Pazar“Ada yazmak için ideal bir yer”

“Ada yazmak için ideal bir yer”

07.07.2024 - 02:01 | Son Güncellenme:

Pandemiden bu yana Büyükada’da yaşayan Ahmet Ümit artık tam bir Adalı. İlk olarak 15 yaşında geldiği Büyükada için, “Sabah kalkıyorsunuz; kuş sesleri, deniz, köpek havlamaları, bol sayıda kedi... Başka hiçbir şey yok. Yazmak ve ruh sağlığını korumak için ideal bir nokta,” diyor.

“Ada yazmak için ideal bir yer”

SEYHAN AKINCI - Kabataş Şehir Hatları vapur iskelesinde vapurun yanaşmasını bekliyoruz... Pandemiden bu yana Büyükada’da yaşayan Ahmet Ümit ile sohbetimiz öncesi heyecanlıyız. Heyecanımız Paşabahçe’nin yanaşmasıyla katlanıyor.

Haberin Devamı

Suya yeniden inişinin ardından İstanbul’un simgelerinden Paşabahçe’yle ilk yolculuğumuz. Kınalı, Burgaz, martılara simit atmak, Heybeli derken Büyükada’dayız.

Yaklaşık dört yıldır Büyükada’da yaşayan Ahmet Ümit, “Burada yaşayamam, basar, sıkıntı olur diye düşünüyordum. Fakat olmuyormuş,” diye anlatmaya başlıyor. Büyükada’da yazdığı “Kayıp Tanrılar Ülkesi” kitabından kazandığı parayla romanı yarattığı evi satın alan yazar, “Ada, yazarlar için çok elverişli, iyi bir yer. Disiplinli çalışmaya çok yatkın bir yer” diye ekliyor. Yaz-kış Adalı olan Ahmet Ümit ile Ada’da en sevdiği yerleri dolaşıp, Büyükada’yı ve Adalı olmayı konuştuk.

“Ada yazmak için ideal bir yer”

Hepimiz için ilkler kıymetlidir. Ahmet Ümit Büyükada’yla ilk tanışıklığını anımsıyor mu? Ne zamandı, neler hissettmişti? 

Haberin Devamı

Çok iyi hatırlıyorum. 1975’te, 15 yaşındaydım. O zaman Antep’te yaşayan bir lise öğrencisiydim. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde abim okuyordu. Annemle birlikte onu görmeye gelmiştik. Murat marka bir arabamız vardı, o arabayla İstanbul’a geldik. Abim Üsküdar’da oturuyordu, “Hadi Ada’ya gidelim,” dedi. Adayı ilk kez o zaman gördüm. Antep’te yaşayan bir çocuk olarak Ada, bambaşka bir şekilde geldi bana. Antep’te şehirde yaşıyoruz ama aynı zamanda bağımız, bahçemiz var. İçinde dutlar, erikler, şeftaliler, ayrıca bir bağ evi, devasa ceviz ağaçları olan bir ev. Orası da çok güzeldi. Ada’ya ilk geldiğimde daha bakir ve çok daha hoştu. 1978’de, üniversiteyi kazanıp İstanbul’a gelince daha sık gelmeye başladım. Her zaman buradaki evlere bakar ve o zaman devrimci olduğumdan “Bu evlerde burjuvalar oturuyor, bir gün evlerden birine el koyacağız” gibi konuşmalar yapardık. 1979’da Sıkı Yönetim ilan edildi. O zaman İlerici Gençler Derneği adlı bir örgütümüz vardı, o da kapatıldı. Yarı legal faaliyetlerimize devam ediyorduk. Eğitim bürosunda çocuklara ders verirdim. Piknik görünümünde Ada’ya gelirdik ve çocuklara Marksizm, ekonomi politik, felsefe, Türkiye devrim tarihini anlatırdım. İlk muhabbetimiz buydu.

“Ada yazmak için ideal bir yer”

Siz pandemide Adalı oldunuz...

