleri de yıksa, köprüler de devrilse... "The Show Must Go On!" New York nasıl olsa yine bir yolunu bulacak, New York’luğunu yapacak...
"Burada sanat her yerdedir"ÖMER ULUÇ (Sanatçı)Ne zaman New York’a gitsem optik bir olay yaşarım. Her şey büyük bir mercek takmışım gibidir. Yollar, binalar, reklamlar, harfler, ışıklar, bedenler, saçlar ve ayakkabılar büyür. "Art in America"da çalışan yazar arkadaşım Ted Mooney’e göre en büyük üç trafik de buradadır; silah, uyuşturucu ve sanat. Manhattan adası Amerika’dan ayrıdır, kendini savunacak güçtedir ve füzeleri vardır. Bu şehirde sanat, özellikle görsel sanatlar her yerdedir, her şeye bulaşmıştır; duvarlar, mekanlar, sahneler, ekranlar, yapılar şehrin kendisi. New York kapitalist dünyanın kalbi mi, beyni mi, sürekli sergisi mi neyse, imajın gücünü keşfetmiş, bu da kendisini görsel sanatların merkezi yapmıştır. Yeni bir imaj ve bunu doğuran buluş, her şeyden önce buluş... New York bunu en çok isteyen şehir olduğu duygusunu verdi bana her zaman. Bu buluşlar abes ya da saçma, gene de iyi bilinenin dışında olsun da, hiç değilse beş dakika için. Burada "doğru" olmayabilir ama o coğrafyanın "gerçeköliğidir bu. Warhol’un provokasyon mantığında olduğu gibi. New York şehri bütün bunları satın alabilir ve satabilir, bilinçaltının tüm akışını ve rüyalarını karşılayabilir. Bütün bunlar sanatı kapitalist sistemin eline vermiş gibidir. Ama daha iyi bilenler o eski canavarın o eli ısırabileceğini de bilir.
Orada yapabilen her yerde yaparMüzik tarihinin en çok şarkıya esin kaynağı olmuş şehridir New York...MEFARET AKTAŞNew York New York" Frank Sinatra: John Kander-Fred Ebb bestesi ama herkes "Eski New York’ta yepyeni bir başlangıç yapacağım / Burada yapabilirsem her yerde yapabilirim" dizelerini Sinatra’nın ağzından hatırlıyor.
"Autumn in New York" Vernon Duke: Cazcı Vernon Duke, New York’u sonbaharda görmek gerektiğini ta 1934’te keşfetti. Bestesi olan caz standardını Ella Fitzgerald üne kavuşturdu.
"New York State Of Mind" Billy Joel: Pek çok New York’luya göre bu şehir için yapılmış en güzel şarkı. Sinatra ve Barbra Streisand bile böyle düşünüyor.
"Talkin’ New York" Bob Dylan: "New York’a gelene dek her şeyi gördüm zannederdim / Ama burada insanlar yerin dibine, binalar gökyüzüne gidiyorlar" diyor usta ozan şarkıda. Daha ne desin?
"Jungleland" Bruce Springsteen : "Patron" da Sinatra gibi New Jersey’li ama Hudson Nehri’nin öteki tarafına baktığında gördüğü Manhattan manzarasından hep etkilenmiş. 1975 tarihli "Junglelandöde New York’ta bir yatak odası hikayesi anlatıyor: "Bu şehrin altında iki kalp atıyor / Kilitli bir yatak odasında / Ruhların motorları gece boyunca sessizce çalışıyor."
"Manhattan Skyline" A-Ha: Bu da 80’lerin Manhattan şarkısı. Norveçli üçlü A-Ha’nın şarkısı yağmurlu bir Manhattan gününde acı bir ayrılık hikayesini anlatıyor: "Biliyorsun çabaladım / Ama gazetemi kendime okuyorum şimdi. / Ön sayfada: ‘Yeni ufuklara açılmak için hayatınızın şansı’. Arkada ise Manhattan silueti"
"Englishman in New York" Sting: Yabancıların evdeymiş gibi hissettikleri tek şehir olan New York’ta, bir tek İngiliz Sting kendisini "yaratık" gibi hisseder, "Kibarlık ve ağırbaşlılığa bu Amerikalılar’da pek rastlanmıyor" der ve parça boyunca 5. Cadde’de yürümeyi sürdürür.
"New York Sokaklarında" MFÖ: Türkiye’de New York üzerine yazılmış ilk şarkı. New York, MFÖ’nün aklına vitaminleri, siren seslerini ve huzursuz kovboyları getirir.
