18.08.2024 - 07:02 | Son Güncellenme:
Ümran Avcı - Reha Tanör yaşanmışlıklarını, tanıklıklarını ve hayata bakışını belleğinin süzgecinden geçirerek hazırladığı bir deneme kitabıyla okurlarına sundu. “Ud Çalan Kadınlar-Sana Michelin’li Sofralardan Baktım Aziz İstanbul” adlı kitabın merkezine de yedi tepeli şehri yerleştirdi.
Galatasaray Lisesi ve İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitiren girişimci, yönetici ve akademisyen Tanör’ü okurlar “Levrek Buğulama da İstemeyin Ama” ve “Hayat Yağmurda Yürümek Gibidir - Yaşam Sanatının Sıradan Sırları” adlı kitaplarıyla tanıyor. Tanör, altı denemeden oluşan son kitabında küçük İskender’in “Açık unutulmuş bir radyo gibidir” diye özetlediği İstanbul’u anlatıyor, kentteki lezzetli sofralara konuk ediyor. Kendisini ‘hayatı dikizlemeyi seven’ biri olarak tanımlayan yazar, merceğine takılanları aktarıp eski İstanbul’un fotoğrafını çekiyor. “İstanbul’da yaşamak Premier Lig’de futbol oynamakla eşdeğerdir” diyor. Ve fakat bu güzel kentin “dışarıdan gelenlerin kendi bildiklerini dayatmalarına direnemeyerek zarafetini koruyamadığını ve yenilen taraf olduğunu” söylüyor.
Yazar, okurunu satırları aracılığıyla Galata Köprüsü’ne, Kamondo Merdivenleri’ne, Peyami Safa’nın “Fatih Harbiye”sinden günümüz Fatih Harbiye’sine götürüyor. Ud ve keman arasında kalan Neriman’ın feminist olup olmadığını sorguluyor. Sevdiği, rehber edindiği edebiyatçı ve sanatçılara, yazarların İstanbul’una da ayrı bir parantez açıyor.
Kişiliklerin törpüsü
İstanbul Hukuk Fakültesi’nden Deniz Gezmiş’in sınıf arkadaşı olan Tanör, yakın tarihe uzanıp ülkenin karabasan günlerine de projeksiyon tutuyor. 27 Mayıs’ı, 12 Eylül’ü, işkenceleri ile ünlü Sansaryan Han’ı, Varlık Vergisi’ni ödeyemedikleri için azınlıkların Aşkale’ye sürgünlükleri gibi ‘yorucu, yıpratıcı, kişilikleri törpüleyen dönemleri’ anımsatıyor. Reha Tanör imzalı kitap, sırtını ‘Sisifos’un Kayası’ felsefesine yaslıyor. Kendi yaşama bakışını ve felsefesini de ortaya koyan yazar bakın hayatı nasıl özetliyor: “Aslında hepimiz Antik Yunan efsanesindeki Sisifos gibi her gün bir kayayı sıcakta, yağmurda, karda, kışta kıyamette, kan ter içinde kalarak, ıslanıp donarak, ellerimiz parçalanarak, yüreğimiz darlanarak itip yuvarlayarak bir tepeye çıkartmaya çalışıyoruz hayatta. (…) Hayat dediğimiz, ayakta kaldığımız sürece, Sisifos’un kayasını ha babam de babam her gün itmekten başka bir şey midir?” Tanör kitabına şaire hak verdiği şu diziyle son noktayı koyuyor: “Yaşamak güzel şey!”