Pandemi patlamadan bir ay önce “Ada’ya gidelim, orada yaşayalım,” diye konuşuyorduk. Şu anda oturduğumuz ev o zaman kiralıktı. Evi gördüm, çok hoşuma gitti. Evi kiraladık ve oturmaya başladık. Bu evde “Kayıp Tanrılar Ülkesi” romanımı yazdım. Kitap inanılmaz sattı. Oradan gelen parayla evi aldım. Evin eski sahibi Yusuf Bey, ilk geldiğim zaman “Ahmet Bey, ben bu evi size satacağım,” demişti. Ben de “Niye alayım ki?” diyordum içimden. İki yılın sonunda “Burayı alayım,” dedim. Çünkü “Burada yaşayabilirim”i anladım. Yazarlar pek benim gibi yaşamıyorlar, inzivaya çekilir, biraz daha geride kalırlar. Ben öyle değilim. Antepliyim, yedi kardeşiz, İstanbul’a geldim devrimci oldum. Hep insanlarla iç içeyim. Dolayısıyla Ada’da inzivaya çekilemem diye düşünüyordum. Burada yaşayamam, basar, sıkıntı olur. Fakat olmuyormuş. Birden bire çok acayip bir şey oldu, bahçede otururken dedemin Antep’teki bağında gibi hissettim. Ondan sonra “Biz burayı alalım,” dedim ve aldık. Bu evde çok iyi çalıştım; “Kayıp Tanrılar Ülkesi”ni, “Bir Aşk Masalı”nı bitirdim şu anda da “Başkomiser Nevzat” romanımı bitirmek üzereyim. Son 50-100 sayfa. Ada çalışmak için çok iyi bir yer.

Haberin Devamı

Nasıl bir rutininiz var? 

Haberin Devamı

Sabah kalkarım, kahvaltı. Kahvaltıdan sonra yazmaya başlarım. Öğle vakti belki çıkıp bir tur atarım. Öğleden sonra oturur tekrar yazarım. Ada’da yazmanın güzelliği şu; İstanbul’da Beyoğlu’ndayım biri mutlaka gelir “Ahmet hadi gidip bir şey içelim,” der ve ayartırlar seni. Ben de ayartılırım açıkçası. Ama buraya gelemiyor ya kimse bol boş vaktim var. Bir yazar için çok iyi. Adalar’da çok önemli yazarlar vardı; Burgaz Sait Faik, Heybeliada Hüseyin Rahmi Gürpınar, burası Büyükada Reşat Nuri Güntekin... Bu adamlar niye burayı seçti şimdi anlıyorum, çünkü inanılmaz iyi çalıştırıyor. Yazarlar için çok elverişli, iyi bir yer. Disiplinli çalışmaya çok yatkın bir yer.

Peki, özellikle içerik anlamında bir yansıması oldu mu Ada’nın?  

Yavaşlatıyor ya hayatı, hayat yavaşlayınca daha kolay konsantre oluyorsunuz. Dikkat dağıtacak bir şey yok. Sabah kalkıyorsunuz; martılar, kargalar, kuş sesleri, deniz, köpek havlamaları, bol sayıda kedi... Başka hiçbir şey yok. Yazmak ve ruh sağlığını korumak için ideal bir nokta.

Haberin Devamı

Ada tarif ettiğiniz gibi yavaşlık İstanbul da hız demek. Müthiş bir hızdan müthiş bir yavaşlığa geldiniz. Bu ikisi arasındaki dengeyi kurabildiniz mi? 

Şöyle kurdum. Buraya geldikten bir ay sonra sıkılıyorum. Ama zaten mutlaka bir şey oluyor. Türkiye’de bir yerde ya da yurt dışında bir imza günü ya da fuar. Sürekli bir gezideyim zaten. Dolayısıyla sanki savaşa gitmiş ordu gibi, gidip mücadelenizi verip buraya dönüp bir liman gibi sığınıyorsunuz. Burada tekrar romanıma yoğunlaşıyorum. Ada’nın yaratıcı çalışma için inanılmaz bir etkisi var.