"New York her şeyi kendisinin kılar"Bazen koyu rimelli bir şovmen, bazen sıcak bir komşu, bazen tarih ama her zaman da kendisi...YASEMİN ÇONGARBin bir rengi, dili, ezgiyi, kokuyu, tarzı, inancı, lezzeti buluşturur. Eritmeden, öğütmeden benimser, kendisinin kılar, New York’lulaştırır.
Manhattan’da, gökdelenler arasında yürürken küçücük, ama eşitsinizdir. Herkes küçük, herkes farklıdır. Aksanınız, giyiminiz, boyunuz posunuz nasıl olursa olsun, aitsinizdir. New York dışlamaz, yadırgamaz. Dünyada ve dünyalı olduğunuzu hissettirir size, New York’lulaştırır.
New York tektir ama tek bir New York yoktur.
Manhattan’ın kuzeydoğusunda, şık butiklerin, dışı küçük, içi büyük birbirine bitişik zengin evlerinin, sokağa taşmış masalarda yemek yiyen bakımlı insanların arasında, en az birkaç kuşaklık refahtır New York. Statüdür, markadır. Ölçülüdür.
Yukarıya, Harlem’e çıkınca, hayat renklenir. Tartıyla elbise satan ucuzcu dükkanların, caz kulüplerinin, kokusu sokağı tutan ev yemeklerinin yeridir New York. Müziktir, danstır, zor başlangıçlar ve uzun mücadelelerden süzülmüş keyiftir. Gevşektir.
Batı yakasından aşağıya, Central Park manzaralı, her bir dairesi milyonlarca dolarlık binaların önünden inin. Görmüş geçirmiştir, hazımlıdır, sakindir.
Broadway’e, tiyatrolar mahallesine varınca, turistikleşir New York. Koyu rimelli bir şovmen olur. Eğlencelidir.
Güneyde Soho’ya, Village’a, Tribeca’ya dağılırsanız, şık ve partal, sofistike ve salaştır. Lokantalar, barlar, galeriler çoktur, çeşnilidir, bohemdir. Çarpar.
Manhattan’dan taştınız diyelim. Queens’te kasabalılaşır New York, ama karnını güzel doyurur, sıcak komşuluk eder. Bronx’ta gururludur, beyzbolcudur, şampiyondur. Brooklyn’de tarihtir, manzaradır, rönesanstır.
Er geç döner gelirsiniz Manhattan’a. Müzelere, kütüphanelere, konser salonlarına dalıp dışarıdaki ve içinizdeki karmaşanın dönüşümlerine bırakabilirsiniz kendinizi.
Gözünüzde
dolar işaretleri varsa, Wall Street’e inebilirsiniz. Kaybolunca, kafanızı kaldırıp adanın ucundaki İkiz Kuleler’i pusula kılmaya yeltenebilirsiniz. Yapmayın. Yerlerinde kopkoyu duman, diz boyu enkaz var şimdi. Ve daha uzun süre, yeller esecek.
Ta ki New York, her zaman yaptığını yapıncaya, boşlukları dolduruncaya dek.
"New York’un simgesi çok"Mimarlık tarihçisi Uğur Tanyeli’ye göre New York çok çeşitli mimari ekolleri barındırıyor New York mimarlık tarihi açısından neyi tanımlıyor?
New York, süper modernite çağının en önemli metropolü. Ama New York’u sadece bu tanımlamıyor. Çünkü hem ırksal hem de dinsel açıdan dünyanın en kozmopolit şehri New York. Gelir durumu açısından da büyük çeşitlilik gösteriyor. Hem çok zengin hem de milyonlarca yersiz yurtsuz insana sahip.
Bu farklılık mimariye de yansıyor mu?
Evet, metropolün mimarisi de aynı derecede heterojen. New York deyince biz önce gökdelenleri hatırlıyoruz ama New York yalnızca gökdelenlerden oluşan bir kent değil. Öylesine bir alan ki bu, her türlü mimariyi; gökdelenleri de, bitişik düzen evleri de barındırıyor. Aklınıza gelecek her seçenek var.
Yapılan birçok yorumda ikiz kulelerin Amerika’yı simgeleyen yapılar olduğu söylendi. Bir mimarlık tarihçisi olarak siz nasıl düşünüyorsunuz?
