15.12.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:
John le Carré. Ya da gerçek adıyla David Cornwell 10 kişiye bile fazla gelecek hareketlilikte, ölümün eşiğinden döndüren tehlikelerle dolu ve ‘yalan’ı mecburi kılan bir hayat yaşadı. Aslında bir New York Times yazısından ödünç aldığım başlıkta “survivor/hayatta kalan” da var ama onu çıkardım, çünkü artık hayatta değil. Bu da çok şaşırtıcı, gerçi ebediyyen yaşayamayacağını biliyorduk ama ben kendi payıma böylesine hayat dolu, korkusuz birine hiç değilse 100 yıl ömür biçmiştim. Adı geçtikçe gözümün önüne hep “Tinker, Tailor, Soldier, Spy”da parti konuğu olarak barda otururkenki haliyle gelecek.
Derler ki John le Carré yıllar önce, otobiyografisini yazmayı planlarken kendisini ve ailesini araştırsınlar diye iki dedektif tutmuş. Anlı şanlı bir üçkâğıtçının oğlu, Majesteleri’nin Gizli Servisi’nin casusu ve günlerini gecelerini bir şeyler uydurup kitaplar yaratmakla geçiren bir yazar sıfatıyla onun kafasında gerçek ve hatıralar birbirine karışıyordu. “Ben yalancıyım,” diyordu. “Yalan söylemek için doğdum, hayatını kazanmak için yalan söyleyen bir endüstri tarafından bu konuda eğitildim. Romancı olarak da bu becerimden yararlandım.” Joseph Conrad ile Graham Greene’in varisi gözüyle bakılan biri için alçakgönüllü bir ifade.
MI5 ve MI6 yılları
Uydurma yeteneğini babasına borçlu olabilir ama kitapseverliğini ondan almadığı kesin. Babası Ronald Thomas Archibald “Ronnie” Cornwell kitap okumayı sevmezmiş ve hayatında tek bir kitap okumamış olmakla iftihar edermiş. Oğlu çok okudu, çok da yazdı. Kitaplarının anamotisi ise, ihanetti. Arkadaşlara, ailelere, sevgililere, kurumlara ve ülkeye ihanet. Yazarın ihanetten ana nasibini aldığı ise kesin. Önce yalanlarla silahlanmış babası, sonra da David beş yaşındayken onu bırakıp kaçan annesi insanlara güvenini kırdı. Kaçamak ve aldatma sanatlarını çocukken öğrenen ve büyük bir ailenin üyesi olmaya özenen David Cornwell, “Gizli dünyaya katılmak eve dönmek gibiydi,” diye yazıyordu.
Pek tanınan takma adıyla John Le Carré ya da John Moore Cornwell / James David Cornwell, Soğuk Savaş yıllarında, SSCB’nin istihbarat teşkilâtı baş düşman iken casustu. Oxford mezunu yazar hem Britanya’daki etkinliklerden sorumlu MI5’te hem de ülke dışındaki olaylardan sorumlu MI6’da çalışmıştı. Hâlâ aktif olarak MI5’de çalışırken ilk romanı “Call for the Dead”i (1961) yazmaya koyuldu. Yayımlanmasını çok istiyordu, izin istedi. Sonuçta o gün bugün taşıyacağı ada kavuştu: John le Carré. 1964’te üçüncü romanı “The Spy Who Came In From the Cold / Soğuktan Gelen Casus”un başarısı üzerine casusluğu bıraktı.
Kitabında anlattığı “Köstebek” olayına da birinci elden vakıf. MI6’nın üst kademesinde yer alan ama SSCB adına çalışan casusların yabancısı değil. O dönemde İngiliz Gizli Servisi’nde Cambridge mezunu iki taraflı casuslar, faaliyet gösteriyordu. Le Carré içlerinden en tehlikelisini, Kim Philby’yi tanıyordu. “Köstebek”in kitabıyla, uzun yıllar önce TRT’de yayınlanan Alec Guinness’li dizisiyle, çok daha yakınlarda izlediğimiz filmi “Tinker, Tailor, Soldier, Spy” ile tanışıklığınız varsa, bu dönem ikili oynayan İngiliz casuslarını, başta Kim Philby, hatırlayacaksınız.
Carré’nin ünlü köstebeği
Yazarın meşhur kitabının akıldan çıkmaz olayları ve karakterleri vardı. Kahramanı ise, göze çarpmayan, çarpmayı da sevmeyen, zeki, gözlemci, orta yaşlı, gözlüklü, kendi halinde bir adamdı. George Smiley, John Le Carré’nin “Karla Üçlemesi”nin ilk kitabı “Köstebek”in merkezindeki kişi. En büyük özellikleri, görevini her şeyin üstünde tutması ve bir ihanet ortamında sadakate inanması. Sağ kolu olduğu kontrol aralarında bir çürük elma olduğunu düşünür. MI6’ya takılan isimle Sirk’in üst kademelerindeki beş kişiden birinin Sovyet casusu, teşkilâtlarının başındaki Karla’nın adamı olmalı der: Tinker/Tenekeci (Percy Alleline), Tailor/Terzi (Bill Haydon), Soldier/Asker (Roy Bland), Poor Man/Yoksul Adam (Toby Esterhase) ve kendisi, Smiley (Beggar Man/Dilenci).
Ian Fleming’in şatafatlı, abartılı 007 James Bond serisinden sonra bizi hayatın acı gerçekleriyle (casus gerçekleri olsalar da) karşı karşıya getiren John le Carré, Soğuk Savaş’ın öncüsü ve üstadıdır. Ama Berlin Duvarı ile birlikte Soğuk Savaş da tarihe gömülünce onun da sonunun geldiğini sananlar çok yanıldı. Le Carré Berlin’den çıktı, hatta Almanya ve Avrupa’yı terk edip başka kıtalara gitti. Zaten Soğuk Savaş bitse bile, karakterleri unutulmamıştı.
“Köstebek/Mole”, bir düşmanın gizli servisine nüfuz etmiş, halen orada çalışan kıdemli bir casus demek. Cambridge Casusları’nın varlığına karşın, gelmiş geçmiş en ünlü köstebek de herhalde John Le Carré’nin köstebeğidir.