Ada’ya yerleştikten sonra bu soru size çok sorulmuştur, Ada özelinde bir şey yazmak gibi bir planınız var mı? 

Ada ile ilgili mutlaka bir şey yazmak istiyorum. Osmanlı döneminde özellikle Fransız sefareti sayesinde keşfediliyor. Osmanlılar da buraya gelmeye ve bu köşkleri yaptırmaya başlıyor. Hep denir ya Osmanlı İmparatorluğu’nun vitrini Beyoğlu’dur burası da Pera’nın Ada versiyonu gibi. Buraya geldiğimde bunu tekrar gördüm. Son İstanbul diyorum buraya. Çünkü niye; Osmanlı İstanbulu’nda hep birlikte yaşanırdı. Dolayısıyla buraya geldiğimde o İstanbul ruhunu daha fazla yakaladım. Romanlarımda yazdığım İstanbul ruhu bir şekilde burada devam ediyor.

Tam da romanlarınızda yazdığınız İstanbul ruhunu bulmuşken o ruha biraz zarar veren bir şey var... 

Evet, maalesef. Adalar, Adalıların olduğu kadar İstanbulluların, İstanbulluların olduğu kadar tüm Türkiye’nin, Türkiye’nin olduğu kadar tüm dünyanın. Burası insanlığın ortak mirası. Buraya zarar verdiğimiz an tamiri yok. Ve hep beraber kaybediyoruz. Sadece Adalılar kaybetmiyor. Bir restorana gidiyorsunuz, dolduğu zaman “Masalar doldu, sizi alamayız” diyorlar. Burada öyle bir şey yok. Elbette gelenler, bir nefes almaya geliyorlar ama geldiği yer Bağcılar’sa Bağcılar’a geliyor. Yahut Eminönü’nden geliyorsa Eminönü’ne geliyor. Buranın özelliği kalmıyor. Hafta sonları ve bayramlarda Ada’nın İstanbul’daki herhangi bir yerden farkı yok. İnsanları görüyorum, mutsuzlar. Yemek yemek problem, yürümek problem, boş oturacak yer bulmak problem. Hem Ada ruhunu korumak hem de gelenlerin mutlu olması için bunu bir düzene sokmak gerekiyor. Şu anda bu hesaba katılmıyor.

Ada’da yapmayı en sevdiğiniz şeyler neler? Muhakkak gittiğiniz yerler nereleri? 

Artık yaz-kış Ada’da oturuyorum. Şehirde de evimiz var, 15-20 gün, bir ay buradayız bir işim oluyor gidiyoruz 15-20 gün de şehirde kalıyoruz. Benim en sevdiğim şey Ada’nın yukarısında Kızılçam ormanı var, orada yürürüm. Orada kimse olmaz ve orada yürürüm. Ya da banklar var otururum. Manzarası enfestir. En sevdiğim yer orası. Ada’da çok güzel restoranlar var. Mesela Fıstık Ahmet var (Prinkipo Meyhanesi Fıstık Ahmet). Fıstık Ahmet Adalı’dır. 80 yaşında şimdi, onun restoranına giderim. Eski Rum meyhanesi tadındadır. Şu an oturduğumuz Splendid Otel çok güzel, buradaki Choco White ev yapımı tatlılar yapıyor. Burası bir tür Pera Palas gibi tarihi özelliği olan bir otel. Akşamları genellikle buraya gelir otururum. Anadolu Kulübümüz var. Eski Adalıların pek çoğu Anadolu Kulübü’ne üyedir, ben de üyeyim. Orada çok güzel bir restoranımız var. Akşamları günbatımında enfes olur. Troçki’nin kaldığı ev var, Aya Yorgi Kilisesi var. İnsanlar oraya çıkar ve dilek dilerler.

Sizin Ada için dileğiniz var mı? 