Bence çok doğru bir yorum değil bu. Amerika’yı simgeleyen o kadar çok yapı var ki, olsa olsa bunları seçmiş olmalarının nedeni sorgulanabilir. Buralara değil de mesela Empire State binasına saldırsalardı o da aynı derecede Amerika’yı simgelerdi. Belki en kolay saldırılabilecek yapılar bunlar olduğu için bunları seçtiler. En yüksek yapıya saldırmak en kolayı çünkü.
Amerika’da çok önemli bulduğunuz yapılar hangileri?
Aklıma ilk gelenler; mimar Daniel Burnham’ın Flatiron Binası, Cass Gilbert’in Woolworth Binası, Raymond Hood ve ortaklarının Rockefeller Binası, William van Allen’ın Chrysler Binası, Shreve, Lamb ve Harmon’ın Empire State Binası, Frank Lloyd Wright’ın Guggenheim Müzesi, Mies van der Rohe ve P. Johnson’ın Seagram Binası... Ve elbette Minoru Yamasaki’nin Dünya Ticaret Merkezi...
"Şehrin kendisi bir fotoğraf kadar zarif"ANİ ÇELİK AREVYAN (Fotoğraf sanatçısı)New York, dünyanın fotoğraf merkezi bana göre. Mesela en önemli fotoğraf galerileri Manhattan’da. Ne Londra’da ne de Paris’te New York’taki kadar fotoğraf galerisi yok. Özellikle Soho’da, Chelsea’de yüzlerce fotoğraf galerisi var. Mesela Galeri Zabrinsky süper bir galeri ve şöyle bir özelliği var: Hiçbir zaman hayatta olan fotoğrafçıların eserlerini sergilemiyor. Daha çok 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başının fotoğraflarını sergileyen bir galeri. Ama New York’ta son derece çağdaş, son derece yeni fotoğrafçıların eserlerine ev sahipliği yapan galeriler de var. Özellikle de Soho’daki galerilerin vitrinlerindeki sunum o kadar başarılı ki sokakta yürürken bile bir fotoğraf galerisinin içinde gibisiniz. Bu da, fotoğrafla ilgili ilgisiz herkes için ilginç bir durum. New York ayrıca küratörlerin, eleştirmenlerin, genç beyinlerin yoğun olarak bulunduğu önemli bir entelektüel ortama da sahip.
Ama bütün bunların dışında en önemlisi New York’un kendisinin bir fotoğraf oluşu. Mimarisindeki modernizm ve teknoloji o kadar zarif bir görüntüye sahip ki kendi de bir fotoğraf durumunda.
"10 bin piyanist, 80 bin ressam yaşıyor bu kentte"FAZIL SAY (Müzisyen)New York sokaklarında avarelik ettiğim son 5 yıldır hep bir kabus gibi aklıma gelen bir imgeydi; "ya şu binaların üstüne bir uçak düşerse?", "ya filmlerdeki gibi bomba saldırıları yapılırsa?" diye.
Olan oldu, belki olanlar sırasında ben orada değildim ama dehşeti hissetmemek imkansız elbette. New York’a ilkin 1993 yılında turist olarak gelmiştim, annemle. Daha ilk gün Dünya Ticaret Merkezi’nin terasına çıkmıştık. Görülecek bir yerdi. Daha sonra, eşim ile, bize gelen misafirleri hep götürdüğümüz yer olmuştu WTC’nin tepesi. Herkes hayran kalırdı. Şimdi bakıyorum da, geriye hatıra fotoğrafları kalmış... Hazin bir öyküyü devam ettirmek yerine biraz New York’un enteresan müzik yaşamından bahsetmemiz gerekir.
Yani bu dramatik günlerde bile Nâzım Hikmet’in dediği gibi "İşimiz gücümüz yaşamak olacak". Çünkü New York deyince insanların aklına sadece "binayı yıkan Boeing" gelmemeli, biraz New York müziğinden bahsedelim mesela... Elbette akla ilk olarak New York Philharmonic, Carnegie Hall, Gershwin, Bernstein, West Side Story, Rhapsody in Blue gibi kavramlar gelir New York deyince; bırakın onları.
Daha ilginci var, New York ve genç müzisyenler... Ne Londra’dır, ne Berlin, ne Paris, ne Moskova, ne Ankara... Başlangıç yeri New York’tur müzik dünyasında... New York’ta yapan her yerde yapar denir ya, doğrudur... Hafife almayın, 10 bin piyanist var New York’ta!!! 80 bin ressam var. Binlerce genç müzisyen, sanatçı... Büyük rekabet, kimi zaman zor bir rekabet. Orası bu imkanları gençlere, tanınmamışlara açan tek şehirdir. Belki Dünya Ticaret Merkezi (WTC) terasına bir daha gitmek kimseye nasip olmayacak ama New York’a geldiğinizde bazı genç müzisyenlerin konserlerine genç ressamların sergilerine uğrayın, hıncahınç bir çalışma, bir yaşamak arzusu göreceksiniz. Ve buna tanıklık etmek de bazen en az WTC’nin terasında bulunmak kadar yüksekte gelecektir sizlere.
