Osmanlı İmparatorluğu’nun bayramlaşma törenlerinde kullandığı 2 bin metrekarelik Muayede Salonu, 163 yıldır ihtişamıyla görenleri kendine hayran bırakıyor. Salonun ortasında bulunan 4,5 tonluk kristal avize ise masalsı bir görüntü oluşturuyor.
Milli Saraylar İdaresi Başkanlığına bağlı Dolmabahçe Sarayı, tarihi ve mimari özelliklerinin yanı sıra Osmanlı Devletinin son yüzyılına ilişkin unutulmaz anlara tanıklık etmesiyle de biliniyor. Dolmabahçe Sarayı’nda bayramlaşma törenlerinin yapıldığı uayede Salonu, devletin güç ve iktidarını tüm görkemiyle yansıtan özellikleriyle 163 yıldır görenleri etkilemeye devam ediyor. 15 bin metrekarelik Dolmabahçe Sarayı’nın tam ortasında yer alan Muayede Salonu, 2 bin metrekarelik genişlikte bir alanı kapsıyor.
Salon, Kubbe yüksekliği 36 metre olan salon barok, rokoko ve neoklasik gibi Avrupai tarzların senteziyle kendine has kalem işleri ve duvar süslemeleriyle bezeli halde bulunuyor. Ayrıca salonda kullanılan üç boyutlu desenlerle de ince işçilikleri ile hayranlık uyandırıyor. Neoklasik tarzda kurgulanmış 56 sütunla bir Roma formu izlenimi uyandıran salonun üst katında dört loca bulunuyor. Bayram günlerinde bu localar özel konukları ağırlıyor. Locaların ilkinde büyükelçiler, ikincisinde üst düzey yabancı konuklar, üçüncüsünde Muzıka-ı Hümayun adıyla anılan saray orkestrası yer alıyor. Sultan tahtının üstüne denk gelen loca ise güvenlik gerekçesiyle boş bırakılıyor.
4,5 tonluk kristal avize
Muayede Salonu, inşa edildiği dönemde tasarlanan ısıtma sisteminde her dört sütun grubunun altında yer alan ve külhan denilen ocaklar, bayramlardan iki gün önce yakılarak tören alanında 18-20 derecelik bir ısı elde ediliyor. Saray bodrumunda yakılan 6 külhandan elde edilen ısının salona aktarıldığı sütun altındaki mazgallar, bugün yerli turistlerin olduğu kadar yabancıların da ilgisini çekiyor. Salonun mavi kubbesinden sarkan 4,5 tonluk kristal avize, zarafetiyle hayranlık uyandırıyor. Devasa avizeyi tamamlayan ayaklı şamdanlar ve locaların önüne yerleştirilen fil hortumu şeklindeki aplikler, ziyaretçileri adeta tarihte masalsı bir yolculuğa çıkarıyor.
“Hayranlıktan ağzımızı kapatamıyoruz”
Avusturya’da yaşayan Şehriban Tilki, “ Türkiye’ye geldiğimizde Kayseri’ye inmeden ilk öne bu sarayı gezelim dedik. İlk defa geliyoruz, hayranlıktan ağzımızı kapatamıyoruz. Daha önce bu sarayı ve sarayın içerisinde bulunan salonu duyduk ama hiç görmemiştik. Etrafımızdaki atmosfere bakınca zihnimizde eskileri canlandırmaya çalışıyoruz” ifadelerini kullandı.
“Burayı gördükten sonra Ayasofya gözümden düştü”
Ailesi ile birlikte Avusturya’dan gelen Mehmet Tilki, “ Çok güzel olduğunu düşünüyorum, ancak burası çok masraflı bir yerdir. Giderleri çok fazla olacağını düşünüyorum. Atatürk burada ikinci katta bir yerde oturmuş, orayı daha görmedik. Görmek istediğim yerler arasında en çok orayı merak ediyorum. Dün Ayasofya’yı gezdim burayı gördükten sonra Ayasofya gözümden düştü, burası daha güzel bir yer” diye konuştu.
“Osmanlı İmparatorluğu’nun gücü hakkında ikna oluyorlar”
Tarihi yerlerde tur rehberliği yapan Hakan Uslu, “Buraya gelen yabancı turistlerin sorduğu ilginç sorular oluyor. Mesela bu binanın nasıl ısıtıldığını merak ediyorlar. Bu sarayda görevli kaç kişi olduğunu, bu sarayı kullanan kaç tane sultan olduğunu soruyorlar. Bu tarz kitaplarda pek sık rastlanmayan ilginç sorular soruyorlar. Burası bir imparatorluğun gücünü göstermesi açısından da oldukça değerli bir yer. Turistler bu sarayı görünce Osmanlı İmparatorluğu’nun gücü hakkında intiba ediniyorlar ve ikna oluyorlar” diyerek sözlerini tamamladı.
“Büyük olduğunu anlıyorsunuz”
Libya’dan Türkiye’yi ziyarete gelen Kelam Sinan, “Burayı görünce Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihinin ne kadar büyük olduğunu anlıyorsunuz. Burayı gördüğümde en dikkat çeken saraydaki yapıların ince işlemeleri oldu. Gerçekten bunların üzerinde büyük emek var. Bu sarayda bulunan her şey öyle süslenmiş ki her şey sanki altın ve gümüşten yapıldığını düşünüyorsunuz” dedi.
Kurban Bayramında deprem
Dolmabahçe Sarayı, yarım asır boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun en görkemli bayramlaşma törenlerine tanıklık etti. Ancak bunlardan hiçbiri, 31 Mart 1901’deki tören kadar hafızalarda iz bırakmadı. O yıllarda Kurban Bayramı’nın ilk günü ve devlet erkanı, Sultan II. Abdülhamid ile tebrikleşmek için Muayede Salonu’nda hazır bulunuyor. Ansızın derinden gelen bir uğultu ile kristal avize ve şamdanları beşik gibi sallamaya başlıyor. Deprem olduğunu anlayan paşalar, yaverler üniformalarına, apoletlerine bakmadan şaşkınlık içinde sağa sola kaçışıyor. Localardaki yabancı konukların ise odaklandığı tek nokta, padişahın kendisi ancak beklenenin olmadığı ifade ediliyor. Padişah, tahtın önünde ‘mıh’ gibi çakılmış vaziyette, etrafındakileri sükunete davet ederken görülüyor. Sultan Abdülhamid’in soğukkanlı tavrı, yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da yankı uyandırıyor. Hatta Alman İmparatoru Wilhelm, saraya gönderdiği kutlama mesajında padişahın cesaretine şu sözlerle vurgu yapıyor:
"Deprem felaketi esnasında gösterdiğiniz metanet ile hepimize örnek oldunuz. Bu tavrınızı tebrik ve takdir etmekten beni hiçbir şey alıkoyamaz” diyor.