Benim Ada için dileğim, insanların Ada’yı yok etmemesi. Tek dileğim bu. 50 yıl, 100 yıl sonra insanlar buraya geldiğinde Ada’yı bulmalılar. Burayı korumak zorundayız, bu bizim vazifemiz. O yüzden şu anda bütün Ada ayakta. Bu azmanbüsler Ada’yı Ümraniye, Bayrampaşa ya da Esenler’e çeviriyor. Oralarda gereklilik ama burada olmaz. Burası sit alanı, burada yürüyeceksin kardeşim. Yaşlılar ve engelliler var, doğru. Onlar için özel araçlar ayır, kimsenin buna itirazı yok. 

“Köfte yapar komşulara dağıtırım”

Ahmet Ümit evde nasıl biri? Mutfakla aranız nasıl? Mesela Avrupa Futbol Şampiyonası oynanıyor izliyor musunuz? 

Futbolu hiç sevmem. Voleybolcu kızları seyrediyorum. Futbol sevgisini anlıyorum ama bana göre değil. Beni çok çeken bir şey değil. Antepli olduğumdan yemek bizim için çok önemli. Ben de yemek yaparım. Alinazik yaparım, balık pişiririm, bizim köftelerimiz vardır onları yapıp komşulara dağıtırım. Yemek bizim için çok önemli. Film izlerim, iyi polisiye dizi olursa izlerim. Belgesel izlerim. YouTube’da yazar belgeselleri oluyor, onları izliyorum.

Ahmet Ümit hangi yazarla Ada’da bir akşam oturup bir şeyler içip sohbet etmek isterdi? 

Bir Türk bir yabancı söyleyeyim. Türk, Nâzım Hikmet. Babayla oturur içerdik. Onunla konuşacak çok şeyimiz var Moskova, TKP vs. Yabancı yazarlardan da John le Carré. Çok iyi bir yazardır. Onunla oturmayı çok isterdim. Oğluyla tanıştım, bana imzalı bir kitabını yolladı.   ,

“Ada’da kışın kimse yok, otur bir korku romanı yaz”

Kışları nasıl geçiriyorsunuz Ada’da?

Kışın, yazdan daha mutluyum Ada’da. Çünkü kışın hiç kimse yok. Benim oturduğum apartmanda 10 daire var, bu 10 daireden kimse yok, sadece ben kalıyorum. Akşam üzeri dışarı çıkıyorsunuz hafif bir yağmur, sanki koca Ada size kalmış gibi. Enfes. Otur orada bir korku romanı yaz mesela. Yemek yemeye meyhaneye gidiyorsunuz, yine kimse yok. O kadar güzel ki... İstanbul’da artık mahalle kültürü kalmadı ya işte Ada’da var. Bakkala gidiyorum, “Şunu ver,” diyorum. “Abi onu alma, üç gündür burada”, “Şeftali vermeyeyim sana iyi değil,” diyor. Kazıklanmıyorsun, bir de tatlı bir güler yüz var. İstanbul’da bir markette alışveriş yapıyorsun, kimse seni tanımıyor, alışveriş yaptığın insanların suratı asık, herhangi bir müşterisin. Ama burada öyle değil, onların Ahmet Abi’sisin ve daha sosyal hissediyorsun.

“Sait Faik nasıl anlatmış diye başvurduğum bir usta”

Sait Faik Abasıyanık yazdıklarıyla çok fazla insanı etkilemiş biri. Adalı kimliğini de eklersek sizin için ne ifade ediyor?

Sait Faik, Adalı kimliğinden önce de benim için çok şey ifade ediyor. Şu anda bir “Başkomiser Nevzat” romanı yazıyorum; her romanı yazarken önce dönüp baktığım yazarlar vardır. Bir başlangıç cümlesi, nasıl başlamalı? Nasıl anlatmışlar? Sait Faik, benim için hâlâ çok büyük usta, okur olarak hâlâ bayılarak okuduğum bir yazar. Ada’da okumanın keyfi de bambaşka. Ama aynı zamanda da nasıl anlatmış, nasıl anlatmalıyım sorusuna yanıt ararken başvurduğum bir usta, bir öğretmen.