Burada yazımı bitirirken; butun Türk sanatçıları adına (belki haddim değil ama) Amerikalılara başsağlığı dileklerimi de iletmek isterim.
"30 bin restoran seçeneği var"TUĞRUL ŞAVKAY (Yemek yazarı)Peşin yargılı olmak istemem. Kestirme cevapları da sevmem. Ama yemek dünyasının Kabe’si neresi diye sorulsa, benim cevabım tereddütsüz New York olur. Bunun gerekçesi ise garip ama gerçek: Çünkü aklı başında hiç kimse ciddi bir Amerikan mutfağından söz edemez. Amerika’nın ciddi bir mutfağı olmayınca da, Amerikalılar önyargılı olmaktan kurtulmuş. Her mutfağa kucak açmışlar. Açıklığı destekleyen bir başka nokta ise Amerika’nın bir göçmenler ülkesi olması. Her gelen etnik grup bagajında tencere ve tavasını bulundurmuş. Ayrıca yoksul göçmenlerin yeni bir ülkede ilk el attıkları alan da nedense hep lokantacılıktır.
New York’ta bütün bunların izlerini görmek mümkün. Yer gök lokanta. Tibet’ten Polinezya’ya kadar her etnik grubun mutfağı temsil edilmekte. Ayrıca bu kentte herkes için bir çözüm var. Yolunuzu bulabilirseniz, birkaç dolara da çok güzel yemekler yiyebilirsiniz. Mesela ünlü lokanta rehberi Zagat’a başvurarak üç otuz paraya sıra dışı ve harika bir hamburger yediğimi hatırlıyorum. Ama aynı Zagat, bir başka kez, beni çok lüks bir restorana da yönlendirmişti. O sırada burası New York’un üç numarasıydı. İki kişi delicesine trüf mantarlı rizottolar, balıklar, kuzu sırtları, tatlı yedik ve üzerine kahve-konyak içtik. Tabii bu arada iki şişe Kaliforniya şarabı tüketildi. Yine de ödediğim para 100 doları bulmamıştı. Bu arada Zagat deyince bir açıklama yapmak gerekir. Alexis de Tocqueville’in "Amerikan Demokrasisi" kitabını okumayanlar için söyleyeyim ki, burada zihniyet Avrupa’nın anlayışından çok farklı. "İyi lokanta"nın neresi olduğunu yine halk seçip söylüyor. Unutmayın ki bu kentte kayda değer 25-30 bin restoran var. Her ay da bunların birkaç bini kapanıp yerlerine yenileri açılır. O yüzden New York restoranları ile ilgili tavsiyeler çabuk bayatlayabilir. En iyisi bir bilene veya bir kitaba danışmaktır.
Sinemanın hiç uyumayan kentiALİN TAŞÇIYANHiç uykuya dalmayan bir kentte uyanmak istiyorum... "New York New York" müzikalinin filmle aynı adı taşıyan şarkısının bu dizesini, "Büyük Elma"da geçen filmlere bakarak dilediğimiz yöne çekebiliriz.
Başlığa ve girişe esin verdikleri için ilk sırayı Liza Minelli ve Robert de Niro’ya borçluyuz! New York eğlenenlerin ve eğlendirenlerin kentidir. "The Glen Miller Storyöyi, Bertrand Tavernier’nin Dexter Gordon’ı anlattığı "Geceyarısına Doğru"yu, Clint Eastwood’un Charlie Parker’ı anlattığı "Bird"ü izleyenlerin aklına caz der demez New York, Harlem gelir. "A Chorus Line"; Greenwich Village’de yaşayan, değişik mesleklerden kişilerden oluşan Village People topluluğunun öyküsü "Can’t Stop the Music" gibi New York müzikalleri ayrı bir yere sahiptir.
Kentin kozmopolit yapısı sinemacıları da etkiler. Woody Allen, Martin Scorsese, Francis Ford Coppola, Jerry Schatzberg, Robert de Niro, Nicolas Cage başka hangi kentten çıkabilirdi? Sergio Leone bile İtalya’dan kalkıp gelip "Bir Zamanlar Amerika"da bu şehri anlatır.
Woody Allen, 5. Cadde’nin üst orta sınıftan zengin ve kaygısız sakinlerini, Musevi cemaatini, bunalımlı entelektüellerini psikanalist koltuğuna yatırır. "Annie Hall", "Manhattan", "Hannah ve Kızkardeşleri", "Alice", "Bullets Over Broadway", "Mighty Aphrodite"... Hemen hemen tüm filmleri New York’un şık restoranlarında, özenle döşenmiş apartman dairelerinde geçer!
Martin Scorsese’nin mekanı ise başta Küçük İtalya Brooklyn ve Bronx olmak üzere sokaklardır. Kişiliklerini de doğal olarak gangsterler, psikopatlar, fahişeler arasında seçer. "Amansız Sokaklaröda, "Taksi Şoförü"nde, "Yaşamın Kıyısında"da şiddet sabaha dek kol gezer.
"Amerikan Sapığı" New Yorkludur. Oliver Stone "Borsa"da ünlü Wall Street’teki finans şirketlerinde çalışan broker’ları anlatır. "Dünyanın Sonu"nda şeytan bir Wall Street finansçısının ta kendisidir, "Şeytanın Avukatı"nda Taylor Hackford New York’u Babil ile karşılaştırmaya dek vardırır işi!
Broadway müzikalleriNew York’ta tiyatro deyince akla Broadway müzikalleri gelir. Radio City gibi müzikhollerde sahneye konan prodüksiyonlar müzikal sinemanın da belkemiğini oluşturdu. Hollywood sesli filmler çekmeye başladığında oyuncularını, yönetmenlerini hep Broadway tiyatrolarından aldı. New York’ta ister Ziegfeld Follies’in kabareleri, ister George Gershwin’in "Porgy and Bess" operası isterse Galt McDermot’ın "Hair"ı perde indirmeden yıllarca oynar! Modern dansın da başkenti New York değil midir? Alvin Ailey, Martha Graham, Paul Taylor gibi efsanevi koreografların topluluklarıyla...
"Edebiyatçılar siyaset de yaparlar"Gazeteci-yazar Serdar Turgut, uzun yıllar yaşadığı New York’un yayıncılık ve edebiyat dünyasını anlattıSizce New York’la ilgili yazılmış en iyi kitap hangisidir?
Bence en iyisi Tom Wolfe’un "The Bonfire of the Vanities / Şenlik Ateşi"dir. New York’u en iyi anlatan kitaptır. Bir de Tom Delillo’nun "Underworld"ü var. Yazar bu kitapta yalnız New York’u değil, New York üzerinden tüm Amerika’yı anlatıyor. O da çok iyidir.
New York’un edebiyat ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?
New York’un edebiyat ortamı denildiğinde iki ayrı şeye bakmak gerekiyor. Birincisi New York büyük kitap şirketlerinin yoğun olarak barındırdığı için yazar ortamının oluştuğu, konuşulup tartışıldığı bir yer. İkincisi New York’ta tamamen kendine özgü bir kültür adamı kimliği ve edebiyat geleneği var. Bu da sol içeriği olan, sağa kaydığı zaman da en fazla liberal olan bir edebi gelenek. Düşünün ki, Amerika’nın en önemli Troçkist düşünürleri New York’tan çıkmıştır. Önemli bir Troçkist gelenek vardır ve en önemli Stalin-Troçki tartışmaları 70’li yıllara kadar hep New York’ta yapılmıştır. Böyle sol bir geleneği vardır. Bu geleneği sürdüren edebiyatçılar aktif olarak siyaset de yaparlar. Mesela Kara Panterler örgütünün ortaya çıkmasının en önemli nedeni bu edebiyat adamlarıdır. Onlara partiler vermiş, meşrulaştırmışlardır. Bunlar kendileri eylem yapamaz ama kötü eylem yapanları meşrulaştıracak hareketleri örgütlerler. Dergileri, kulüpleri vardır. Ama sağ düşünceye sahip olan insanları kendi aralarında pek yaşatmazlar. New York’taki edebiyat geleneğine bakarsanız çok sağda olup da önemli bir şeyler yapabilen kişiler pek yoktur. Ayrıca çok önemli bir Yahudi edebiyatı da vardır New York’ta... Fikir dergilerinin hemen hepsi Yahudilerin egemenliğindedir. En önemli idealleri de büyük bir Amerikan romanı yazmaktır. Bir tane yazılacak ve o iş orada bitecek diye.
PAZAR